Yeni dünya düzeni ve empati

Ne kadar güçlü olurlarsa olsun bu güç paradan geliyordu. Para ise deterjandan kahveye ve teknolojiye kadar sattıkları ürün ve markalardan geliyordu. Dünya genelinde Siyonizm artık tiksinti uyandırmıştı. Onlara ait markalara Amerika ve İngiltere hariç her ülke ambargo uyguladı. Ambargo uygulamayan ülkelerde de sivil halk ürünleri raflarda bırakarak satın almama refleksi gösterdiler. Markalar küçüldü, el değiştirdi, sadece para için Siyonistlerle ortak olmuş daha küçük şirketler anlaşmaları bozdular.

2025 yılında İsrail, Gazze saldırılarında geri dönülmez noktaya gelmiş, halk yalnızca yardımlar ile doyabiliyordu. Güvenli diye barınmaya çalıştığı yerler beklenmedik anlarda vuruluyordu. Ölü ya da yaralı sayıları Orta Doğu ve komşu ülkeler basını için bile haber değeri taşımıyordu artık. Haftalık yaşanan saldırılar “normalleşmiş!” bir durum hâline gelmişti. Okunmayan, dikkat çekmeyen haberdi. Yeni değildi. 


İnsanoğlu işte, duyduğunu duydukça kanıksıyordu. Hayret hissi yerine “vah vah, cık cık, yine mi” gibi cılız tepkiler verilmeye başlanmıştı. Haber ajansları da ticarî kuruluşlar elbette, izlenmeyen, tıklanmayan olaylara günden güne daha az süre ayırıyorlardı. Patlama gürültüsüyle akan kanlar sessizce kurumaya başlamıştı. 


Fakat dünyanın bir yerlerinde, bu zulmü anlamaya çalışan, anladıkça çabalayan, acının dilini öğrenmeye çalışan birileri vardı… 


Norveç’te, ikinci dünya savaşından sonra sarsılmaz bir istikrar, sapasağlam kurulu liberal bir düzen vardı. Sağdan soldan, siyasetten, ekonomiden, doğal afetlerden bile etkilenmeyen yalnızca birkaç münferit kriminal vakanın haber olduğu içe dönük ülkelerden biriydi. Dünyanın çeşitli yerlerinden önemli olaylar beş dakika süren akşam haberlerinde üstün körü duyuruluyor, halk kendi gündelik yaşantısına bu haberleri dahil etmiyordu. 


Jessi, Norveç’te doğup büyümüş yirmi yaşında genç biriydi. Annesi İrlandalı çok ünlü bir piyanist, babası ise Norveçli yine ünlü bir mimardı. Kamp yapmayı, bisiklete binmeyi, makyaj yapmayı seven yaşam dolu sıradan bir gençti. Amerikalı ünlü ve güzel mankenleri sıkı takip eder, Koreli şarkıcılara yüksek seviyede hayranlık duyardı. Takip ettiği ünlüler gibi giyinmeye çalışır, sevdiği şarkıcıların hayatlarını magazin dergilerini okur, onların yaşantısına tanık olmaktan öte ortak olurcasına haberdar olurdu. Dinlediği grubun solistinin evinin çatısı kasırgada uçmuş, bu olayı haberlerde gördüğünde arkadaşları ile bu olay hakkında konuşmuştu. “Zavallıcık, yeni dekore ettiği evini yaptırmak için birkaç konserini iptal edecek, büyük maddi hasar varmış” diyerek bahsetmişti. Hatta onun bu konuda yaşadığı üzüntü ve mağduriyeti derinden hissettiğini anlatan bir yazıyı şarkıcının hayranı olarak Twitter sayfasında paylaşmıştı. 


Bir film oyuncusunu veya bir roman kahramanının acısını bazen içinizde hissedersiniz, Jessi’nin yaşadığı da tam olarak öyle bir şeydi, empati! Azerbaycan Türkçesinde empati kelimesi “duygu bütünleme” olarak çevrilir. Oldum olası çok beğenirim bu tanımı, başka biri ile duygusal olarak bir bütün hâline gelmek, ne kadar hoş, ne kadar gelişmiş bir davranış!  


