
2023 senesinin Mayıs ayının 14’ünde millet olarak yine önemli bir tercihte bulunacak ve önümüzdeki 5 yıl için ülkemizi yönetecek olan kadroları seçeceğiz.
Demokrasi, doğduğu toprakların ünlü filozofu Sokrates’in de eleştirdiği, biz daha iyisini uygulamaya sokana kadar şimdilik en iyi yönetim biçimi olarak kabul görüyor. Eski Yunan’da “demokrasi” fikri ilk ortaya çıktığında, Sokrates bu fikri hiç benimsemediği gibi şiddetle karşı dahi çıkmıştır. Hatta öğrencisi Platon’un yazılarından anladığımız kadarıyla, Sokrates’in demokrasiye karşı oluşu, hakkında uygulanan idam kararında da etkili olmuştur.
Bir gün Sokrates’in öğrencileriyle sohbet ettiği bir sırada, bir öğrencisi demokrasiye karşı olduğunu bildiği Sokrates’e sorar: “Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir? Meselâ yüz kişinin oy kullandığı bir yerde elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur, yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı? Hem çok mümkündür ki, daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimâli daha azdır. Şu hâlde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz.”
Bunun üzerine Sokrates, her zaman olduğu gibi soru-cevap yöntemini kullanarak o öğrencisine önce şöyle sorar: “Bize söyler misin, bilge olmak mı daha zordur, yoksa cahil olmak mı daha zordur?”
Öğrenci, “Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak, araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur” der.
Sokrates bu kez, “Peki, o hâlde bize yine söyler misin, toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur, yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur?” diye sorar. Öğrenci, “Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur” diye cevap verir.
Sokrates, “Peki, bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerede, nasıl ve hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?” diye ekler sorularına. Öğrencisi, “Eğer yolcular içinde denizcilik bilgisi olan yoksa pek tabiî en iyi bilen kaptandır” der.
Sokrates son bir soru daha sorar: “Peki, o hâlde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez, herkes bildiği yerde konuşmalı ve her iş ehline verilmeli?”
Öğrenci, “Pek tabiî, olması gereken budur” deyince, Sokrates yine soru sorarak öğrencisine şu cevabı verir: “Peki, o hâlde bize yine söyler misin, kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden, sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi? Hem sen de kabul ettin ki, bir toplumda cahillerin sayısı, bilgelerden hep daha çok olur…”
Evet, işin felsefe tarafını bir tarafa bırakıp, bizim inanç değerlerimizdeki karşılığına baktığımızda da, Tekasür Sûresi’nde çoklukla övünülmemesi gerektiği, En’am Sûresi’nin 116’ncı ayetinde de yeryüzündekilerin çoğuna uyulmaması konusunda uyarılar varken, sadece sayısal çoğunluk hesabını dikkate alan bir sistemdir demokrasi. Oysa bizim için sayılardan, nicelikten, kemiyetten ziyade nitelik ve keyfiyet önem arz etmektedir.
Zamanında bir oylama yapılacak olsaydı, Hazreti Lût’un, Hazreti Nuh’un, Hazreti İsa’nın kaç tane destekleyeni, sandıkta kaç reyi çıkardı? Bu yüzden, bizim için konu, oy hesabından ziyade sistem ve içerik meselesidir. Zaten Kur’ân’da da devletin yönetim şekli ile ilgili bir tarif, bir hüküm yoktur ama insanların sahip olmaları gereken özelliklerle ilgili hükümlere yer verilmektedir. İnsanlar hangi kademenin yöneticisi olurlarsa olsunlar, bu hükümler dairesinde hükmettiklerinde zaten o yönetim birimi İslâmî bir yönetim şekline kavuşmuş olur.
Seçim arefesinde, tüm seçicilere ve tüm seçileceklere bu hükümlerden bazılarını hatırlatarak uyarıcı olma ve iyiliğe davet etme görevimizi yerine getirmeye çalışalım.
Adalet
Evet, bu hükümlerin başında “yönetimde adalet” geliyor. Nisa Sûresi’nin 135’inci ayetinde, “Kendiniz, anne babanız, akrabanız aleyhinde de olsa, zengin fakir, muktedir veya değil bakmaksızın, adaleti ayakta tutup Allah için şahitlik edin” denirken, Maide Sûresi’nin 8’inci ayetinde de, “Adaleti ayakta tutun! Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin” şeklindeki uyarı bulunmaktadır.
