Yeni dönemde şehirleşmede önceliklerimiz

Anadolu’yu plânlayıp çözmeden İstanbul’u çözmemiz mümkün olamaz. Kırsalın, Anadolu’nun itim gücünü kırmadan İstanbul’a yapacağınız her yatırım, buranın çekim gücünü daha da arttıracaktır. Onu için kırsalın, Anadolu’nun çekim gücünü arttıracak yatırımlar yapılmalı ve teşvikler verilmelidir.

KAHRAMANMARAŞ Depremlerinde yaşanan yıkımdan sonra yeni kurulacak olan yerleşim yerleri bağlamında şehirciliğimiz ve kentsel yenileme çalışmaları yeniden gündeme geldi.

Özellikle bilim insanlarının işaret ettiği şekilde deprem için sırasını bekleyen Marmara Bölgesi ve İstanbul için olası senaryolar da konunun aciliyetini arttırmaktadır. Seçim sonrası yenilenen iktidarın en önemli gündem maddelerinden biri de bu yenileme ve dolayısıyla şehirlerimizin yeniden yapılanması olacaktır.

Bu nedenle, şehirlerimizi yeniden yapılandırıyorken, bu sefer plânlamanın uygulamanın da önünde gitmesi sağlanmalı ve herkes için yaşanabilir, sürdürülebilir ve ileriki kuşaklara hatıra aktarabilir huzur şehirlerinin inşâ edilmesine özen gösterilmelidir.

Şehirleşme, genel küresel eğilim ve dünyaya hâkim olan neo-liberal politikalar doğrultusunda giderek artmakta, ekonominin, bilimin, sanat ve medeniyetin bizzat kaynağı olarak gösterilerek bir nevi kutsanmaktadır. Buna paralel olarak, insanlarımız da gün geçtikçe daha büyük oranlarda şehirlerde yaşama eğilimi göstermektedirler. Şehirlerimiz de hem bu eğilimin neden olduğu göç hareketleri, hem de kendi doğal nüfus artışları ile gün geçtikçe büyüyerek daha yoğun hâle gelmektedirler.

Bu süreçte şehirler adeta birbirleriyle rekabete sokularak en güçlü, en büyük, en markalı, en gelişmiş ve son zamanlarda teknolojide yaşanan gelişmelere paralel olarak da en akıllı şehir olma adına yarıştırılmaktadır. Bu süreçte oyunu kurallarına göre oynayıp süreci bu doğrultuda doğru yöneten şehirlerin çekim gücü artmakta, buna bağlı olarak daha fazla nüfus ve daha fazla yatırım çekmektedir.

Bu yoğunluk, beraberinde hava gibi, su gibi doğal kaynakların kirlenmesi problemi ile birlikte güvenlik problemleri, yaşam maliyetlerinin artması, stres ve trafik gibi sorunları da beraberinde getirmektedir. Bunun yanı sıra şehirlerde üretilen ekonomi büyürken, şehirsel eşitsizlik ise artmaktadır. 

Şehirler büyür ve şehirde üretilen ekonomi artarken, şehrin esas sakin ve sahipleri bu süreçte reel olarak maddî ve özellikle de manevî yaşam kalitelerini arttıramamaktadırlar. Şehir sakinleri, göreceli olarak daha iyi imkânlara sahip olduğunda ortaya çıkan şehir maliyetlerini karşılayabilmek için daha çok çalışmak, daha çok kazanmak ve yollarda daha çok zaman harcamak durumunda kalmaktadırlar.

19’uncu yüzyıl felsefecilerinden Thoreau’ya göre şehirler, “milyonlarca insanın hep birlikte yalnız olduğu yerler” hâline gelmektedir.

Özellikle şehirlerimizdeki yapılaşmanın plânlama faaliyetlerinin önünde gitmesi yapı kalitesi ve yerleşimleri ile birlikte şehirlerimizi afetlere karşı dirençsiz hâle de getirmiştir. Bu durum, meydana gelen afetlerin sonuçlarında da görülmektedir.


Plânlamaya uyan fonksiyonel şehirleşme

Şehirlerin fonksiyonları ve şehirlere yapılan yatırımlar çoğunlukla ülke genelinde bir bütünlük içerisinde plânlanmadığı için ülke nüfusu şehirler arasında dengesiz dağılmakta, bu da şehirler ve bölgeler arasında yatırım, büyüme, gelişme ve kalkınma farkları oluşturmaktadır.

Bu farklılıkların pozitif olarak ayrıştığı yerlerde doğal olarak şehirleşme eğilimi artmakta, bu da dengeyi gitgide daha da bozmaktadır. Bunun sonunda ise ülkede üretilen refah ve ülkenin kaynak ve imkânlarının ülke genelinde dengeli ve adil bir şekilde kullanılması yerine belli bir bölgede kullanılır olmaktadır.