Jessi, babasının haberleri izlediği bir akşam Gazze’de yaşanan o acı olayı, hastanenin vurulması haberini görmüştü. Ancak bu acı dolu görüntüleri izlemesine rağmen kalbinde bir şeyin eksik olduğunu fark etmişti. Acaba kimdi bu insanlar, nasıl bir hayatları vardı, senin benim gibi, bizim gibi miydiler? Ne yer ne içerler, neye inanırlardı, ne olmuştu da başlarına böylesine bir felaket gelmişti? Tüm bu soruları babasına sordu, aldığı yanıtlar onu şaşırtmamış ama tatmin de etmemişti. Evet, masum insanlardı, herkes gibi yalnızca vatanlarında yaşamaya çalışan, normal insanlardı. Suçlu değillerdi, tuhaf değillerdi, ilginç değillerdi. Jessi, babası ile konuşurken aklına bir fikir gelmişti, bu insanların yaşantısı ve yüzleri yeterince göz önünde değildi. Bilinmiyorlar, saklı tutuluyorlardı. Bu nedenle, “Bölge dışındaki bizler tarafından içselleşmiyor” demişti babasına. “Nedir planın?” diye sordu babası. Jessi, “Ta Kore’deki şarkıcının başına gelen olay hakkında sınıfta günlerce sohbet ettik. Çünkü Şarkıcı Mark’ı tanıyoruz. Bu insanları da tanımamız gerekiyor. Gazze’ye gidelim mi?” diye cevap verdi babasına. “İmkânsız! Bu bölgeler tehlikeli. Hindistan’da suşi yiyen bir turist gibi oralarda gezemeyiz…’ dedi babası.


Jessi, birkaç gün internette Gazze ile ilgili etraflıca araştırma yaptı. Tarihî, coğrafî, siyasî pek çok haber ve makale okudu. Gazze, içinde büyüyen bir derde dönüşmüştü. Annesine, arkadaşlarına, öğretmenlerine her gün babasına anlatıyordu öğrendiklerini. Jessi’nin zihninde bölgenin görünür olması gerektiği fikri dönüp duruyordu. O yıl yaz tatiline girerken ödev olarak “İnsanlık için faydalı (daha önce denenmemiş) bir proje geliştirin”demişti rehberlik öğretmeni. 

Jessi, dünya çapında ünlü olan, New York City’de bile konserler vermiş olan piyanist annesi Maria ile konuşmaya karar verdi. 




Haftalarca gündem değişmedi. Döndürüp döndürüp o korkunç görüntüleri yayınladılar. Birkaç ülkede kalabalık cenaze törenleri düzenlendi. Herkesin tek konuştuğu şey Filistin’di. Kalplerde büyüyen nefret ise İsrail içindi. 


“Planımız şu: Ünlü insanlar ile oraya gideceğiz ve oradan yayın yapmaktan çekince duyan basının dikkatini Gazze’ye yönlendireceğiz. Böylelikle bu insanların yüzleri de, acıları da görünür olacak” demişti annesine. 


Merhametli evladına gurur hissiyle bakan Maria bu fikre sıcak baktı. Aynı akşam babasını da ikna ettiler. Piyanist Maria daima kaos halinde gördüğü Orta Doğu’ya seyahati için duyduğu heyecanı tanıdığı herkese anlatıyor, etrafını şaşırtıyordu. Elbette Maria’nın kendisi gibi ünlü birçok tanıdığı vardı. Bu plan küçük bir çevrede yayılmış, hatta yerel basında varlıklı ve ünlü Maria-Johan çiftinin Gazze’ye gideceği yazılmıştı. Söylentiler, sosyal medya paylaşımları ve doğrudan yapılan çağrılar ile Gazze seyahati için bu aileye katılmak isteyen birkaç ünlü daha bulunmuştu.