Bakınız burada, “Tarafı olmadığınız kişiler arasında taraf tutmadan hüküm verin” denilmiyor. O durumda da tabiî ki tarafsız, adil hüküm vermek zorundayız ama “Tarafı olduğunuz konuda da, hatta sizin için hatırı büyük olan annenizin, babanızın taraf olduğu konularda da adil hüküm verin” buyuruluyor. Hatta ve hatta, “Tarafı, size kendisine kin duyacak kadar kötülük yapmış kişilerle ilgili dahi adil hüküm verin” buyuruluyor. Çıta ne kadar yukarı konulmuş, değil mi?
Eski Adalet Bakanlarımızdan Abdülhamit Gül’ün de dediği gibi, “Yeter ki adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun!”.
Adil olmak, sadece taraflar arasında hüküm vermek konusu değildir. Kuracağınız ve yürüteceğiniz sistemin de adil olması gerekir. Yönetici gücünü elinde bulunduranlar, kendilerinin sürekli yönetici olarak bulunacakları bir sistemi değil, kendilerinin de gönül rahatlığı ile yönetilecekleri bir sistemi kurgulamalılar. Zira Âl-i İmran Sûresi’nin 140’ncı ayetinde Allah, gerçek müminler ortaya çıksın diye zafer-kayıp günlerini insanlar arasında döndürüp durduğunu söylemektedir.
Emniyet
Sonra, “emanette emniyet” var sırada. Bakara Sûresi’nin 188’inci ayetinde, “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin” ve Mü’minun Sûresi’nin 8’inci ayetinde de, “Yine (o müminler ki), emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler” diye buyuruluyor.
Özellikle kamu yöneticileri için bütün kamu kaynakları, kendilerine birer emanettir. Kişilere karşı kamu hakkını koruyacakları kadar, kamuya karşı kişilerin haklarını da korumalıdırlar. Zira hak, haktır.
Ehliyet
Sonra, “görevlendirmede ehliyet” var. Nisa Sûresi’nin 58’inci ayetinde, “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” diye buyuruluyor.
Burada aslında iki taraflı bir mükellefiyet söz konusudur. Bir taraf işi ehline verecek, ancak diğer taraf da işinin ehli olacak, bu yönde kendini geliştirecek, diğerlerinden bir farklılık ortaya koyabilecek.
Görevlendirmede genel ve doğal olarak sırasıyla ehliyet, liyakat ve sadakat aranırken, mensubiyet ve buna bağlı olarak sadakatin ehliyet ve liyakatin önüne geçmesi durumunda istenmeyen sonuçlarla karşılaşılabilir. Kişinin hak ettiği hâlde hak ettiği pozisyonda görevlendirilmemesi kişiye haksızlık ve zulüm, kişinin hak etmediği bir pozisyonda görevlendirilmesi de o pozisyona haksızlık ve zulümdür.
Hicret yolculuğunda Hazreti Peygamber, kendisine rehber olarak, henüz İslâm’ı kabul etmemiş ama güvenilir bir kimse ve maharetli bir kılavuz olan Abdullah Bin Ureykit’i seçerek bu konuda da örnekliğini göstermiştir.
Beyanda hakikat
Daha, “beyanda hakikat” var… Ahzab Sûresi’nin 70’nci ayetinde, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin” diye buyurulurken, Saff Sûresi’nin 2’nci ayetinde de, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” diye soruluyor.
Siyasetçiler arasında, özellikle yapmayacakları şeylerin söylenmesi veya söylenen şeylerin yapılmaması durumuyla karşılaşıldığında, bu durum muhalifleri tarafından eleştirilirken, destekçileri tarafından siyaseten normal görülüyor. Bu durumun muhtelif gerekçeler ile maslahat atfedilmesi, sözünü ettiğimiz hükümlerin insanlar arasında maalesef önemini kaybettiğini göstermektedir. Ancak doğru sözlü olmak, temsil ve tebliğ noktasında tesirli olmanın en önemli unsurlarındandır.
Meşveret ve suhulet
Sonra, “karar almada meşveret” ve “üslupta suhulet” geliyor. Şura Sûresi’nin 38’inci ayetinde, “Onların işleri, aralarında istişare iledir” buyurulur. Âl-i İmran Sûresi’nin 159’uncu ayeti, “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış” diye buyurmaktadır.
Ta-Ha Sûresi’nde Allah, Hazreti Musa ile Hazreti Harun’u Firavun’a gönderirken, onlara, “Firavun’a yumuşak söz söylemelerini” tembihliyor. Yine Fussilet Sûresi’nin 34’üncü ayetinde, “Kötülüğü en güzel olan davranışla sav, o zaman bir de göreceksin ki Seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş” diye buyurulmaktadır.
