Yeni parti, ne kadar yeni?

Babacan “ekonomi”, Davutoğlu da “ideoloji” sermayesini kullanacağından, Babacan kendisini daha avantajlı görüyor. Batı dünyası ayrıca, Babacan’ı Davutoğlu’na kıyasla önceler! Kuşkusuz Erdoğan, ikisi konusunda da oldukça “kontrollü bir tecrübe” içinde. Erdoğan, parti-teşkilât-toplum içindeki arayışların farkında.

TEK başına yirmi yıla yakın iktidarda duran bir partinin kendisini yenilemesini beklemek, “içten yanmalı umut” motivasyonuyla “romantik politik” ömrü kadar sürer. Dolayısıyla AK Parti’nin kendisini yenilemesini beklemek, hem sürdürülebilir bir heyecan değildir, hem de bu talebe gerek yoktur. Çünkü iktidar sosyolojisinde “yeni(lik)”, el değiştirme talebinin sadece ambalajıdır. “Giden eski idi, gelen yeni” sloganı, politik oltanın ucundaki yemdir.

“Yeni” kelimesini “iyi” ve/veya “hakikat” ile özdeşleştirmek ve “Değişmeyen tek şey, değişimdir” mottosunu “yeni” etiketiyle raflara koymak, aslında “eski numara”dır. Dolayısıyla Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun parti kurma kararının “yeni” ile ilişkisi kurulamaz!

Peki, ne ile ilişkilendireceğiz?

Tabiî ki iki ismin de bireysel psikolojileri, vehmettikleri sosyoloji ve en önemlisi de “takım oyunu” içindeki rolleri ile “hangi takım”da olduklarına ilişkin kararları...

Yorulmuş ve iktidarını toplumdan devlete transfer etmiş bir parti olan AK Parti’nin bu transfer zekâsını “toplumdan kopuş” diye okumak, toplumun “yaşam standardı transferi” talebini de “Toplum yeni parti istiyor” diye kararlaştırmak, Babacan ve Davutoğlu’nun “tecrübeyi inkâr ve maceraya meftun” parkurunda yer alması anlamındadır.

Peki, finalde ipi kim göğüsleyecek?

Babacan’ın tek sermayesi var: Türkiye’de yaşanacak ve Erdoğan karşıtlığını “parada boğulan iktidar” stratejisine yaslayacak ekonomik kriz çıkması ve Babacan’ın “ekonomi dâhisi genç lider” makyajına sahip “yeni Batıcı Türkiye figürü” olarak dünyanın kız isteme edâsıyla evimize gelip isteyeceği “muhafazakâr-ulusalcı” tipoloji…

Davutoğlu’nun da tek sermayesi var: Erdoğan’ın şahsında ve ona karşıt şekilde dillendirilecek “iktidarsız dindarlık” finalinde Batı-Doğu sentezine dayalı “temiz kalmış Müslümanlık hikâyesi”… Yani Davutoğlu, “iktidardan temiz çıkmış Anadolu evlâdı” rolü ile “Avrupa’nın parçası olan ancak Fransız değil de Alman yorumlu yeni lâiklik” mayalı Londra-Pekin hattında “arabulucu lider” pozisyonu peşinde!

Sormak lâzım: Babacan ve Davutoğlu birleşir mi? Ya da “Erdoğan’sız Türkiye” blokunda yer alıp ittifak kurarlar mı?

Birbirleri aleyhinde konuşmayacakları çok açık. Farklarını anlatmaya mecbur kalmalarının “ayağına sıkmak” olduğunun da bilincindedirler.

Ayrıca Babacan “ekonomi”, Davutoğlu da “ideoloji” sermayesini kullanacağından, Babacan kendisini daha avantajlı görüyor. Batı dünyası ayrıca, Babacan’ı Davutoğlu’na kıyasla önceler!

Kuşkusuz Erdoğan, ikisi konusunda da oldukça “kontrollü bir tecrübe” içinde. Erdoğan, parti-teşkilât-toplum içindeki arayışların farkında.

Erdoğan, teşkilâtta oluşmuş ve çeyrek asrı devirmeye yanaşmış “iktidar tabakası” dokusunun bu saatten sonra disipline edilemeyeceğini biliyor. O nedenle “Parti-Hükûmet” denklemini/bulmacasını geride bıraktı. Yarı başkanlık sistemiyle de artık bu bulmacayla ilgilenmiyor. Tamamlanmamış bulmacadaki bazı yerleri muhalefetin eline vererek zaman kazanıyor.

Erdoğan artık, “devlet-toplum” denkleminde seanslar düzenlemek yani “devletin ideolojisi-toplumun ekonomisi” ifadesinde yatan ironi ile ilgileniyor. Kuşkusuz “İslâm ve devlet” veya “İslâm ve toplum” denklemi, artık ne politikacıların, ne de akademisyen-entelektüel aksın gündeminde.

Belki de “Yeni mi, yeniden mi?” tekerlemesi içinde şu soruyu sormak, en can alıcı yere dokunmak olacaktır: Babacan ve Davutoğlu için “İslâm”, nerede durmaktadır?

Davutoğlu, bu can alıcı zemine düşerse, toplum en çok kendisine şans verecektir.

Davutoğlu, Türkiye’deki bölünmüş sosyolojiyi iktidarında bütünleyeceğine inanmaktadır; öyle yüksek bir egoya sahiptir. İktidar ve ideoloji hocası olarak kendisini küreselleşen dünyanın evrensel entelektüeli sanmaktadır.

Oysa Davutoğlu da biliyor -ve bilmeli- ki, toplumlar her zaman dine değil ekonomiye, devletler de en çok dine yakın düşerler. Çünkü “yakın markaj”, eskimeyen yenidendir.

Haftaya “Yakın markaj, ne kadar iktidara yakın?” sorununu çözümleyeceğiz.