Yeni dünyanın lügâtinde “Ayasofya”

Anadolu bir kez daha tıpkı Malazgirt, Çaldıran, İstanbul ve Çanakkale muharebelerinde olduğu gibi, dünyayı ifsad etmek üzere tek başına hükmünü sürdüreceği zannındaki egemenlere 15 Temmuz Muharebesi’nde de son dersini vermiştir. ‪İnsanlık vicdanının vücût bulduğu Haniflik ve derin irfanımız ile o gün nasıl “Biz buradayız” demişsek, yine diyeceğiz ve cümle âleme İhlâs Sûresi’nin kıraatını salık vereceğiz… ‬‬‬

ŞUNU kesin şekilde bilmeliyiz ki, 15 Temmuz sadece kendi topraklarımızın değil, dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir!

Akılları sıra Tanrı’yı kıyamete zorlamaya kalkışan, şeytana tapar bir akılla insanlığı yok etmek arzusuyla yaşayan ve ham hayâl bir Arz-ı Mev’ud peşinde koşanların emrindeki, mâbudu şeytan olan korsan Mesih şövalyesinin uşaklarının gerçekleştirdikleri kalkışmanın hedefi, “Hanifliği” ve “Hanif kimlikleri” yok etmekti.

Çünkü Anadolu, insanlık için âdeta Nûh’un gemisidir ve kastetmişlerdir ki, bu gemi batırılmalı yahut teslim alınmalıdır.

Fakat Hanif diriliş ve direniş, buna izin vermemiştir!

***

Ardından yeni oyun ve dolayısıyla yeni bir düzen kurulmaya başlandı.

Buradan anlaşılacaktır ki, oyunu bozan ve yeniden kurulmasını sağlayan güç, Türkiye oldu.

Tarihin bu yeni seyrini asrın dönüşümü üzerinden okuyacağımız ve yüzyıllık plânın ve hattâ plânların konuşulup realize edileceği eşikteyiz şimdi.

Bugüne kadar insanlık tarihi iki hatta şekillenmişti, bundan sonraki süreçte aynı kurguyla şekillenecektir: Haniflik ve Nemrudizm (Firavunizm)…

Haniflik, kadim insanlık tarihi itibariyle fıtratın Tek Rabbe kul olduğu kurgudur ve bu yüzden değişmez. Ancak Nemrudizm, çağlar ilerledikçe değişerek kendisine yeni müminler arayıp bulur. Bu yüzden yeni düzenin bu hattında bir Neo-Firavunizminden bahsetmek mümkün…

Bu Neo-Firavunist yaklaşım, yeni asırda Sabiîlik üzerinden Anadolu’yu da şekillendirerek İslâm’ı tasfiyeyi bu topraklardan başlatmayı istiyor.

Anadolu’yu, Anadolu insanını düalist anlayışla doldurarak ve her harfine iman ettiği Kur’ân ile her tavrını baş tâcı ettiği Peygamberinden ayırarak, İhlâs Sûresi’nin sırrından ve mânâsının idrakinden koparılmış bir model inşâ etmeyi plânlıyor.

Tabiî onların plânı böyle olsa da, tarih şâhittir ki, hiçbir dönem Hanif dilsiz ve sözsüz kalmamıştır, kalmayacaktır!

Dünyanın egemeni olmak hırsıyla Biricik Rabden rol çalma hesabıyla yeryüzünde güya “Tanrı’nın krallığının” (!) peşinde koşanlara karşı Allah, Hanif sözü söyleteceği bir topluluğu var kılmıştır.

15 Temmuz’dan sonra omuzlarımızın üzerinden yeniden var olanların “Artık egemen biziz” diyerek süreç yönettikleri bugünkü zaman diliminde, insanlık için yeni Nûh’un gemisi Anadolu’da kurulu Türk Devleti öncülüğünde Hanif millet, hak sözü “bu asrın sözü” olarak haykırmak, insanlığa hatırlatmak zorunda!

Tarih bunu emrediyor...

***

Gerileyen Batı uygarlığı, yükselişi duraksama sinyali veren Çin, kuzeyde sıkışan Rusya manzarasıyla dünya, bu sözü işitmeyi bekliyor.

İnsanlığı bekleyen bu sözü sözyeleyecek dilin sahibi evet, biziz!  

Hazreti İbrâhim Nemrut’a ne demişse, biz de o sözü söyleyeceğiz!

Çünkü “Allah bize yeter!”

***

Anadolu bir kez daha tıpkı Malazgirt, Çaldıran, İstanbul ve Çanakkale muharebelerinde olduğu gibi, dünyayı ifsad etmek üzere tek başına hükmünü sürdüreceği zannındaki egemenlere 15 Temmuz Muharebesi’nde de son dersini vermiştir.

İnsanlık vicdanının vücût bulduğu Haniflik ve derin irfanımız ile o gün nasıl “Biz buradayız” demişsek, yine diyeceğiz ve cümle âleme İhlâs Sûresi’nin kıraatını salık vereceğiz…

***

Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Trakya sınırlarında konuşlandırdığı Birinci Ordu eskisinden çok daha güçlü olmalıdır!

Doğu sınırlarımız da güvenlik noktasında elbette güçlendirilmelidir.

Ancak Trakya’ya yeniden dikkat edilmelidir.

Bir kez daha Çanakkale Savaşı vermek zorunda kalmamız görünürde belki de mümkün değil. Ancak Rusya çökerse, Rusya’yı çökertirlerse ki ihtimâl dışı değil- sıranın kime nereden geleceğini düşünmek zor değil.

Koronavirüs öncesinde bu hamleler konuşuluyordu birçok masada, salgın sürecinde tüm dünya evine sığınmışken, o masalardaki plânlar daha derinleştirildi.

Buckhingam Sarayı dahi boşatılıp Windsor Şatosu aktifleştirildi…

Salgın sürecinde Avrupa ve ABD, kaynak yetmezliğinin ve güçten yoksunluğunun daha da farkına vardı.

Tabiî kaynakların geçiş yaptığı toprakların değeri de daha arttı!

İşte Trakya’nın önemi ve kıymeti de bu çerçevede yükseldi.

Zira Türkiye hem Akdeniz, hem de Karadeniz’de söz sahibi olmaya namzet sağlam adımlarını atmış, yolların sahibi olduğunu ilân etmişti.

Bu anlamda kaynak acziyeti içindeki devletlerin Boğazlarda hak sahibi olmaktan başka çâreleri kalmayacağı düşüncesiyle kritik saldırı hamleleri olabilir. Yunan ülkesindeki terör kamplarının yıllardır hangi amaçla kurulduklarını yeniden düşünmek zorundayız.

***

Ve ayrıca, kesinlikle yeryüzü Müslümanalarına ve de tüm mazlum insanlığa hitap edecek evrensel bir insanlık beyannâmesini “biz” kaleme almalıyız!

Bunun merkezine, sembol değer olarak koyacağımız şifre şudur: Ayasofya… Ayasofya… Ayasofya…

Salgın krizi sonrasında dünya âlimleri, İstanbul’da toplanarak Kur’ân’ın ışığında yeni asra ve yeni insanlığa söylenecek sözü konuşmalıdır.

Türk dünyası, Müslüman Araplar ve Afrika halkları arasında diplomatik ve ekonomik sosyal bağ yeniden kurulmalı, bunun için D-8 üzerinden yürütülen çalışmalar daha da güçlendirilmelidir.

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi!
Her gün bir yere konmak ne güzel!
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım...”

(Mevlâna Celâleddin-i Rûmî)