Hazreti Peygamber, vahiy bulunmayan konularda ashabıyla istişare etmiştir. Bedir ve Hendek Savaşlarının taktik kararları hep istişare ile alınmıştır. İstişare, konunun ilgilileri ve uzmanları ile ortak akılda ve asgarî müşterekte mutabık kalınmak üzere yapılır. Özellikle günümüzde konuların çeşitliliği, sorunların büyüklüğü ve çözümlerin karmaşıklığı karşısında kolektif katkıyı ve aklı istişare ile tesis etmek daha da önem kazanmıştır.
Her alanda, ancak başta daha yoğun halk kitlelerinin ilgilendiği ve önderlerinden, yöneticilerinden etkilendiği spor ve siyaset alanlarında yöneticilerin kullandıkları kötü üslup, halkta da karşılık bulmakta ve taraflar arasında kutuplaşmaya ve ayrışmaya neden olmaktadır. Dolayısıyla toplumsal huzur, birlik ve beraberlik adına herkes diline ve üslubuna dikkat etmelidir.
Mahviyet
Bir de “davranışta mahviyet” var. Nahl Sûresi’nin 23’üncü ayetinde buyurulur ki, “O, büyüklük taslayanları asla sevmez”. Lokman Sûresi’nin 18’inci ayeti de şöyledir: “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.”
Bir gün Hazreti Peygamber’in ashabı ile oturduğu sırada biri geldi ve “Muhammed hanginiz?” diye sordu. Zira O, arkadaşları ile otururken tanınmayan, mütevazı bir Peygamberdi. Onunla ilgili anlatılan bu tür kıssalardan ve detaylardan gerekli hisseler çıkarılmalıdır. Keza nefs var, şeytan var; yöneticiler de etraflarında bir sürü refakatçi ve hizmetli taşıyarak kendi imtihanlarını daha da zorlaştırmamalı.
İktisat
Ayrıca “harcamada iktisada riayet” konusu önemli: “Ey Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin, için, fakat israf etmeyin! Çünkü Allah müsrifleri sevmez.” (A’raf, 31)
“Kisrâlar, kayserler saraylarda yaşarken Sen bir hasırın üzerindesin” diye ağlayan Hazreti Ömer’e, “Dünya onların, ahiret bizim olsun, istemez misin Ya Ömer?” diye mukabelede bulunan Hazreti Peygamber, israf ile itibar edilemeyeceğini ifade etmiştir.
Günümüzde ülkelerin itibarları, tükettikleri ile değil, bilim, teknoloji ve kültür alanına yaptıkları katkılar, üniversitelerinin başarıları, sahip oldukları buluş ve patentlerle yani ürettikleriyle ölçülmektedir.
İstikamet
Son olarak üzerinde durulması gereken, Hud Sûresi’nin o ağır 11’inci ayetindeki “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” hükmü ile işlenen “ahdinde istikamet” konusudur.
Amcası Ebu Talib’in Hazreti Peygamber’den tebliğden vazgeçmesini istemesi üzerine Hazreti Peygamber’in söylediği “Bunu bilesin ki ey amca, Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler, yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem!” sözü, dünyalık menfaatler karşısında duruşunu, dâvâsını ve arkadaşlarını değiştirenlere ibretlik bir örnektir.
Evet, bizler, “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz" hükmünün muhatapları olarak, günlük siyasetin üstünde, genel olarak yaptığımız çalışmalarla bilim, teknoloji, sanat ve kültür alanında insanlığa katkılarda bulunuyor, hem maddî hem de manevî olarak tüm insanlığı kendimize gıpta ile baktırıyor olmalıyız. İnsanlığın bizim çalışmalarımız ve buluşlarımız sayesinde daha müreffeh bir hayat yaşıyor olması, insan hak ve hürriyetleri konusunda tüm insanlığın teminatı olarak Allah’ın Adını ve Dinini izzetli bir şekilde tüm dünyaya yayıyor ve duyuruyor olmamız gerekmektedir. Bunun için birlik ve beraberlik içinde daha çok çalışıp daha çok üretmemiz ve ürettiklerimizi adil bir şekilde paylaşmamız gerek.
Son yıllarda bu konularda elde ettiğimiz mesafeyi yok saymıyoruz ancak yeterli göremiyoruz. Burada sorumluluk sadece siyasilere değil, toplumu bir şekilde yönlendiren, yöneten pozisyonunda olan herkese düşmektedir.
Netice itibariyle, aslında hepimiz ailelerimizden başlamak üzere çeşitli pozisyonlarda yönetici durumundayız. Allah kimimizi siyasette, kimimizi bürokraside, akademide, kimimizi STK’larda ve iş dünyasında istihdam etmiş. Yerlerin çok önemi yok; önemli olan, bu yerlerin hakkını vererek buraları hizmete, inancımızı hakkıyla temsile ve Rabbimizin rızasını kazanmaya vesile kılabilmek.
Tüm seçimlerimizin hayırlara vesile olması duasıyla…