İspanya’dan bir futbolcu, Londra’da yaşayan Pakistan kökenli bir tiyatrocu, Norveçli iki kadın şarkıcı, Montenegrolu dünyaca tanınan, Amerika’da yaşayan güzeller güzeli bir manken de Jessi ve ailesi ile birlikte Gazze’ye gitmek için yola çıkmıştı. Kendi hesaplarında yüzbinlerce takipçisi olan bu insanlar yolculuk sırasında paylaşımlar yapıyorlar ve bu sıra dışı plan için gönüllü olduklarını ifade ediyorlardı. Her saat izlenme sayıları artmıştı ve merak uyandırmayı başarmışlardı. 


Üç gün süren yolculuk ve alınmaya çalışılan özel izinler sonrası Jessi’nin ailesi ve ünlüler Gazze’ye girmeyi başardılar. Elbette ki karşılaştıkları manzara korkunçtu. Beklediklerinden on kat daha kötü ve zor bir yaşamın ortasına düşmüşlerdi. Çaresizlik, tarif edilemeyecek boyuttaydı. Çok geçmeden çantalarına koydukları şampuan ve kişisel bakım ürünlerinin ne kadar gereksiz olduğunu fark ettiler. İçmek için bile su bulmak büyük mesele idi. Şehrin görüntüsü onlar için bir distopik filmi andırıyordu. 


Gelen yabancılar karşısında Gazze halkı da şaşkındı, hemen kucak açtılar. Ünlüler kendi getirdikleri çadırları kurmaya başladılar, aynı zamanda İngilizce bilen Gazzeliler ile bol bol sohbet ediyorlardı. Kamuoyunda takip edilen bu ünlü topluluğu ile birlikte daha önce Gazze’ye gelmemiş olan kameramanlar ve muhabirler de gelmişti. Siyonistlerin domine ettiği dünya ana akım medyası şimdi bu viran şehirden görüntü almaya özellikle çabalıyordu. Bilhassa gençler tarafından çok sevilen futbolcu Moraldo yemek sırasında Gazze halkı ile birlikte objektiflere poz veriyordu. Bilerek daha çok basının ilgisini çekmeye yönelik hareketler yapıyor, çocuklarla top oynuyordu. Kafilenin her bir ünlüsü Gazze’nin koşullarını birebir deneyimliyorlardı. İlk günden mazlum halkın yüzü on binlerce gazetenin kapak sayfasında yer almıştı. 


Jessi, annesi ile kadınlara yardım ediyordu. Oradaki insanlar hem yorgun hem korkusuzlardı ama hiç bu kadar şaşırmamışlardı. Değişik bir enerji ve iş yapma gücü gelmişti şehre. Neticede bu birkaç ünlü, kamyonla yardım getiren bir sivil toplum örgütü değildi, münferit ve spontane bir seyahatti. Sırt çantalarında getirdikleri bisküvi ve şekerlememler çoktan bitmişti. Ünlüler kafilesi de herkesin yediği yemekleri yiyor, su için saatlerce sıra bekliyorlardı. Tepelerinde dolaşan her uçak ödlerini koparıyordu. Günler geçiyordu, tam iki hafta olmuşu. Güzel manken Alessandra’nın yağlı saçlarını denizde yıkarken çekilen fotoğrafı, lüks mücevherler ile Fransa sahillerinde çekilmiş makyajlı fotoğrafları ile yan yana servis ediliyor, ünlü mankenin geldiği durum her dilde manşet oluyordu. İşte şimdi bu fotoğraflar haber değeri taşıyordu, reytingi olan bu insanları yayınlamak uğuruna televizyon kanalları her gün Gazze’den bahsediyordu. Ülke ülke her sokakta, Londra, Berlin, Çin’deki siyaset programlarında, magazin ve futbol dergilerinde Gazze fotoğrafları çıkıyordu. Fısıltılar uğultuya yükselmiş, bu seyahat artık popüler bir fenomene dönüşmüştü. Jessi başarmıştı, dünya Gazze’yi izliyordu! 