Oysa bu kaynakların ülkenin geneli için dengeli bir şekilde kullanılabilmesinin sağlanması, sürdürülebilir kalkınma ve genel toplum huzuru için önemlidir.

Bir ülke için esas olan, şehirler ve bölgeler arası gelişmişlik ve yoğunluk farklarının çok olmaması, buna karşı dengeli olmasıdır. Şehirlerimiz yeniden yapılandırılırken bu dengenin ne yönde bozulduğunun tespiti ile hangi şehirlerde nüfusu ve istihdamı arttırıcı politikaların geliştirilmesi gerektiği ve hangi şehirlerde yatırımlara öncelik verileceği konuları değerlendirilmelidir.

Şehirlerimiz, kuruldukları bölgelerin kültürel ve topografik dokusuna uygun, bölgenin kendine has mimarî özeliklerinin yansıtıldığı, yerel malzemenin kullanıldığı, mimarî ve estetiğin öne çıktığı, sosyal donatı alanlarının geniş ve erişilebilir olduğu, birbirini tekrar etmeyen kimlikli şehirler olarak inşâ edilmelidirler.

Yapılması gereken; şehirlerimizi, yoğunluğunu azaltarak mümkün mertebe az katlı ve bahçeli konutlardan müteşekkil, eskiden olduğu gibi zengini fakiri, doğulusu batılısı her bireyinin birlikte yaşadığı, paylaşmaktan ve diğerinin varlığından güç aldığı, sosyal barışını sağlamış medenî ve mutlu birey ve ailelerin olduğu, çocuk, yaşlı veya engelli gibi tüm sakinlerinin çevre, estetik ve sosyal donatı imkânlarından istifade edebildiği mekânlara dönüştürmektir.

İnsana ve doğaya eşlenik şehirleşme teknik yanlışları giderebilir

Şehri insana ve doğaya saygılı bir şekilde, bir rant aracı olarak değil, Allah’ın bize bir emaneti olarak korumalı ve güzelleştirmeliyiz. O bizim ve bizden sonrakilerin ortak malıdır. Bizden sonraki nesillere imar edilmiş, huzurlu ve yaşanılabilir şehirler bırakmak herkesin görevidir.

Toplumsal barışımıza ve insanımızın huzuruna katkı sağlayacak şehirleri yeni bir idrak ile inşâ ve ihya ederken, şehirlerimizi yeni bir medeniyetin taşıyıcıları olarak geleceğe taşımalı, bugün yaptığımız şehirlerle yarınlarımızı belirlediğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız.

İnsan eliyle inşâ edilen şehirlerin bir müddet sonra içerisinde yaşayan insanları inşâ ettiğinin anlaşılmasıyla birlikte ise yaşanılabilir şehirler, sürdürülebilir şehirler, yavaş şehirler ve merhametli şehirler gibi kavramlar gelişmeye başlamıştır. Sonuçta şehirler bizim habitatlarımız ve yaşam alanlarımız olarak tüm sosyal, ekonomik ve psikolojik ilişkilerimizi etkilemektedir.

Şehirlerdeki yoğunlaşma nedeniyle ortaya çıkan alt ve de üst yapı ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik yatırımlar hem doğal kaynakların daha fazla tahrip edilmesine neden olmakta, hem de sorunlara kalıcı çözüm getirememektedir. Ölçek büyüdükçe yatırım maliyetleri de artmaktadır.

Örneğin, ulaşım sorununu çözmek için yol yapmak kısa vadede sorunu çözüyor gibi görünse de ulaşım rahatlığının tetiklediği nüfus artışı, uzun vadede bu sorunu tekrar canlandırmaktadır. Nüfusu 1 milyona kadar olan şehirlerde toplu taşıma otobüs veya tramvay gibi daha az maliyetli sistemler ile yapılabiliyorken, nüfusun 1 milyonu geçmesi ile birlikte 5 ve hatta 10 kat daha maliyetli metro yatırımlarına ihtiyaç doğmaya başlamaktadır.

Bu nedenle ülkelerin gerek altyapı ve üstyapı yatırımlarına harcanan maddî kaynakları, gerekse şehirleşme sürecinde kaybettiğimiz komşuluk ve yardımlaşma gibi manevî kaynaklarımızı daha verimli kullanmak adına şehirlerimiz, müstakil ve rekabetçi olarak değil, bir sistemin parçası olarak dayanışma içinde kurgulanmalıdırlar. Şehirlerimiz büyüyüp gelişirken, bu yapılanma, şehrin doğal fizikî şartlarına ve çevresine en az müdahale ve en az tahribat ile yapılmalıdır. Gelişme ve kalkınmanın ülke genelinde dengeli bir şekilde olabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılarak insanî ölçeklerde, yaşanabilir, sürdürülebilir, keyif alınabilir şehirler inşâ edilmelidir. Aksi hâlde genel dengeyi gözetmeden yatırımların bir bölgeye veya bir şehre yoğunlaştırılması, bugün ülkemizde olduğu gibi nüfusun yüzde 18’inin topraklarının binde 7’si olan İstanbul’da nüfusun yüzde 30’unun toprakların yüzde 9’u olan Marmara Bölgesi’nde yaşaması gibi bir sonuç doğurur.

