
HASTALIK aslında insanı dinginleştirir. Sararan yaprakların düşmesi gibi insanın hataları da hastalandığında diner. İnsan hastalandığında kendini dinlemeye vakit bulur. Hekimler bilir ki sarılık geçiren yeni doğan çocuklara istirahat hâllerinde sarı ışık uygulanır.
Cisimlerin ışımasında en düşük dalga boyunda ışıma şiddeti en yüksek olan sarı renktir. Diğer hâllerde madde ile etkileşim hem yüksek enerjide hem de düşük enerjide giderek azalıyor. Bu durum sarı rengi bu yönüyle öne çıkarıyor.
Yokluğun rengi sarı olarak düşünülse de varlığın ve yeniden doğuşun rengi de sarıdır. Kıştan sonra kar’ı delip gökyüzü ile buluşanlar sarıçiçektir. Bu yönüyle doğanın yeniden canlanmasında insanlığın muhatabı sarıçiçeklerdir, ki Yunus Emre bunu en zirvede bir şekilde ortaya koymuştur.
İnsanın en büyük düşmanları kin ve cehalettir
İnsanoğlu varlık ve yokluk dengesinde, kazandığına sevinmeden, kaybettiğine de üzülmeden bir hayat sürmesi gerekir. Sadece gerçek vazifesini yapması gerektiği diğer durumlarda ise olayı seyrine bırakmalıdır. Ancak elinden geleni yapması şiddetle teşvik edilmektedir.
Böyle bir aşamada insanın en büyük düşmanları kin ve cehalettir. Toprak ne kadar durağan ise ay ve güneş o kadar tesirlidir. Dünyada olup biten bir çiçeğin güneş ve aydan habersiz değildir. Gündüz güneş, gece de ay enerjilerini yerküreye gönderir. Bundan haberdar olan ne varsa ihtiyacını hasılata çevirir.
Bir düşünce sistematiğinde çiçek ile ay ve güneş arasında bağ kurmak, aslında mevcuda göz ve aklı kapamamaktır. Gerçekte zaten bunlar oluyor. Bir bölgeyi kesit olarak alınca hakikate giden yol da sekteye uğruyor. Ayrıca bir çiçek, bir böcek nasıl akranlarıyla irtibatlı ise evren ile de ilişkilidir. Bu nedenle çiçek ve böceğin ay ve güneş ile olan irtibatını görmek, bireyin hür ve evrensel düşünebildiğini, prangalarından kurtulduğunu ispatlar.
Dünyadaki bütün eğitim sistemi Batı endeksli olduğu için Batı’nın düşünce sistemine göre şekillenen insanlık tek tip şeklinde parmaklıklar ardına gönderiliyor. Evet, çeşitliliğin olmadığı bütün sistemler birer parmaklıktır. Dünyada ne kadar insan varsa okadar farklı parmak izi vardır hakikati fikirler için de geçerlidir. Yani her bir fikir hem birey için farklıdır ve yenidir hem de her dönem bireyin fikri de gelişir ve olgunlaşır. Normal olan bu durum törpülenmiş ve belli bir kalıba sokulmuş fikirlerde görülmez. İnsanın bu kalıbı kırıp hakikat ile yüzleşmesi, evreni iyi okuyup anlamasına bağlıdır. Bu nedenle bilimden öte yolculuk da gerekir.
İnsan bu dünyada dost arar, ki yalnızlık ve hürriyetini kendisine sultan kılsın. Oysa dost insanın içinde gizlidir. İnsanın bu dostu arayıp bulması onun vazifesidir. Günümüz dünyasında psikolojik ve sosyolojik olarak ruh hastalıklarının artmasında en önemli nedenlerin başında, bireyin kendisinde olan dostu ile barışık olmaması yatar.
Bilim, teknoloji ve sanayinin gelişmesinin aksine insan son asırda sıradanlaştırılmış, hiçleştirilmiş ve bir meta hâline dönüştürülmüştür. Sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla birlikte bu gidişat hız kazanmıştır. Gerçekte bunun tersi olması beklenilir. Ancak mânâ bırakılıp madde esas alındığı ve madde merkeze konduğu için insan kendisinden ve toplumdan ötekileştirilmiştir. Toplum görsellik, hız ve hazzın tutsağı olmuş ve mankurtlaşmıştır.
Mezar kazanın bile öleceğini unutması ne dehşetli bir hâldir
Şu dünyada ölümsüz yer bulunmamaktadır. Fâni bu âlemin baki çocukları olamayız. İnsan öyleyse göçecek kadar bu âlemde yer edinmelidir. Ana ve atası bulunan şu âlemdekilerin de faniliği mevcuttur. Değerlerin fani olması bu yerin dinlenme yeri olduğunu unutmaması gerekir. Günlük hayatta mezar kazanın bile öleceğini unutması ne dehşetli bir hâldir. Böyle bir duruma insanlık nasıl düşer!?
