
SANAYİ Devrimi ile
bozulan köy hayatı ardından başlayan köyden şehre göç olayı, ülkemizde Batı’ya
göre oldukça geç bir dönemde başlamış ve aynı şekilde daha geç bir dönemde
gerçekleşmiştir. Handiyse “Batı’nın köyden şehre göçü tamamlandıktan sonra
bizde köyden şehre göç hareketi başladı” dense yalan olmaz.
Türkiye’de,
1927 yılında gerçekleştirilen ilk sayıma göre 13 milyon 648 bin 270 olan
nüfusun yüzde 75,8’i belde ve köylerde, yüzde 24,2’lik bölümü il ve ilçe
merkezlerinde yaşamaktaydı. Bu oran 1950’lere kadar çok büyük değişim
göstermezken 1950’lerden sonra yaşanan gelişmeler sonucunda, 2018 yılında hemen
hemen tam tersine dönüşmüştür.
İlginç
olan, Batı’da Sanayi Devrimi’nin hemen ardından yıkılan feodalizm ve yeni
kurulan kapitalizmin bütün çarpıklığıyla yaşanan köyden şehre göçün, bizde,
Batı’dan yaklaşık 150 yıl sonra olsa da benzer garabet ve çarpıklıklarıyla
yaşanmış olmasıdır. Bir başka deyişle, Sanayi Devrimi ve ulus-devlet fikrine
nasıl hazırlıksız yakalanmışsak, köyden şehre göç konusunda da yine o şekilde
hazırlıksız yakalanmış olduk.
Osmanlı
Devleti’nin Sanayi Devrimi ve ulus-devlet fikrine hazırlıksız yakalanması
devletin inkırazı ve bitmesi ile sonuçlanırken, Cumhuriyet Türkiye’sinin köyden
şehre göçe hazırlıksız yakalanması da değişik boyutlarda insan ziyanlıklarının
yaşanmasına neden olmuştur. Toprak reformunu gerçekleştirememiş ve köy hayatını
belli bir düzene sokamamış Devlet, kontrol edemediği bir şehirleşme ile karşı
karşıya kalmıştır.
Bu
hazırlıksızlık ortaya neler çıkardı? Patlayan ve kontrol edilemeyen şehir
nüfusu, kontrolsüz bölgesel büyüme, İstanbul başta olmak üzere diğer büyük
şehirlerde kontrolsüz hayatlar, İstanbul’a yakın olmak kaderini taşıyan
şehirlerde kontrolsüz bölgesel gelişme ve ona paralel büyüyen kontrolsüz sosyal
hayat, uzun süre verilemeyen altyapı hizmetleri, kaçak yapılaşma,
gecekondulaşma, gettolaşma, eğitimsizlik, patlayan arabesk kültür, mafya, köyde
kontrollü bir hayatın içinde olan ve en azından açlık çekmeyen insanların
şehirde sefâlet yılları, plânsızlık ve daha birçok şey…
Bu
plânsızlık ve hazırlıksızlık içinde şehirde bu durumlar yaşanırken köyde de
başka travmalar yaşanmıştır. Zaten köy hayatı tam anlamıyla düzenlenmemişken
ortaya çıkan bu göç, köy hayatında tamiri imkânsız yaralar açmıştır. Boşalan
köyler, bozulan demografik yapı, işlenemeyen araziler, kimsesiz yaşlılar,
yıkılan evler… Bunlar bu yıkımda öne çıkan birkaç husus sadece. Köyden şehre
göç olgusu, sıkılan diş macunu misâli, bir daha geri dönüşü olmayan bir
yolculuk…
Köyde
ekonomik durumu iyi olanlar (daha çok Karadeniz bölgesinde) köyle irtibatını
kesmezken, büyük çoğunluk böyle hazin bir yolculuğu yaşadı ne yazık ki… Köyden
şehre doğru olan bu yolculukta şehirde ne yaşandı? Başlangıçta yaşadıkları
meskenlere elektrik ve su verilmedi. Tulumbalarla su temin edildi. Sonra
elektrik geldi, su geldi ve geç de olsa belediyecilik hizmetleri verilmeye
başlandı. Sonra imar geldi. İmar ile birlikte gecekondulaşmanın ıslahı
çalışmaları başladı. Bu çalışmalar, beraberinde arsa spekülasyonlarını doğurdu.
Geçmişte zar zor alınan ve içine bir evcik yapılan arsalar değer kazandı. Bu
değişimi görmek için çok uzağa gitmeye gerek yok. Ankara’nın bugün en lüks
semti sayılan Çukurambar’ın az geçmişini bilenler, bu serencamı yakından
bilirler. İronik belki, ama Türkiye’de seçim olmamış olsaydı bu bölgelerde
elektrik, su, imar ve benzeri hizmet verilir miydi bilinmez.
