Yeni nesillerin yetişmesinde tarihin tesiri

Tarih bilinci olmadan ne fizik, ne kimya, ne de coğrafyanın önemi kavranabilir. Yeni nesiller, tarih bilinci ile yetiştirilmedikleri sürece, ya sanal dünyanın ya da Batılı emperyalizmin, kısaca Haçlı zihniyetinin tasallutunda azat kabul etmeyen kapı kulları olarak kalacaklardır.

İSTİKLÂL Marşı Şairimiz Mehmet Âkif’in şu mısraları manidardır: “Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!/ Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?/ “Tarihi tekerrür diye ta’rif ediyorlar;/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Öncelikle “Eğitim nedir? Eğitimcinin görevi nedir? Tarih bilinci eğitim için neden önemlidir?” şeklindeki soruların cevabını düşünmekte yarar var.

Milletlerin geleceği “mektep”te şekillenmektedir. Her milletin kendine has bir “mektebi” bulunmaktadır. Başta İslâm Medeniyeti olmak üzere bizim medeniyetimiz, bir mektebin eseridir. O medeniyetin sahipleri ise öğretmenlerdir. Muallim ve maarifi ayrı düşünmek mümkün değildir.

Hazırlanan müfredat içinde, özellikle tarih, bilgi ve bilincin yeni nesillerde gelişmesi açısından ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Bir adım daha ilerisini ifade etmek gerekirse, milletleri ayakta tutan “millî bilince” sahip nesillerin yetiştirilmesinde tarihin farklı bir konumu ve görevi bulunmaktadır.

Gelecek nesillerin tarih bilincinin gelişmesi için gerçek tarihi tanımak ve bilmek gerekmektedir.  

Tarih nedir, “tarih” denince ne anlaşılmalı?

Toplumların başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini ele alan bilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adı, “tarih”tir. Değişik tanımları yapılsa da, tarih, en basit ifadeyle “geçmişin bilimi”dir. Tarihin amaçlarından biri, geçmişteki gerçekleri ortaya çıkarmak ve bilinmesini sağlamaktır. Geçmişi öğrenip anlamak, şimdiki zamanı değerlendirmek ve geleceğe daha iyi hazırlanmak için tarih, vazgeçilmezlerdendir.

Tarihçi ise, geçmişe derinlemesine bakabilen, geçmişin bıraktığı kırık dökük kalıntılardan bilgi ve belge ile bir bina oluşturup bunu da gelecek nesillerin gözü önüne bir tablo gibi detayları ile ortaya koyabilendir. (H. İnalcık)

Tarih sadece olumlu örnekleri değil, olumsuz ve kulağa hoş gelmeyen detayları da vererek ibret alınmasına vesile olur. Bu sayede toplumlar ve bireyler geleceği daha iyi görür ve kurgularlar. Bu açıdan tarihte yaşamış insanların biyografileri önemli bir yer tutmaktadır. Tarih çalışmaları ve özellikle değerlendirilmelerinde biyografilerin önemli yeri vardır. Tarihin karanlığında kalmış nice şahsiyetler vardır ki, bütün hizmetlerine rağmen hak ettikleri ilgiyi görememişlerdir. (Dr. M. Akif Fidan, Eyüp Sabri Paşa ve Tarihçiliği, TTK)

Türkler, İslâm’ı kabulden sonra yeryüzünde günümüze kadar uzanan muhteşem bir tarih ve medeniyet bırakmışlardır. Batılı tarih araştırmacıları bile bu tarihten söz ederken, “Azâmetli bir tarih!” deyimini kullanmaktadırlar. (Andre Miquel, l’İslam et Sa Sivilizasyon)

Tarihimizin bütün dönemleri muhteşemdir ve azâmetlidir. Ama tarih, aynı zamanda milletlerin hafızasıdır. “Hafıza” kelimesini bilerek ve özellikle kullandım. Öyle ya, tarihin önemi başka bir biçimde nasıl anlatılabilir?

Vesikalara eğilmek, yerli ve yabancı tahriflerin, yerli ve yabancı cehaletlerin karışık bir yumak hâline getirdiği tarihi bütün ihtişamı ile tanımak, fetihlerin en büyüğü, cihatların en mukaddesi! Çehremi, benliğimi kim tanıtacak bana? Bu isli ve sırları dökülmüş ayna mı tarih? Bir medeniyet, bu çapta bir gafleti ancak tarihten silinerek ödeyebilir. (C. Meriç, Kültürden İrfana)

İnsanlarda olduğu gibi, toplumlarda da bazen hafıza kaybı husule gelebiliyor. Tabiî hafıza kaybının muhtelif dereceleri bulunmaktadır. Bir tanıdığınızın adını unutmaktan kendi adınızı unutmaya kadar değişik seviyelerde olabiliyor hafıza kaybı. Kendi adını unutmaksa, aynı zamanda kimliğini kaybetmek anlamına gelebiliyor. Bu hâlin tıptaki adına “Amnezi” deniliyor. Eskiler “adem-i hafıza” yahut “ziya-i hafıza” derler. Uydurukça karşılığı ise “bellek yitimi”… Nasıl bir karşılık?