Cadde ve sokaklarda gerilerek, havaya başkaldırarak ve zemini inletircesine basarak yürümek, tehlikeli bir oluşumdur. Kalbi Hakk’a doğru olanlar boynu bükük yürürler, evrenin şu küçücük köşesinde hadlerini bilirler.
Bilim insanları evrendeki herşeyi merak edip dururlar, nasıl olduğuna ve nereye gidildiğine dair. Pek çoğu kendi görüşünü bilim kayığına bindirip denize veriyorlar. Oysa bilim ne söylüyor diye kulak kabartıldığında dışarıdan seyredip içeri girilmemesi gerektiğini deklere ediyor. Bilim dünyasında maddeden ışık türlerine kadar her birini idrak etmek kapının çalınıp ne olup bittiğine dair pencereden bakmayı ima ediyor. Durup dururken bir atom altı dünyalar parçalandığında koskoca bir köy ve kasaba da parçalanır.
Sadık dost kara toprak ile barışık olmak lazım
Evrenin her bir köşesi yerli yerince bir yola revan olmuşlardır. Atomdan galaksilere kadar bir taşın yerinden oynatılması koskoca kâinatı kızdıracak ve harekete geçirecektir. Maddî şu âlemin ayakta durması bir mânâ içindir. Anlamı olmayan hiçbir fiil kalıcı olamaz. Kalıcı olmak sadece mânâ ile olur. Maddî âlemlerdeki yaratmaların varlığı manevî âlemlerde cereyan eden hadiselerin de yaratılmanın varlığına delildir.
Bilim dünyası, hayatın sadece bir kısmını alıp incelemekle uğraşır. Okyanusta boğulmamak için yapılan bu tercih yoruma geldiğinde bütünü görmeye çağırır. Bütün olmadan hayatın anlamına dair sözler eksik kalır. Bilim insanları bu nedenle sorumlulukları büyük olan insanlardır. Sorumlulukların ağır yükü bazılarını yükün altında bırakır. Yükün altında kalanlar yarın kara toprak altında yalnız kalabilirler. Bu nedenle sadık dost kara toprak ile barışık olmak lazım.
Bugün dünyada en fazla ekonomik getirisi olan işlerden biri de savunma sanayi teknolojileridir. Bu uğurda ne canlar feda ediliyor. Gelişmiş (!) olarak nitelenen ülkelerin tamamı maddî yığıntı biriktirmekten öteye geçemiyor. Ellerindeki teknolojik silahlar ile fırsatı ve imkânı olmayan insanlar üzerine ateş yağdıran Batı, dünyayı ateşe veriyor.
En azından insanların bir dâvâsı kalmamış, her yer dâvâ ile dolup taşıyor. Mal kavgası, mülk kavgası ve toprağın üstünün kavgası insanları birbirinden ayırmıştır.
Yükseköğrenimlerin olduğu kentlerde kitapçılar kapanıyor
İnsanlar bu dünyada daha çok kavga eksenli gitmiştir. Bu nedenle güçlünün zayıfı ezmesi içselleştirilmiş. Bu Batı düşüncesi son asırda bütün dünyaya da sirayet etmiştir. Oysa doğan ve batan güneşin deveranı aksini söylüyor. Bu söylem, bilim insanlarının bazılarınca idrak edilemediğinden ortaya kör ve topal bir anlayış çıkıyor. Bu durum bazı menfaat çevrelerinin işine geliyor. Yani bazı insanların ekonomik ve fırsat çokluğu bazıları için zulme dönüşüyor.
Bu zülüm insanlığın sonunu iyiye götürmüyor. Bu nedenle vicdanı ve fikri hür bireylerin toplumda değer görmesi, bir karşılığının olması zorunludur. Maddenin her tarafı bir zehir gibi sardığı bu ortamda Yunus Emre gibi Âşık Veysel gibi nicelerine ihtiyaç duyuluyor. Belki böyleleri ve daha fazlası vardır ancak maddenin kör ettiği şu idrak ortamında hiçbiri görünmüyor. Maddi dünya bunalımda ve çıkış yolu arıyor. İnsanlık bu dar sokaktan çıkar mı bilemiyorum ancak kör gözler insanlığı uçuruma sürüklüyor.
En azından insanların bir dâvâsı kalmamış, her yer dâvâ ile dolup taşıyor. Mal kavgası, mülk kavgası ve toprağın üstünün kavgası insanları birbirinden ayırmıştır. İnsanların bu dünyaya dâvâ için gelmedikleri bir ortamda nükleer tehlikenin gündemde olması insanlığın masumiyetini perdelemiştir.
