İNSANLARIN doğruyu bulma
zahmetinin arka plânında ne vardır? Normale ne zaman döneceğiz?
***
İşin
aslı elbette, artık “normal” diye bir şeyin kalmadığı... Görünen o ki, artık
önümüzde bir “yeni normal” var ve dünya oraya evrilecek, evriliyor. Bu evrim
sırasında bazı değerler ön plâna çıkmakta ki Türkiye’nin dünyaya sunduğu
fıtratının gereği paylaşmak, kanının gereği gönül fethi oluyor.
Türk
insanı, doğruluğuna inandığı bilgiyi paylaşma hususunda diğer milletlerden
ayrılır. Bu ayrılma, doğru bildiğini diğer insanların da bilmesi gereği sonucu,
onlara yapılmış bir yardım düşüncesi ile ortaya çıkmaktadır. Türk insanı,
özelde yardımseverliğini de buradan alır.
Bu
paylaşım sadece doğru ile de sınırlı değildir. Paylaşmak kavramı günümüz “kavram
bozucularının” plânları çerçevesinde yemek, lüks yaşam, eşya resmi paylaşımı ve
özendirmesi adı altında bizlere sunularak beğeni toplama olarak gösterilmeye
çalışılsa da, bizim gibi kavram bilgisi güçlü ve olaylara çok katmanlı
bakabilen insanlarda bu tarz projeler sonuç vermemektedir.
Yine
akıllı Türkler, yanlış ya da zehirli bilgi paylaşımında da bu tarz projelere
karşı sert bir tutum içerisine girmektedirler. “Sessiz kalıyorsak,
edebimizdendir” bakış açısı, mükâfatın Yaratıcı tarafından verileceği
beklentisinden kaynaklanır. Ancak sürekli kullanageldiğimiz “kırmızı çizginin
aşılması” yahut “sabrın tükenmesi” gibi kavram ikilemleri ile bu mükâfattan
vazgeçebilen ırk olarak da yine biz Türkler ilk sıralarda gelmekteyiz.
***
Uzunca
bir girişten sonra asıl konuya gelecek olursak…
Şahsen
eski normalin evrimi ile birlikte eski devlet aklının eski millet kavramı ile
yeni insan tipolojisine yöneleceği ve yeni nesil aklın formatlanmasıyla bu yola
devam edileceği düşüncesini taşımaktayım.
Burada
olayı doğru değerlendirebilmek adına bazı basit tarihsel çıkarımlar yapabiliriz…
Hazreti
Ömer’in, “İnandığınız gibi yaşamazsanız,
yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” sözünden hareketle, bugüne kadar
bizim coğrafyamızda yapılmaya çalışılanları tam anlamıyla özetleyebiliriz. Yahudinin
tarih boyunca bilerek hatâya düştüğü ve Allah’ın bizi Kur’ân’da en fazla yer
vererek uyarmaya çalıştığı ve onlarca peygamberi sırf bu uyarı için yeryüzüne
yolladığı iman konusu, Kur’ân’da müminin özellikleri arasında en fazla bahsi
geçen konudur. 30 küsur yerde geçer ve neye nasıl inandığını bilmeyen yahut
bildiklerini kendi zihinsel örgüsüne göre değiştiren insan, Allah’ın iman
konusunda sıkıntılı gördüğü insandır.
Nitekim
tarih boyunca yapılan hatâların ve gönderilen uyarıcıların tamamı, şeytanın,
insanın ismininde kökünü teşkil eden “nisyan” kökünden türetilmiş olması ile
alâkalıdır.
Nisyan,
“unutmak” demektir. Ve şeytanın asıl görevi, insanın aslî görevini çeşitli
entrikalarla sekülerizmin de etkisi ile unutturmaktır. Tarih boyunca devlet
yönetimine alınmayan Müslüman halk, daha basit yaşamış ve kendisine
unutturulmaya çalışılan birçok değerden uzak olarak Allah’ın dinini farkında
olmadan korumuştur. Yine aynı şekilde devlet yönetimine alınmayarak sokağa
itilen Yahudi halk ise, genetiği üzere basitliğini gnostik altyapısı ile
birleştirerek ticârî konuda uzmanlaşmış ve para gücünü etkin kullanıma
dönüştürerek günümüz dünyasında etkin bir konuma yükselmiştir.
Bu
yükselişin en önemli nedeni, doğru insan kullanımıdır.
Kur’ân,
bir nevi insanın kullanım kitapçığıdır. Bu başlı başına bir makale konusudur
ancak burada sadece ilgili kısımla yetineceğim…
***
Malûmunuz,
Ramazan ayı içerisindeyiz ve burada İslâm’ın şartlarından olan oruç, insanın aç
kaldığında nasıl bir düşünce yapısı içerisine girebileceğini bize örneklemelerle
vermektedir. Müslümanlardan çok Yahudiler, bu aç bırakılma kısmı ile
ilgilenerek dünya yönetiminde söz sahibi olmaya çalışmışlardır. Açlıkla Allah
bizleri, fakirleri anlayıp düşünmeye sevk etmek isterken, Yahudiler açlıkla
bizleri korkutmaya ve rızkın Yaratıcı tarafından verileceğinin unutturulmasını
sağlayarak eğitmeye kalkmışlardır.
Son
yüzyıllarda en iyi yaptıkları şey, yine insan yönetimidir. Ve tüm bu konularda
yaptıkları çalışmalar Kur’ân’dandır. Kur’ânî kavramları alıp içlerini
boşaltmaya çalışmaktadırlar. Ve boşalan bu alanlara kendi yeni kavramlarını
getirip koymaktadırlar.
Dünyadaki
insan yığınlarını bu şekilde yönetmede başarılı olmuşlardır. Burada Osmanlı’nın
yıkılışı ile bizim eski devlet aklımız bu değerlere sahip çıkarak sonradan
uyandırılabilme adına suyu kendisi bulandırmış, bulanık suda bazı
değerlerimizin av olmasına engel olmuş ve nitekim kısmen münafık gibi
davranarak suyun başına kendisi geçmiş, vakti gediğinde de (şu an o vakti
yaşamaktayız) suyun dinginleşmesi ile suya kattığı pislikleri temizleme
ameliyesine girişmiştir.
Bu
bulanıklık ve müphemlik son yüzyıldaki tüm devlet aklının arka plânında vardır.
Su, aynı sudur. İçindeki balıklar da aynıdırlar. Yüz yıldır bulanık sudan
dışarıda olan biteni göremeyen balıklara bu pisliklerden bîhaber yeni bir akıl
formatlanacaktır.
Yeni
normalde insanın insana saygısı, insanın eşref-i mahlûkat oluşunun yüksek
değeri, Türkiye’nin öncülüğünde kudretin değil merhametin kuracağı bir dönem
öngörüyoruz.
Unutmayalım
ki, merhamet karşılığını geç alır fakat tesiri derindir.
***
Sonuç
olarak, formatlamayı Rahmânî olarak okuyabiliriz. Böylece gönül fethine
çıktığımız bu amansız dönemi bir gün altın harflerle yazılmış tarihî olaylar
olarak yüzümüzün akı sayabiliriz.
Selâmetle...