LÂİKÇİLERİMİZ, anti-Erdoğancılar
bunalım içinde kıvranıyor, ne yapacaklarını bilmiyorlar. İktidar ümitlerinin
kalmamış olmasıdır bunun sebebi. Parlamenter sistemde koalisyonlarla,
milletvekili transferleri ya da başka türlü kirli yollarla iktidarın orasından
burasından yakalama imkânı bulabiliyorlardı.
Mevcût
Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sisteminde iktidar olabilmek için yüzde 50’nin
üzerinde oy almak icap ediyor. Fakat olmuyor! “Erdoğan düşmanlığı” ortak
paydasında dinsizi, şeriatçısı, haini, gafili, solcusu, Ülkücüsü, Kemalist’i, envai
türden birbirine benzemez bir araya geldi, fakat Tayyip Bey’in karşısında gene de
yenildiler.
Eskiden
olsaydı arka bahçeleri olan Anayasa Mahkemesi’ne bir işaret çakar, AK Parti’yi
kapattırır, başta ve esas olarak Tayyip Bey’i bir yasakla siyâsetin dışına iter,
kalanları da “hizaya getirirler”di. Daha da olmazsa yürüyüşler, mitingler,
medya çığırıları, akademisyen bildirileriyle kargaşa yaratıp ondan sonra da
“Ordu göreve!” çağrısı yapar, tabiatıyla “Ordumuz” da bu çağrıya “kayıtsız
kalamaz” ve “Atatürkçü bir görüşle” işin icabına bakardı.
Yani
onların demokrasisinde çâre tükenmezdi. Ne yazık ki altmış yıl kadar süren o
tatlı hayat(!), artık anılarda kaldı!
Anayasa
Mahkemesi’nin yapısı, yetkisi ve zihniyeti değiştirilerek hizaya sokuldu. PKK’nın
partisi HDP gibi devlet düşmanlığı aşikâr olan bir parti dahi kapatılmıyor bugün.
CHP’nin, millet menfaatine olan her yeni kanunu koşup iptal ettirdiği Anayasa
Mahkemesi yok artık.
Ordumuz
ise, içindeki urlarından arınarak gerçek hüviyetine kavuşup aslî görevine
döndü, dünyanın her tarafında destanlar yazıyor, CHP’yi ve lâikçi yandaşlarını
kederden kedere gark ediyor.
Esasen
16 Temmuz 2016’da milletimiz göğsünü tanklara, uçak kurşunlarına karşı siper
ederek yüzlerce can, sellerce kan pahasına kendi kaderine bilfiil el koymuş
olduğu için, kimsenin yani lâikçilerin ve yandaşlarının askerî darbeden yana
ümidi kalmadı.
Şimdi
bunlar ne yapsınlar? Ne yapabilirler?
Burada
dikkatimizi çekmesi gereken bir husus var. Bunların dâvâsı salt iktidara gelmek
mi, yoksa Tayyip Erdoğan’ı indirmek midir? Bu iki olay aynı kapıya çıkmıyor.
Onlar için öncelikli olan, Tayyip Erdoğan’ın devrilmesidir. “Evet, Erdoğan’ı
istemiyoruz ama ne yapalım, halkın tercihine saygı duymak durumundayız”
düşüncesiyle yerlerine oturmaları gerekirken, bunu yapmıyor ve ne pahasına
olursa olsun, ne şekilde olursa olsun, isterse memleket batsın, illâki
Cumhurbaşkanımızı devirebilmek için yanıp tutuşuyorlar.
Bunların
Tayyip Erdoğan’a olan karşıtlıkları siyâsî muhalifliğin çok ötesinde, sınırsız
bir kin ve düşmanlık boyutundadır.
Tayyip
Bey’e karşı duydukları nefreti, Hocalı Katliamı’nı yapan Ermenilere,
yüzbinlerce Türkmen, Kürt ve Arap kardeşimizi acımasızca katleden Beşar Esed’e,
sadece birkaç saat içinde iki bine yakın kardeşimizi katleden Sisi’ye, “insan kasabı”
İsrail Başbakanı Netanyahu’ya karşı duymuyorlar.
Ellerinden
gelse Cumhurbaşkanımızın kanına ekmek doğrayacaklar!
Bu
kadar kin ve öfke neyin nesidir, bu insan bu kadar düşmanlığı hak edecek ne
yapmıştır?
Bu
sorunun cevabı çok önemlidir!
Bunun
sebebi, İsrail’in, ABD’nin, PKK’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İran’ın,
Yunanistan’ın, Ermenistan’ın, hülâsa bilumum Türkiye düşmanlarının
Cumhurbaşkanımıza karşı besledikleri düşmanlıktır. Evet!
