“BUNDAN böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
veya “Maskeye alışın, yeni normal bu
olacak” şeklinde her geçen gün yenilerini duyduğumuz cümleler hem can
sıkıyor, hem duyma sıklığına bağlı olarak kabul görüyor.
Küçük
adımlarla tedbirlerin gevşetildiği (aklıma yuların gevşetilmesi geliyor
nedense) bugünlerde hepimiz biraz daha şüpheci, biraz daha tedirgin, biraz daha
özlemiş şekilde gidişatı izliyoruz. Düşen sayıların yanında hâlâ ciddiyetini
koruyan “ikinci dalga” beklentileri ve yavaş yavaş hissetmeye başladığımız
maddî kayıplar neyin ne kadar dengelenebileceğinin merakı ile sürmekte.
Aslında
“hepimiz” değil, “çoğumuz için” demeliydim belki de…
Sokağa
çıkma kısıtlamalarının olduğu günler dâhil, bir kesim için yasakların ya da
salgına yönelik önlemlerin hiçbir önemi olmadı. Bir diğer kesim acil işlemler
için dahi izin onayı beklerken, bunların gösterdikleri rahat tavır ve bırakın
aciliyeti yahut ihtiyaçları, hava almak bahaneli çıkışları bile kendilerine hak
görmeleri, onları yine bizzat kendilerince ayrı bir yere konumlandırıyordu!
Öyle
özelliklere haiz olmalıydılar ki koca koca yazılarla “Maskesiz girilmez” uyarılarını camlara asanlar, vatandaşla muhatap
oldukları hâlde maskesiz yahut çenenin altına indirilmiş maske ile durmakta
beis görmüyorlardı meselâ...
Ya
da “Üretim durdu” diye veryansın
ederken sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde bile işçilerini getirtmek üzere
izin kuruluna müracaat edenler, tam gün çalıştırdıkları personel için kısa
çalışma ödeneğinden faydalanmaya çalışanlar, son model araçlarına rağmen “bin
liralık” pandemi desteğine müracaat edenler de yine ayrıcalıkları en hak eden
(!) kimselerdi.
Bu
dönemde bir derde devâ olmaya çalışanlar işlerini sessiz sedâsız yapadururken,
bu özel ve özellikli insanlar bu koşullarda ve dünya örneklerinde görülenlerle
kıyaslandığında hak edilmeyecek şekilde bütün çalışmaları eleştirmeyi ve bu
eleştirilerden siyâsî sonuç elde etmenin yollarını da türlü şekilde
buluyorlardı…
Alınan
tedbirlerin mâhiyeti tartışılabilir, kısıtlamalarla alınan sonuçlarla yayılımın
doğal olması hâlinde görülebilecek sonuçlar karşılaştırabilir. Oluşturulan
korkunun maksadı üzerine analizler yapılıp karşı da çıkılabilir. Bunlar apayrı
şeyler... Ama kendisine olmayan bir ayrıcalığı/üstünlüğü atfederek, herkesin
bir şekilde kısıtlandığı, yaşam tarzını değiştirdiği bu üç ayda eski alışkanlıklarını
hiç tavizsiz sürdürme çabasındakileri olağan hoşgörümüzle değerlendiremiyor
olmamız da yeni normallerden sayılabilir mi meselâ?
***
Sokakta
oynamayı unutan çocuklara, dört duvarın içinde gününü geçiren ve hiç olmadığı
kadar yalnız kalan yaşlılara olan biteni anlatmakta sizin de güçlük çektiğiniz
oluyor mu? Bir yandan güçlü bir bağışıklığın her sorunda ve genel sağlık için
ilk gereklilik ve çâre olduğunu öğretmeye çalışırken, bir yandan maskesiz
çıkmaması, kapıya gelen kargoya dokunmamasını tembihlemenin çelişkisini yaşamak
da yeni normalimiz mi olacak?
Son
yılların trendi olarak “sağlıklı yaşamak ve fit görünmek” odaklı, sadece bedene
ve bedensel olana yönelik her türlü akımı pompalayan medya, bugün salgınla
ilgili her türlü korkutucu senaryoyu aynı iştahla veriyor. “Arz-talep” diyerek
açıklasalar da, bütün eleştirilere karşı ilk savunma cümlesi bu olsa da, artık
biliyoruz ki küresel gücün ve yönlendirilen kitlenin arasında sürekli
güçlendirilen araçtır medya.
Bu
itibarla hiç masum olmadıklarını söylemek yanlış olmaz.
Geç
kalınmış bir ilândır olsa olsa…
***
Tüm
dünyanın kocaman bir laboratuara dönüştüğü bu çağda, bugünün insanının bu
şartlarda “korku” ve “yaşama güdüsü” ile test edildiğini söylemek zor değil.
Zor olan, bütüncül plânı görmek, diğer etkenlerin ve ölçülmek istenen “şey”in
yahut nihâî amacın ne olduğunu anlayabilmek…
Bu
yeni normalleşme sürecinde merak ettiklerimden biri de şu: Yeni dünyanın yeni
normaline çabucak adapte olanlar mı daha normal, insanî her türlü ihtiyacının
farkında bir tavırla özgürlük ihtiyacını duyumsayanlar mı?
Genel kabulün ve istenilenin ilki olduğu aşikâr…