Ünlü tiyatro sanatçısı Zaima’nın gözyaşlarıyla verdiği röportajdaki şu cümleleri onlarca dile çevrilmişti: 


“İnsanlar kirlenen çamaşırlarını bir gün daha kullanabilmek için tersini çevirip kullanıyorlar. Yemek yemeden yaşamayı öğrendik. Her aileden bir değil artık üç kayıp var, özellikle doktorları ve sağlık görevlilerini daha çok öldürmeye çalıştılar, gelen yardım kamyonlarını içindeki gıdalar bozulsun diye bilerek kapıda bekletiyorlar. Ekmek yerine kum yiyen çocukları gördüm! Bir anne ‘Yeter artık, dünya sizin olsun, ben artık oğlumla yalnızca cennete gitmeyi bekliyorum’ demişti. Bu acıları gördükten sonra İngiltere’ye dönmeyeceğim, dönsem bile o yatağa rahatça başımı koyamam.”  


Her gün daha çok muhabir geliyor, İsrail bile üstün körü bu ünlü ziyaretine yer vermek zorunda kalıyordu. Üç aydır kafile oradaydı, Jessi’nin babası mimar Michael Bortn’un tombul yüzü epey kemikli ve zayıf bir hâl almıştı. Bu süre içinde ün arttırmaya çalışan pek çok şarkıcı ve oyuncu da Gazze’yi ziyaret etmişti. Kişisel çıkarları için de olsa onların da buradaki görüntüsü arşivde yerini almıştı. Kimileri bir gün bile dayanamazken kimileri Filistin’i bırakıp gidemiyordu. Garipsenecek bir şekilde ünlüler dünyasında Gazze’ye gitmiş olmak havalı bir şey hâline gelmişti. Cesur ve sağduyulu imajlarının desteklenmesi için bu bir akım olmuştu. İlaç ve kıyafet yardımları artmıştı, artık oyuncak bile gönderiliyordu. Ultra ünlü ve zenginler bu konuda konuşmadıklarında sosyal medyada linç ediliyor, Gazze hakkında bir şeyler söylemeleri için toplumsal baskı yapılıyordu. Ama maalesef hiçbir bir zaman bombalar durmamıştı. O akşam kırk kişinin barındığı bir okul binası vuruldu, birkaç gün önce Jessi ve annesi Maria da orada kalmışlardı. Şimdi ölümü ve hayatta olmanın şansını yutkunduklarında bile hissediyorlardı. İlk defa enkaz olmadan önceki hâlini bildikleri bir yer bugün baktıklarında yok olmuştu. Esas travma yıkık binaları görmek değil, sağlam hâlini bilip içinde nefes aldıktan sonra yıkık hâlini görmekti. İşte bu nedenle haberlerde görmek yeterince etki etmiyordu. Bu patlama haberi her zamanki Gazze haberlerine göre çok daha fazla anlatıldı. Herkes orada olan tanınmış insanlardan biri de öldü mü diye merek ediyordu. Google’da Gazze’de bugün ölenlerin isimleri şeklinde arama yapılmıştı. 


Annesi Lübnan’lı olan Latin kökenli Shakilana da piyanist olarak dinlediği ve bir zamanlar birlikte çalıştığı Maria’nın bu saldırıdan kıl payı kurtulduğunu öğrendiğinde empati yapabildi. Gazze’de ölüm var, hem de en vahşi olanından. İçinde bir korku oluştu, masum birçok insan tehlikede diye düşündü. O da Gazze’ye gitmeye karar verdi. Şimdiye kadar Gazze’ye gidenler arasında Shakilana en ünlüsüydü. Yaşlı, genç, kadın erkek herkesin bildiği kült bir isimdi. Korumaları ve iki oğlu ile Gazze’ye gitti. Kocaman birkaç kamyon gıda ve gitarını da getirmişti. Gazze halkı soykırımın etkisinden ve tuzaklarından çok, gelen insanlara şaşırır haldelerdi. Medya artık neredeyse naklen yayına başlayacak duruma gelmişti. Shakilana gitarını çalıyor, duygusal şarkılar söylüyordu, halk etrafında toplanmış gözyaşları ile dinliyorlardı. Bambaşka bir enerji vardı Gazze’de. 


