SÜREKLİ AK Parti ve
Erdoğan’ı eleştiriyor iki çiçeği burnunda başkan. Aslında yaptıkları tam olarak,
iktidarın içinde aktif olmadıkları dönemi eleştirmek. Bir telâş içinde eski
defterleri karıştırıyor, doğdukları partiyi yıpratma çabası içinde debelenip
duruyorlar.
Hâlbuki
ne de çok sevmiştik ikisini de…
Bu
iki başkanın da aynanın karşısına geçip sormaları gereken sorular var. Aslında
bu sorgulamayı yapabilecek vasıfta ikisi de. Ama öyle kukla bir siyaseti tercih
ettiler ki ipi tutanın istediği gibi oynamaktan başka çâreleri kalmadı bu gölge
oyununu.
En
taraflı anketler bile gösteriyor ki, her ikisi de iktidara talip olma hayâli
bile kuramaz. Toplam oy oranları, en şişirilmiş sonuçlarda bile yüzde 5-6,5
aralığında. Bu küçüklükleri muhalefet etmelerine engel değil elbette. Tek
başlarına olsalar bile yanlışa doğru, doğruya yanlış deme hakları var. Ne var
ki, her fırsatta AK Parti’nin kuruluş felsefesini övmekten geri durmayanlar ve
o dönemi siyasetlerinin çizgisi olarak gösterenler, dirsek temasında oldukları
CHP’nin o felsefenin ebedî düşmanı olduğunu unutuyorlar.
Her
fırsatta tüm partilerin tabanından oy alacaklarını söylüyor ama o diğer
partilere bir tek söz bile edemiyorlar. Eğer iddiaları gerçekten bütün
partilerden oy alabilmekse, meselâ CHP’li seçmene CHP’ye oy vermemesi için ne
vaat ediyorlar acaba? Ya da İYİ Parti’den farklı olarak nasıl bir muhalefet
yapacaklar?
Öyle
ya, bir partinin seçmenine göz dikiyorsanız, o seçmene oy verdiği partiyle
aranızdaki farkı da anlatmanız gerekir. Diyebilmelisiniz ki, “Ey CHP’li kardeşim, CHP’nin bugüne kadar
yapamadığı (…) eylemi yapacağım ve partimi iktidara taşıyacağım. Sen de bu
iktidardan kurtulmuş olacaksın!”. Bunu söyleyemez ve muhalefetteki
partilerden farkınızı anlatmazsanız, onlarla aynı potada erimeye mahkûm
olursunuz.
Kabul
ediyorum, muhalefetin derdi iktidarı yenmektir. Dolayısıyla muhalefetin diğer
elemanlarıyla çok da fazla uğraşmazlar. Ama tekrar etmek zorundayım ki,
Davutoğlu ve Babacan tüm partilerin seçmenlerinden oy alacakları iddiasında
olduklarına göre, diğer bütün partilerin kusurlarını ortaya koymak
zorundadırlar.
Ancak
Türkiye’deki seçmen aritmetiği gösteriyor ki, hiçbir partinin tek başına
iktidarı değiştirme şansı yok. Aslında iktidar olmak için de hiçbir parti tek
başına yeterli oya ulaşamıyor artık. O yüzden ittifaklar kuruluyor. O hâlde bu
iki yeni partinin de bir ittifakın içinde olması şart!
Yeni
sistem tek tek ya da ikiden fazla ittifakla seçime girilmesine mâni olmadığı hâlde,
seçimin ikinci tura kalması durumunda ittifak sayısının ikiye düşmesi kaçınılmaz.
Peki, Gelecek ve DEVA Partileri muhtemel ikinci turda Cumhur İttifakı’nın
içinde olmayacaklarına göre kalan alternatif, Millet/HDP kumpanyasına katılmak
değil mi?
Şimdi
dönelim 2002-2011 dönemine…
Babacan,
(kendi ifadesiyle) kuruluş felsefesinden uzaklaşmamış olan AK Parti’de bakan.
AK Parti o dönemde sayısız seçim başarıları kazanıyor ve karşısındaki en büyük
rakip, asla yüzde 30’u bile göremeyen CHP. Babacan da her seçimde o CHP’ye
karşı yarışıyor.
Şimdi
gelelim bugüne…
Siyaseti
ve toplumdaki karşılığı açısından 18 yılda CHP’de değişen bir şey var mı? Yok!
Hâlâ “İstemezük” siyaseti, hâlâ terör destekçileriyle ortak hareket potansiyeli,
hattâ teröre ve teröriste destek veren yönetici kadrosu ile CHP, aynı CHP!
Peki,
Sayın Babacan, siz, ne oldu da rakip olduğunuz parti değişmediği hâlde aynı
çizgide siyaset yapma beklentisine imza atabiliyorsunuz? Değişen AK Parti mi,
siz misiniz?
“2009 yerel
seçiminden sonra ayrılmaya karar verdim” dediğiniz AK Parti’de on sene daha
kalarak koltuk, mâkâm ve nüfûz sevdânızı tescil eden, siz değil misiniz?
“Otoriter” bir yönetim olarak tarif ettiğiniz eski partinizde (sözde) muhalefet
yaptığınızı iddia ettiğiniz hâlde, o otoriter yönetimin on yıl boyunca nasıl
içinde barınmanıza müsaade ettiğini açıklama şansınız var mı? Zannetmiyorum!
Zira
Erdoğan otoriter olsa, Kraliçenin Gül’üyle aynı tastan su içmeye devam eden
birini on yıl kapısına bağlamazdı.
Erdoğan
bugün seçim kaybedebiliyor, savunduğu konuların bir kısmı mahkeme kararları ile
sekteye uğrayabiliyor. Aleyhine yayın yapan onlarca TV kanalı ve gazete yayınlarına
devam edebiliyorken, CHP Erdoğan’a “diktatör” demekten vazgeçmiyor.
Ali
Babacan’ın da yaptığı aynen budur. CHP ağzı ile konuşuyor ama sözlerini,
gerçekçiliği olan bir zemine oturtamıyor.
Maalesef
Gelecek Partisi de farklı değil. Bakmayın Davutoğlu’nun “Siyasette ideal hedef bellidir. Türkiye’nin bütününde iktidar olmaktır” dediğine... O hedefe kendisi de
inanmıyor. Fikren uyuşma imkânı olmayan CHP ile aynı çizgide buluşması da,
hülle teklifini elinin tersiyle itememesi de muhtaç olduğu kudreti kendi
damarlarında taşıyamamasından kaynaklanıyor.
“Benim ağzımdan bir tek kötü söz duymayacaksınız” ajitasyonu ile parti içinde bir
süre daha kalıp nüfûz stokçuluğu yapması, partisini kurduktan hemen sonra ise
aile içi sırları deşifre ederek puan toplamaya çalışması, onun AK Parti
tabanındaki sempatisini de kaybetmesine sebep oluyor.
Sonuç
olarak, her iki parti de kazanmak için değil, kaybettirmek için siyasette
olduklarını göstermiş durumdalar. 2019 Yerel Seçimleri’nden önce “kaybettirmek”
ifadesini kullanan Millet İttifakı’nın gayr-i resmî ortağı HDP ile aralarına
mesafe koymaya gayret etseler bile, hedeflerine ulaşmak için aynı tastan su
içmeye hazır olduklarını anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Cumhur yüzde 50’nin
altına düştüğü anda hepsi şer cephesinde toplanacak. Allâh korusun!