Yeni kalkışmalara zemin hazırlanmaya çalışılıyor

CHP’nin, ABD’nin yeni başkanı olacak olan Joe Biden’i içişlerimize müdahaleye davet etmiş olması, Can Ataklı’nın ifşa ettiği isteklerin yanında çok gölgede kalıyor. Ve İlker Başbuğ... Genelkurmay Başkanlığı da yapmış olan koskoca bir Orgeneral… Neler saçmalıyor böyle!

LÂİKÇİLERİMİZ, anti-Erdoğancılar bunalım içinde kıvranıyor, ne yapacaklarını bilmiyorlar. İktidar ümitlerinin kalmamış olmasıdır bunun sebebi. Parlamenter sistemde koalisyonlarla, milletvekili transferleri ya da başka türlü kirli yollarla iktidarın orasından burasından yakalama imkânı bulabiliyorlardı.

Mevcût Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sisteminde iktidar olabilmek için yüzde 50’nin üzerinde oy almak icap ediyor. Fakat olmuyor! “Erdoğan düşmanlığı” ortak paydasında dinsizi, şeriatçısı, haini, gafili, solcusu, Ülkücüsü, Kemalist’i, envai türden birbirine benzemez bir araya geldi, fakat Tayyip Bey’in karşısında gene de yenildiler.

Eskiden olsaydı arka bahçeleri olan Anayasa Mahkemesi’ne bir işaret çakar, AK Parti’yi kapattırır, başta ve esas olarak Tayyip Bey’i bir yasakla siyâsetin dışına iter, kalanları da “hizaya getirirler”di. Daha da olmazsa yürüyüşler, mitingler, medya çığırıları, akademisyen bildirileriyle kargaşa yaratıp ondan sonra da “Ordu göreve!” çağrısı yapar, tabiatıyla “Ordumuz” da bu çağrıya “kayıtsız kalamaz” ve “Atatürkçü bir görüşle” işin icabına bakardı.

Yani onların demokrasisinde çâre tükenmezdi. Ne yazık ki altmış yıl kadar süren o tatlı hayat(!), artık anılarda kaldı!

Anayasa Mahkemesi’nin yapısı, yetkisi ve zihniyeti değiştirilerek hizaya sokuldu. PKK’nın partisi HDP gibi devlet düşmanlığı aşikâr olan bir parti dahi kapatılmıyor bugün. CHP’nin, millet menfaatine olan her yeni kanunu koşup iptal ettirdiği Anayasa Mahkemesi yok artık. 

Ordumuz ise, içindeki urlarından arınarak gerçek hüviyetine kavuşup aslî görevine döndü, dünyanın her tarafında destanlar yazıyor, CHP’yi ve lâikçi yandaşlarını kederden kedere gark ediyor.  

Esasen 16 Temmuz 2016’da milletimiz göğsünü tanklara, uçak kurşunlarına karşı siper ederek yüzlerce can, sellerce kan pahasına kendi kaderine bilfiil el koymuş olduğu için, kimsenin yani lâikçilerin ve yandaşlarının askerî darbeden yana ümidi kalmadı. 

Şimdi bunlar ne yapsınlar? Ne yapabilirler?

Burada dikkatimizi çekmesi gereken bir husus var. Bunların dâvâsı salt iktidara gelmek mi, yoksa Tayyip Erdoğan’ı indirmek midir? Bu iki olay aynı kapıya çıkmıyor. Onlar için öncelikli olan, Tayyip Erdoğan’ın devrilmesidir. “Evet, Erdoğan’ı istemiyoruz ama ne yapalım, halkın tercihine saygı duymak durumundayız” düşüncesiyle yerlerine oturmaları gerekirken, bunu yapmıyor ve ne pahasına olursa olsun, ne şekilde olursa olsun, isterse memleket batsın, illâki Cumhurbaşkanımızı devirebilmek için yanıp tutuşuyorlar.

Bunların Tayyip Erdoğan’a olan karşıtlıkları siyâsî muhalifliğin çok ötesinde, sınırsız bir kin ve düşmanlık boyutundadır.

Tayyip Bey’e karşı duydukları nefreti, Hocalı Katliamı’nı yapan Ermenilere, yüzbinlerce Türkmen, Kürt ve Arap kardeşimizi acımasızca katleden Beşar Esed’e, sadece birkaç saat içinde iki bine yakın kardeşimizi katleden Sisi’ye, “insan kasabı” İsrail Başbakanı Netanyahu’ya karşı duymuyorlar.  

Ellerinden gelse Cumhurbaşkanımızın kanına ekmek doğrayacaklar!

Bu kadar kin ve öfke neyin nesidir, bu insan bu kadar düşmanlığı hak edecek ne yapmıştır?

Bu sorunun cevabı çok önemlidir!