Şehirlerde
bunlar yaşanırken, köyler uzun müddet ıssızlık ve sessizliklerini korudular.
Öyle ki, bazı köylerde ihtiyar heyeti âzalarının sayısını tamamlamak, bazı
köylerde muhtar adayı bulmak dahi sorun hâline geldi.
İşte
tam bu noktada, artan gayr-i safi yurt içi hasılanın da etkisiyle şehirde
yaşayanlardan eskiden köyde evi barkı olanların bir kısmı takdire şayan bir
şekilde köye döndüler ve oradaki mülklerinin bakımını yaptılar. Köyle hiçbir
ilgisi olmayan bir kısım da köye ilgi duymaya başladı. Bunlardan bazıları elde
ettikleri özel bilgilerin ışığında yatırım amacıyla köylerden normal ya da
normalin üzerinde fiyatlarla tarlalar satın almaya başladılar. Diğer bazıları da
daha önce hiç bilmedikleri ve yaşamadıkları köylerden arsalar ya da evler satın
alıp tatil amaçlı köy yaşamına adım attılar.
Köylerden
yatırım amacıyla tarla toplayan ya da toplatanlar, köyün az çok var olan
ekonomik ve sosyal düzenini dinamitlediler. Öte yandan, daha önce hiç köy
düzenini görmemiş kesimin tatil amaçlı köy yaşamı özlemi de başka sorunların
yaşanmasına sebep oldu. Bu kesim, yeni bir tatil anlayışı ve şehirden
bunalmışlıkla şehirden köye doğru bir başka yolculuk başlattı. Bu yolculukta arazi
toplayanlar kadar köyün ekonomik yapısını etkilemişse de asıl sorun orada değil,
köyün sosyal yaşamında yaşandı.
Bundan
birkaç yıl evvel, şehirden gidenlerin çoğaldığı bir köyde yaşayan asıl köylünün
gelenlere hitaben köy meydanına, burasının bir köy olduğu, burada hayvancılık
yapıldığı ve hayvanların ortalığı batırabileceği, bundan rahatsız olunmaması
gerektiği minvâlinde bir yazı asması, gelinen durum bakımından ilginçtir. Bu
uyarıdan anlaşılan, daha önce hiç köyde yaşamamış, köy hayatını bilmeyen ve
köye sadece tatil amacıyla giden bu kesimin, köydeki hayvanlardan rahatsız
olduğunu ortaya koymaktadır.
Dünyanın
hiç değişmeyen değişimi, şüphesiz değişimdir. Bu anlamda köyden şehre, şehirden
köye göçler yaşanacaktır. Buradaki sorun şudur: Geçmişte hazırlıksız yakalandığımız
köyden şehre göçle uzun süre sosyal sorunlar yaşamış bir ülkenin, son tatil
amacıyla şehirden köye göçlerle başka sosyal yaraları yaşaması ve az ya da çok
var olan geleneksel yapının bu göç marifetiyle hak ile yeksan olması…
Eskiden
işyerlerinde fazla ziyaretçiler için uyarı niteliğinde, “Sizin boş vaktiniz,
bizim iş vaktimiz olabilir” levhaları asılırdı. Gelinen noktada, birilerinin
tatil amacıyla gittiği köyün başka birilerinin hayatını idame ettirmek için
çalışıp çabaladığı bir mekân olmaktan ötede bir yaşam tarzı olduğu gerçeği
unutulmamalıdır. Geçmişte köyden kente yapılan yolculukla şehirler kontrolsüz
bir şekilde değişmiş ve yaşamlar ziyan olmuştu; bu yolculuk, köyde var olan
gelenek, görenek ve âdetleri az da olsa şehre taşımış, ancak zaman onları
kaybettirmişti. Şimdiyse, tatil amaçlı olarak şehirden köye yapılan göçlerle köyde
var olan ve bir şekilde varlığını muhafaza etmiş olan gelenek, görenek ve âdetlerin
yok olması tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktayız.
Peki,
kontrollü müyüz?
Bu
sorunun cevabı şudur: 1960’larda Türkiye’yi yönetenler, “Artık şehirde ne varsa
köyde de o olacak” demişlerdi. Ancak kısa sürede bunun tam tersi olmuş, bütün
şehirler köyleşmişti.
Yeni tatil anlayışımız, var olan kültürel değerlere sahip çıkma özelliğinden yoksun olmamalı. İkinci Viyana Kuşatması’nın top güllelerinin parçalarını saklayan bir anlayış içinde hareket etmek, toplumsal bir zorunluluk olmamalı. Yoksa çok “keşke”li bir hayatımız olur…