Yeni nesil düş(ünce)ler

Sevginin olduğu yerde bitecek yeni tomurcuklar; umuttan gözleri kamaşmış bir nesilden gelen göçmen kuşların gagaları ve sanatçı arıların ayakları ile taşınan gelecekte…

DÜŞLERİ eşi bulunmaz ayrıcalıklarla tanımlama arzusu… Her şeye bir anlam yüklemek ve anlamın boşluğunda kaybolmak en iyi uzak, en temiz kaçış…

*Düşbaz tutkulara yol verip sığınmak… “Herkes” kalesine! Bir seferinde olmasa bile, diğerinde illâ ki bir anlayan çıkar umudu ile camdan dışarı çıkmak için habire “Bu sefer olacak!” diye cama toslayan sinekler gibi çarpa çarpa düze yokuşa, vura vura kendini dağa bayıra, bir daha incinmek pahasına...

*Kırılmanın gücünden kuleler yapmak, yalnız suda görünen ve o kulenin içine taştan insanlar koymak; çarpınca yıkılmayan, asfalta zift yapan cinsten…

*Kruvasan kılıklı çikolatasız beyinlerden görünmeyen ağaçlar dikmek çöl olmasın plâstik kaplı toprak diye… Kafalar ışıl ışıl, köşesiz ve biçimsiz zevke boyanmış ufuklar ve sorunsuz gökyüzü zehir mavisi…

*Buz gibi yalnızken, “Çorbaya tuz olacağım” diye tuz kılıklı şekerin tadı bile değişmiş. Gözleri gülüyor yine de baharı bekleyen kumruların; sûretler iskontolu, belli aşk oyunlarında… Kımıldamıyor hiçbir yaprak uzağa doğru, ilerisi boşlukta görünmeyen bir karaltı…

*Dibi görünmeyen kuyunun içinde ne saklı acaba? Kim bekliyor orada? Korkulu her düşün sonu keşke hayır mı olsa, yoksa evet mi mutluluğa ya da daha büyüğünden bir yalnızlığa?

*Sonu yokmuş dönülen sapağın ama yolu da yokmuş dönmeden durmanın. Durmadan gitmeye dayanma süresi bilinse kaç duraklı yolculuk olurdu yaşamak?

*Her taraf kurumuş insan kırıntısı. Sonra “Neye alerjimiz var? Gözüne türünden bilenmiş toz kaçtı” desek, kaç kişi kortizona devam eder ya da kabul eder kendinden olana tahammülsüzlüğünü?

*Sivri, sipsivri ucu sahipsizliğin. “Ait olmak” kimin buluşuysa, gitmemiş belli kendiyle randevusuna. Kararlı adımları; keskin taşlı, dik yamaçlı, çukuru yokuştan yolları aşındırmamış ya da...

*Renkleri olduğu gibi gösteren bir gözlük niye yok ismi gazete kâğıdına büyük puntoyla yazılan yok adam? Neden kahverengi, söz konusu göz olunca renkten sayılmıyor? Gerçi renksizlik çok revaçta. En güzel renk, kahverengi! O zaman bu durumda renk yok fiyakalı amblemler ve ışıklı tabelâlar dışında…

*Poşet paralı, kese kâğıtlarına doluşsun ihtiyaçlar hiyerarşisi. Lütfen patronlar önden buyursun, kendilerini gerçekleştirsinler banknotların serin gölgesinde! Çocuklara ve kadınlara pozitif ayrımcılık yapılsın, önden fedâ olsun onların yoluna. Tüketilsin her şey fütursuzca “ihtiyaç” adı altında!

*Sıyrılıp gelen kaç kişi var yapay şenliğinden dünyanın? Bir oyun havası tutturmuş gidiyor sanal köyün kavalcısı; güya kimsenin yaşamadığı köyü kimsesizlikten kurtaracak. Akın akın insan, hayâlî bir boşlukta kayboluyor. Gören duyan yok, nereye gittiklerini kimse bilmiyor. Herkesin içinde kimse yok, kimse yok kimsenin içinde.

*Dertsiz tasasız bir avunma beklentisiydi belki de sanalın gerçekliği. Anlam yüklemeden duramadı yine de olaya “Kral çıplak!” diyen çocuğun babası. Tuvalet kâğıdı ucuzlasın diye sosyal medya meydanlarında cenk edecek cesur yürekleri bekliyor Facebook’ta sofra paylaşan teyze. Mutlu suratlardan yılmış kitap kurdu, Instagram’ı çok değerli amaçlar için kullanmaya başladı az önce. Şeyma Subaşı storylerini güncel siyasetten daha gerçek bulan abla, tam o esnada notsuz paylaştı sıradan fotoğrafını!

*Herkes iyi kötü bir şey buldu paylaşacak ya da bakacak sanalda. Gerçeğin gözüne asimetrik kesimli sanal saç teli kaçtığından beri görmek biçim değiştirdi. Değişen görmek mi, yoksa görünmek mi? Sahi, göz kimindi?

*Düze çıkmanın abecesine ithafen yazılmış metinleri iki satıra indirme mesleğine sınavsız giriş geldiğinden beri yazmak bir ayrıcalık değil. John Fiske’ye “Amerikan’ın Kotlanışı”nı yazdıran düzen, artık kendi içinde yazarını da üretiyor. Ne kotu yırtmak, ne kalemi kırmak derde devâ bu iç içe geçmiş, bu tenine insan kokusu sinmiş kurmaca içinde. Olan bitmeyene rağmen, kısa soluklanmalara, derin yaşanan küçük anlara minnetle…

*Sert bakışlı, mağrur çocuğun başı okşandığında nefes alıyor toprak, gövdesinden ayrılmış ağacın kanı yerde süzülene dek… Bir çiçeğin feryâdı ozon tabasını delerken, azı karar, çoğu zarar kafalı adam, kuşlara vermek üzere sofra bezinden ekmek kırıntılarını topluyor. Doymayan gözler, bitmeyen heveslerin tadından kör oluyor. Tok gözlü, aç olanın hâlinden anlamaya kalmadan öldürülüyor köre göz olsun diye…

*İstekler sınır tanımayınca, sınırlar keşmekeşi temsil ediyor. Döngünün bitmez görünümü saydamlaşarak kabul edilir standartlara ulaşıyor. Ufuk, dört tarafı kabullerle çevrili imza günü hükmünde olduğundan beri, bilgeliğe çağıran eski zaman cüceleri, dostun attığı gülden yapılmış dikeni üstünde tabureler üzerinde.

*Zaman; uzağın yakına taşındığı günü, sanatın yavaşlatmasına talip. Bir sanatçı eliyle parlayan güneşin ışıkları aydınlatırsa ufku, belki sonsuzluğun görünmezliğinden şifa gelir diye… Enginlik sularında sefil kalmış, terk edilmiş topraklarda yaşam alanı oluşturmaya çalışan tefekkür bekçileri zamanın umudu.

*Fikir var, insan yok; insan çok, eyleyen yok. Çözümsüzlüğün olduğu yerde belki de sorun yok. Kendi içinde yok olan bir mekanizmanın sevgiden öte kalan yeri yoz bahçe. Oraya yetişmiş fidanlar da dikilse, kurak toprağında yeşermeyecek düşünce ve hiçbir zaman geçilmeyecek eyleme.

Sevginin olduğu yerde bitecek yeni tomurcuklar; umuttan gözleri kamaşmış bir nesilden gelen göçmen kuşların gagaları ve sanatçı arıların ayakları ile taşınan gelecekte…