Bunun sebebi, İsrail’in, ABD’nin, PKK’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İran’ın, Yunanistan’ın, Ermenistan’ın, hülâsa bilumum Türkiye düşmanlarının Cumhurbaşkanımıza karşı besledikleri düşmanlıktır. Evet!

Türkiye’deki anti-Erdoğancı muhalefet, ülkemizin düşmanı olan bu devletlerin güdümünde, onların çizdiği yol üzerindedir. Türkiye’deki siyâsî muhalefet, ihanet içindedir, haindir! Bunların bir kısmının gaflet içinde bulunmakta oluşu netîceyi değiştirmiyor, çünkü gaflet de bir noktadan sonra ihanet sayılır.

Gazeteci Can Ataklı ve eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ne kadar açık bir şekilde karınlarında sakladıkları pisliği ortaya döküverdiler… Can Ataklı’nın özlemi, aynıyla bütün lâikçilerin, din düşmanlarının içlerindeki özlemdir. Tayyip Erdoğan’ı ne seçim, ne de darbeyle devirebileceklerinden ümitlerini kesmişler; ancak ülkenin başına çok büyük bir tabiî felâket ya da büyük bir askerî hezimetin gelmesini hayâl ediyorlar. Can Ataklı’nın, “Ben sadece ihtimâllerden bahsettim, yoksa bunları temenni etmiş değilim” demesinin hiçbir önemi yok.  Elbette niyetini açıkça söylemesini bekliyor değiliz. Biz onların ciğerini biliriz!

CHP’nin, ABD’nin yeni başkanı olacak olan Joe Biden’i içişlerimize müdahaleye davet etmiş olması, Can Ataklı’nın ifşa ettiği isteklerin yanında çok gölgede kalıyor.  

Ve İlker Başbuğ...

Genelkurmay Başkanlığı da yapmış olan koskoca bir Orgeneral… Neler saçmalıyor böyle!  

İkide bir, zırt pırt ortaya bir şey atıp insanların canını sıkan bu münasebetsiz adam, “Menderes erken seçim yapsaydı darbe olmazdı” demek sûretiyle 27 Mayıs Darbesi’nin suçlusu olarak Merhum Başbakan Menderes’i işaret ediyor, aklınca darbeye haklılık kazandırıyor. Ve açıkça, “Şayet Erdoğan erken seçime gitmezse, bir darbe meşru olur” demek istiyor.  Tabiî ki, “Evet, onu kastettim” demesini beklemiyoruz.  Ahlâksız herif!

Kendisine bu millet hâlâ yüksek emekli aylığı, mâkâm aracı, özel şoför, emir subayı, koruma, lojman ve daha bir sürü yüksek seviyede maddî ve mânevî imkân sağlıyor; lâyık olmadıkları bu imkânlar bunları kudurtuyor!

Muhalefetin cılız erken seçim talebinin bence ciddiye alınacak bir tarafı yok. Şu sırada Koronavirüs yüzünden ülke ekonomik ve sosyal bakımlardan sıkıntıda iken, CHP’den kopan Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül hareketleri henüz güçlenmeden bir seçimin kendileri için uygun olacağı, belki üst akıl tarafından kendilerine empoze edilmiş olabilir.

Can Ataklı’nın ümitsiz ifadesinden bu güruhun çâresizce oturup kalacaklarını bekliyor değiliz. Tam tersine, iki hafta önceki yazımda bunların ilkbahara doğru “Gezi” türü birtakım kalkışmalara teşebbüs edeceklerini tahmin ettiğimi yazmıştım. Fakat görünen, bunların ilkbaharı beklemeye niyetlerinin olmadığıdır. 

Hazır devlet dört bir yanda savaş hâlindeyken, Koronavirüs yıkımı hâd safhadayken, Biden’in gelmesiyle, “ne olur ne olmaz, ülke henüz düze çıkmadan” bunların, daha doğrusu bunları yöneten Mossad’ın, CIA’nın, Sorosların, Fetölerin niyetleri bu zor zamanda işi bitirivermektir. Biden’in, “Erdoğan’ı darbeyle değil, muhalefete destek vererek devireceğiz” lâfından anladığımız, “Darbeyle devireceğiz” demek istediğidir. Çünkü ABD daima söylediğinin tam tersini yapan münafık bir devlettir. 

Boğaziçi Üniversitesindeki sözde barışçı protestoların ve provokasyonların önümüzdeki günlerde değişik türlerini beklemeliyiz. Hükûmetin bu olaylar karşısında gayet kararlı davranması gereklidir. Devletimiz, İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu, bütün bu olayların önünde, ardında, yanında kimlerin ve nelerin olduğunu çok iyi biliyorlar. Allah’ın izniyle düşmanın hevesi bir kere daha kursağında kalacaktır.