Türkiye’deki
anti-Erdoğancı muhalefet, ülkemizin düşmanı olan bu devletlerin güdümünde,
onların çizdiği yol üzerindedir. Türkiye’deki siyâsî muhalefet, ihanet
içindedir, haindir! Bunların bir kısmının gaflet içinde bulunmakta oluşu netîceyi
değiştirmiyor, çünkü gaflet de bir noktadan sonra ihanet sayılır.
Gazeteci
Can Ataklı ve eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ne kadar açık bir şekilde
karınlarında sakladıkları pisliği ortaya döküverdiler… Can Ataklı’nın özlemi,
aynıyla bütün lâikçilerin, din düşmanlarının içlerindeki özlemdir. Tayyip Erdoğan’ı
ne seçim, ne de darbeyle devirebileceklerinden ümitlerini kesmişler; ancak ülkenin
başına çok büyük bir tabiî felâket ya da büyük bir askerî hezimetin gelmesini
hayâl ediyorlar. Can Ataklı’nın, “Ben sadece ihtimâllerden bahsettim, yoksa
bunları temenni etmiş değilim” demesinin hiçbir önemi yok. Elbette niyetini açıkça söylemesini bekliyor
değiliz. Biz onların ciğerini biliriz!
CHP’nin,
ABD’nin yeni başkanı olacak olan Joe Biden’i içişlerimize müdahaleye davet etmiş
olması, Can Ataklı’nın ifşa ettiği isteklerin yanında çok gölgede kalıyor.
Ve
İlker Başbuğ...
Genelkurmay
Başkanlığı da yapmış olan koskoca bir Orgeneral… Neler saçmalıyor böyle!
İkide
bir, zırt pırt ortaya bir şey atıp insanların canını sıkan bu münasebetsiz
adam, “Menderes erken seçim yapsaydı darbe olmazdı” demek sûretiyle 27 Mayıs Darbesi’nin
suçlusu olarak Merhum Başbakan Menderes’i işaret ediyor, aklınca darbeye
haklılık kazandırıyor. Ve açıkça, “Şayet Erdoğan erken seçime gitmezse, bir
darbe meşru olur” demek istiyor. Tabiî
ki, “Evet, onu kastettim” demesini beklemiyoruz. Ahlâksız herif!
Kendisine
bu millet hâlâ yüksek emekli aylığı, mâkâm aracı, özel şoför, emir subayı,
koruma, lojman ve daha bir sürü yüksek seviyede maddî ve mânevî imkân sağlıyor;
lâyık olmadıkları bu imkânlar bunları kudurtuyor!
Muhalefetin
cılız erken seçim talebinin bence ciddiye alınacak bir tarafı yok. Şu sırada
Koronavirüs yüzünden ülke ekonomik ve sosyal bakımlardan sıkıntıda iken,
CHP’den kopan Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül hareketleri henüz güçlenmeden
bir seçimin kendileri için uygun olacağı, belki üst akıl tarafından kendilerine
empoze edilmiş olabilir.
Can
Ataklı’nın ümitsiz ifadesinden bu güruhun çâresizce oturup kalacaklarını bekliyor
değiliz. Tam tersine, iki hafta önceki yazımda bunların ilkbahara doğru “Gezi”
türü birtakım kalkışmalara teşebbüs edeceklerini tahmin ettiğimi yazmıştım.
Fakat görünen, bunların ilkbaharı beklemeye niyetlerinin olmadığıdır.
Hazır
devlet dört bir yanda savaş hâlindeyken, Koronavirüs yıkımı hâd safhadayken, Biden’in
gelmesiyle, “ne olur ne olmaz, ülke henüz düze çıkmadan” bunların, daha doğrusu
bunları yöneten Mossad’ın, CIA’nın, Sorosların, Fetölerin niyetleri bu zor zamanda
işi bitirivermektir. Biden’in, “Erdoğan’ı darbeyle değil, muhalefete destek
vererek devireceğiz” lâfından anladığımız, “Darbeyle devireceğiz” demek
istediğidir. Çünkü ABD daima söylediğinin tam tersini yapan münafık bir
devlettir.
Boğaziçi
Üniversitesindeki sözde barışçı protestoların ve provokasyonların önümüzdeki
günlerde değişik türlerini beklemeliyiz. Hükûmetin bu olaylar karşısında gayet
kararlı davranması gereklidir. Devletimiz, İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman
Soylu, bütün bu olayların önünde, ardında, yanında kimlerin ve nelerin olduğunu
çok iyi biliyorlar. Allah’ın izniyle düşmanın hevesi bir kere daha kursağında
kalacaktır.