Gerçek anlamda insanlığın olduğu yerde kavga olmaz, ilim meclisleri olur. Şehirlerimizde ilim meclisleri kaybolmaya yüz tutmuş, kafe ve çay ocakları bile masum hâlde kalmıştır. Yükseköğrenimlerin olduğu kentlerde kitapçılar kapanıyor. Böyle bir uçurumu insanlık göremiyorsa şeytana kızmaya ne hacet!
Kitaplar sanırım insanlardan uzaklaştırılmış ya da insanlar kitaplardan uzaklaşmış. İnsanlar sosyal medyanın parmaklıkları arkasına gönderilmiş ya da insanlar kendileri sosyal medyanın parmaklıklarına kendileri girmişlerdir. Böyle bir cenderede insanların yapacakları şey okumak, anlamak ve tatbikata koymaktır. İşin bir ucundan başlamak gerekiyor ama insan olunduğunun unutulmadan ve maddeye olan bağın koparılarak yol alınması gerekiyor.
Tasavvufta insân-ı kâmili sembolize etmesi elifin taçlarından birisidir
Evrende her şey ya görüntü itibariyle ya maddi olarak ya da anlam bütünlüğü açısından bir düzen içerisindedir. Aksi durumda bilim yapılamazdı. Bilimin yapılabilmesi bile tek başına insanın aklını başından alması gerekirken, varlığından uzaklaşması insanın kendisinden uzaklaşması anlamına gelir. Kendisinden ırak düşen insanın her yola rücu etmesi beklenir.
Her şeye bakıldığında aslında insana dair bir kılavuzluk görülür. İnsanın akıl ve kalbine inen yollar açıktır, iletişim vardır, tâ ki insan bu yolları kapayıp ve iletişim bağlarını kesene dek. İnsan küçücük aklı ile isyana kalkarsa yollar kapanır, göz gözü görmez olur.
Cömert, birçok hasletleri kendisinde toplamış ve eşi az bulunan kimse gibi anlamlara gelen elif, aslında özün özüdür. Öz olarak insan ve evren bir elifte derç olabildiği gibi her şeyi de ihata edebilir. Fizik ve metafizik âlemde yer edinebilen elif insan, insandaki benlik ve insanın geçmişten geleceğe geniş yelpazede her şeyini de ihata eder.
Bütün bir âlemde her şey aslına rücu etmek istediğinde gelecek yerler öncesinden hazırlandığı için elif kalıp olarak tescillidir. Gidişlerde alışık olunmasında ve geri dönüşlerin olamamasında esasa olanın insanın alışık olmasıdır. Alışıklık hâli insanın sadık yâri toprak ile buluştuğunda hoşamedi ile karşılar. Barışıklık hâli olmayanların vay hâline!
İnsanın kendisini, evreni ve geçmişten geleceğe kadar her şeyi bilmesi mümkün olmazken her şeyde gidişatı ve dönüşü olmayan yolculuğu derk etmesine muhataptır. Her şeyin bir harfle bu âleme açılması muhatap alınmayı zorunlu kılar. Bu nedenle elif bilinmesi zorunludur. Belki bir harf, belki de insanın benlik ve kendisini bilmesi zorunludur.
Elif harf olarak bir ölçü iken, insanın benliği, insanın kendisi de bir ölçü ve kaderdir. Evrende esas ve öz olan insan, insanda ise benlik ve olması insanın ne derece kıymetli olduğunu ortaya koymaktadır. Tasavvufta insân-ı kâmili sembolize etmesi elifin taçlarından birisidir.
Bilim, teknoloji ve sanayinin gelişmesinin aksine insan son asırda sıradanlaştırılmış, hiçleştirilmiş ve bir meta hâline dönüştürülmüştür. Sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla birlikte bu gidişat hız kazanmıştır. Gerçekte bunun tersi olması beklenilir. Ancak mânâ bırakılıp madde esas alındığı ve madde merkeze konduğu için insan kendisinden ve toplumdan ötekileştirilmiştir. Toplum görsellik, hız ve hazzın tutsağı olmuş ve mankurtlaşmıştır.
İnsan bir tutam söz ve bir tutam sohbete muhtaçtır. Kendisiyle dertleşecek canları arar. Dertleri ortak olanların hâlleri de bir olur. Fani işler ve fani varlıklar geleceğe giden insana tablacılık ve birer vagon görevi görürler. Böyle bir ortamda özellikle üniversitelerde Yunus Emre, Mevlânâ, İbnü’l-Arabî, Buhûrîzâde Mustafa Itrî ve Âşık Veysel gibi değerler yeniden elif penceresinden yorumlanmalı ve değerler birer kılavuzluk hâline saykal çalmalıdır.