Ne yapmalı?

Bunların yanı sıra teknik olarak üzerinde durulması gereken başka hususlar da bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, şehirlerimizin, özellikle de İstanbul’un sorunlarını çözmek için tüm ülkenin kaynak ve imkânlarını birlikte değerlendirip ülkeyi topyekûn plânlamak ve çözmek gerekliliğidir. Anadolu’yu plânlayıp çözmeden İstanbul’u çözmemiz mümkün olamaz. Kırsalın, Anadolu’nun itim gücünü kırmadan İstanbul’a yapacağınız her yatırım, buranın çekim gücünü daha da arttıracaktır. Onu için kırsalın, Anadolu’nun çekim gücünü arttıracak yatırımlar yapılmalı ve teşvikler verilmelidir.

Diğer husus ise, gerek imar değişiklikleri ve emsal artışlarıyla, gerekse kamu yatırımlarıyla oluşturulan kent ve arazi rantının bir şekilde kamuya geri dönüşünün sağlanmasıdır. Bu şekilde, özellikle sadece arazi toplayıp bekleyerek, hiçbir şey üretmeden elde edilen rantın önlenmesi, kişi ve kurumları rant değil ama kâr elde edebilmek için üretime yönlendirecektir. Ki bu da uzun vadede ülkenin gelişmesi için çok büyük önem arz etmektedir. Zira sadece inşaat yaparak kalkınan hiçbir ülke gösterilemez. Ülkelerin gerçek kalkınmaları, ancak teknoloji ve sanayi yatırımları ile mümkün olabilir. Ki bu, aynı zamanda şehirlerimiz üzerindeki barınma amacıyla değil ama rant amaçlı yapılaşmayı ve bunun neticesinde oluşan vahşi şehirleşme anlayışının neden olduğu sorunları önleyecektir.

Mevcut yapı stokunun bir an önce depreme dayanıklı hâle getirilmesi ile ilgili olarak kamu tarafından vatandaşlara her türlü maddî desteğin verilmesi, depremin afete dönüşmemesi için önemli ve gereklidir. Ancak, bütün bu teşvikler diğer taraftan haksız zenginleşmemeye de neden olmamalıdır. Bu konudaki kamu teşvikleri, binaların yenilendikten sonra da mevcut sahipleri tarafından kullanılmaları şartına bağlanmalı, dairelerin satılması ve nakde çevrilmeleri hâlinde ise kamu tarafından sağlanan imkânlar oranları nispetinde kamuya aktarılmalı ve yenileme teşviklerinde kullanılmalıdır.

Konut edinme ve barınma hakkı, Devlet’in vatandaşına sağlaması gereken temel bir anayasal bir hak olup, rant konusu yapılmamalıdır. Bu amaçla, gerçek ihtiyaç sahiplerinin konuta erişim maliyetlerini makul seviyelerde tutabilmek için kişilerin sahip olabilecekleri konut miktarını belli sayının (meselâ kişi başı 2 veya 3 konut) üstünde yüksek oranda vergilendirerek sınırlandırılmalıdır.

Ayrıca son zamanlarda, özellikle vatandaşlık vermenin bir enstrümanı olarak da kullanılan yabancılara konut satışı da düzenlenmelidir. Zira millî geliri 9-10 bin dolar olan ülkemiz vatandaşları için konut pazarının millî geliri 30-40 bin dolar olan yabancılara eşit şartlarda açılması hâlinde ülke vatandaşlarının konut alması zorlaşabileceğinden, yabancılara konut satışının şartları bu durum gözetilerek değerlendirilmelidir. Meselâ ülkemiz vatandaşlarının ortalama alabilecekleri tutardaki konutlar için, örneğin 3 milyon Türk lirasının altındaki konutlar için yabancılara satış yüksek oranda vergilendirilebilir veya ülkemizde de yıllık geliri 30-40 bin dolar olan kesimin itibar ettiği konutların yabancılara satışı söz konusu yapılabilir. Sonuçta asıl olan, ihtiyaç sahibi ülke vatandaşlarının konuta kolay erişimin sağlanmasıdır.

Yeni dönemde şehirlerimiz yapılandırılırken, afetlere dirençlilik, sürdürülebilirlik, konuta erişilebilirlik, yatırım, büyüme, gelişme ve kalkınma dengesi gibi konuların öncelikli şekilde gözetilerek şehirlerimizin huzur şehirlerine dönüşmesi duasıyla…