
HANİ o sözde güzellik yarışmalarında yarışmacılara dilekleri sorulurdu. Hâlâ var mı bilmiyorum bu tür sorular? Onlar da dili, kökeni fark etmeksizin klasik cevabı verirlerdi, “dünya barışı” derlerdi. Sanırım bir tür entelektüel imaj sunmanın şartıydı benzer konuları dert ediyor görünmek…
Sadece beden üzerinden pazarlanan, önce kadınları, ardından zamanla erkekleri de istismar eden bu şaşaalı soytarı organizasyonlarda bir şeylerin “mış” gibi olmasından, sığlıktan doğalı yoktu, yok elbette! Ama uzmanlık gerektiren alanlarda hele kitleler adına söz sahibi olunan mâkâmlarda bu tavırlara yer olmamalı, değil mi? Olması gerekenin aksine, tam olarak kanıksanmış bir toptan aymazlık var siyasetin, bürokrasinin olduğu her yerde. Daha kötüsü siyasî olmaması gereken en temel alanlarda da... Sorumsuzluk ve şuursuzluk, liyakatin önünde yer alıyor, ki kullanışlı müptezeller üst aklın hedeflerini bir bir gerçekleştirsin.
Örneklerle anlatayım ne demek istediğimi…
Bir zamanlar sigaranın, ondan uzun yıllar sonra margarin gibi bir sanayi icadı çöp gıdanın tanıtımı, tavsiyesi doktorlar eliyle yapılmıştı. Yaşatılan pandemide tüm protokolleri, gerekli prosedürlerini tamamlamamış aşılar yine doktorlar eliyle pazarlanıyordu ve ülkemiz dahil pek çok ülkede aşı uygulamalarının ardından yapılması gereken sağlık takibi yapılmıyordu. Radyasyon risklerinden korkulan bir zamanda çayda radyasyon olmadığını son derece bilimsel bir şekilde kameralar önünde çay içerek ispatlayan bir bakandı! Ortadoğu’yu cehenneme çeviren bir ABD Başkanı “Nobel” alıyordu dünya barışına yaptığı katkılar için. Yine aynı ülkenin başkanları özgürlük ve demokrasi taşıyordu uzak coğrafyalardaki ülkelere tanklarıyla, bombalarıyla. Pek çok ülkenin toplamından daha büyük servete sahip şirketler Afrika’nın açlık sorununu çözemiyordu ama virüslü battaniyelerle soykırım yapan atalarının izinden giderek şaibeli aşılama kampanyaları yürütüyordu. Hatta bu işi öyle ciddiye alıyorlardı ki beş yüz güne yaklaşan ve eşi görülmemiş bir soykırımın daha sergilendiği Filistin’de bombalar bebeklerin çadırına küvezine yağıyordu ama hiç bir tepkinin durduramadığı saldırılar bir kaç günlük aşılama programı için durabiliyordu. Ateşin altındaki aç bebekler için koruma ve gıda yoktu ama aşı vardı. Çünkü dünya barışına giden yolda bu hamleler önemliydi!
Yeniden sizlerle buluşmuşken şairlerden, gökyüzünün, yağmurun ve gökkuşağının güzelliğinden bahsetmek vardı, heyhat!
Coğrafya da kaderdi, yaşadığımız kötü zaman da… Göğe bakacak çok zamanımız olduğunu umuyor, 2025’in ilk sayısında hepimiz ve tüm dünya için “sorumluluk bilinci” diliyorum. Dilerim bu yıldan sonra hiç kimse, hiçbir ülke savaşarak barış getirme iddiasında bulunamasın. Umarım hiçbir siyasetçi bizzat kendi yaptıklarından ötürü muhalefeti yahut iktidarı ve dahi halkı suçlayamasın, en azından sebep olduklarının sorumluluğunu alma cesareti ve bilinci olsun.
Güzel günler görürüz umuyorum, hâlâ umudun olduğunu umuyorum. Çocuklarımız daha güzel günler görsün diye adım atacak cesaretimiz olsun istiyorum…