Türk toplumunun uzun süre böyle bir illete duçâr olduğu bilinmektedir. Evet, bizim nesil hafızasını yitirmiş bir toplumun nispeten bahtsız çocukları… Aslında bu toplumsal hafıza kaybı, başlı başına bir müzakere ve araştırma konusu.

Türkiye’nin geleceği, tarih bilinci güçlü nesillerin elinde yükselecek ve bulunduğu asrı geride bırakacaktır. Yıllarca tarih, bir maslahat savma aracı olarak okutulmuştur. Yetişen nesiller, ortak bir tarih bilincinden mahrum yetiştirilmişlerdir. En nitelikli üniversite mezunları bile tarihimiz hakkında iki söz edecek bilgi ve birikime sahip değillerdir. Bir adım öne çıkarak nesiller, tarihleriyle kavgalı ve düşman yetişmişlerdir.

Tarih öğretiminde başka bir önemli çelişki ise, kendimize ait tarihî değerlerin Batılı normlarla yeni nesillere aktarılmış olmasıdır. İlkokuldan üniversite son sınıfa dek, tarih konuları tamamen Batılı anlayış ve normlarla sürdürülmektedir. Cilalı taş, yontma taş, mağara dönemi, tekerlek ve bilmem ne dönemleri insanımızın ortalama tarih bilincine yerleşmekte ve beyinleri köreltilmektedir.

Tarih, milletlerin hafızasıdır. Yanlış tarih bilgileri, nesillerin geçmiş ile bağını koparmakta, hatta mâzîlerine düşman olmalarına sebep üretmektedir. Geçmişle bağını koparan, tarihini bilmeyen milletler, çağın gerisinde kalırlar.

Hafıza kaybı yaşayan bir insan, yararına ve zararına olanı bilemediği gibi, geleceğini de bilemez. Tarih, milletlerin en önemli hazinelerinden biridir.

Cumhuriyet dönemi eğitim sistemi, “Eskiyi unut, yeni yolu tut!” terânesi ile mâzîye düşman nesiller yetiştirilmiştir. Batılı tarih anlayışı ile yetişen nesillerin zihninde ortalama bir tarih kavramı oluşmamıştır. Tarih anlayışı böyle midir peki? İnsanların ataları ilkel midir? Mağarada mı yaşamışlardır? Kendini ifade edecek konuşma bilmiyor muydu eski devrin insanı? Batı ile İslâm’ın tarih anlayışı, bu noktada ayrılmaktadır!

Tarih anlayışımıza göre insanlık tarihi Hazreti Âdem ile başlamaktadır. Hazreti Âdem, ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamberdir. Her peygamber, aynı zamanda medenîdir ve Hazreti Âdem de bir medeniyet tesis etmiştir. Çünkü Allah kendisine, “kalemle yazmayı öğretmiştir”. Günümüze gelinceye kadar insanlar, peygamberlerin izlerinden gitmişlerdir.

En son ve en kâmil din, İslâm’dır. Yeryüzünde büyük bir medeniyet kurmuştur. Azâmetli bir tarihe sahiptir. İnancımıza göre insanlık tarihinde ilkelliğin izine rastlanılamaz. Gerçek bu kadar yalın olmakla bilinmesine rağmen, mekteplerimizde “tarih” kavramı yerine, Batı’nın ispat edilemeyen ilkel bilgileri gerçek gibi okutulmaktadır.

Tarihe nasıl bakmalı?

Tarih müfredatı gündeme alınmalı ve araştırılmalı, üzerinde tartışılmalı. Çünkü tarih, bizim en büyük hazinemizdir ve bilinmesi son derece gereklidir. Tarih ve Osmanlıca, ikiz kardeştir. Yeni nesiller, tarih bilinci ile yetiştirildikleri kadar çağa meydan okuyacaklardır.

Bizi biz yapan, tarih bilincidir. Tarih bilinci olmasaydı, İstiklâl Harbi kazanılabilir miydi? Son yüzyılın bilgi ve birikiminde hiç tereddüt etmeden şunu söyleyebiliriz: Bizi ayakta tutan, sadece tarih bilincidir.

Sadece bizi mi? Düşmanlarımızı da bize karşı hazırlayan, kendilerinin sahip oldukları ama yalanlarla dolu tarih bilinci değil midir? Her Nisan ayında ısıtıp ısıtıp önümüze konulan sözde Ermeni yalanının temelinde tarih yatmakta değil midir?

Tarih bilinci olmadan ne fizik, ne kimya, ne de coğrafyanın önemi kavranabilir. Yeni nesiller, tarih bilinci ile yetiştirilmedikleri sürece, ya sanal dünyanın ya da Batılı emperyalizmin, kısaca Haçlı zihniyetinin tasallutunda azat kabul etmeyen kapı kulları olarak kalacaklardır.