Ve… Büsbüyük ama büsbüyük bir gürültü…


Yine… Olanlar olmuştu. İsrail pilotunun yaptığı bir hata(!) nedeniyle vurduğu yer, şarkı söylenen alanının üç yüz elli metre yakınıydı. Gitar çalan kıvırcık saçlı sarışın masum Shalana ve orada bulunan dört yüz kişi bombanın etkisiyle parçalara ayrılmıştı. Dünyanın gözü önünde! “İsrail Gazze’yi vurdu” yerine “İsrail Shakilana’yı öldürdü” diye yapılmıştı haberler. Sanki daha önce ölenlerin ve diğer dört yüz insan masum değilmiş ve adları yokmuş gibi. 


Jessi, annesi, babası, oradaki tüm ünlüler, Shakilana’nın oğulları ve ünlü olmayan gerçek mazlum Gazze halkından dört yüz insan cansız ve paramparçaydı.  


Siyonistler ilk defa Whasinton’daki deri koltuklarında panik hâldelerdi. “Bunu asla açıklayamayız” diyorlardı. İşte şimdi dünyanın her köşesinde, kutuplarda bile Gazze’deki katliam, zulüm fark edilmişti. Savaş hep uzakta olan, sadece haberi gelen bir şeydi. Ama şimdi her evde bir şekilde hissediliyordu. Bu seferki bir haberi okumak değil, bir histi, empatiydi… 


Haftalarca gündem değişmedi. Döndürüp döndürüp o korkunç görüntüleri yayınladılar. Birkaç ülkede kalabalık cenaze törenleri düzenlendi. Herkesin tek konuştuğu şey Filistin’di. Kalplerde büyüyen nefret ise İsrail içindi. “Masum insanları öldüren İsrail”, “Sapkın inancı yüzünden Orta Doğu’yu mahveden, kendini üstün gören İsrail”, “Kötücül ve dünyayı ele geçirmiş İsrail”… Bu gibi başlıklar internette günden güne çoğalıyordu. İsrail, Asya, Amerika, Avrupa, Britanya dahil her toprakta “özür” yayınlamış olsa bile artık meşruiyetini kaybetmişti. Siyonistler bile kendisine sırtını dönen nice şirketler ile toplantı üstüne toplantı yaptılar. Ne kadar güçlü olurlarsa olsun bu güç paradan geliyordu. Para ise deterjandan kahveye ve teknolojiye kadar sattıkları ürün ve markalardan geliyordu. Dünya genelinde Siyonizm artık tiksinti uyandırmıştı. Onlara ait markalara Amerika ve İngiltere hariç her ülke ambargo uyguladı. Ambargo uygulamayan ülkelerde de sivil halk ürünleri raflarda bırakarak satın almama refleksi gösterdiler. Markalar küçüldü, el değiştirdi, sadece para için Siyonistlerle ortak olmuş daha küçük şirketler anlaşmaları bozdular. İsim değiştirip halk nezdinde göze girebilmek, reklâm yapabilmek için Filistin’e yatırım yapmaya başladılar. Tıpkı Nazizim gibi Siyonizm de bugün utanç verici bir tarih dönemi olarak geçmişte kalmıştı. Yeni dünya düzenlemesini kâğıt ve harita üzerinde yapanlar kendileri için oldukça karanlık yeni bir dünyaya uyanmışlardı. Jessi’nin insanlığa faydalı bir proje üretme ödevi yenilmez sanılan küreselcilerin sonu olmuş, dünyaya bir ferah düzen gelmişti.