Yeni bir Kral Faysal buluncaya kadar, Kudüs’ü kurtarmak için gereken, uluslararası “One minute!”

“Çok sinirli görünen Faysal’a, esprili bir dille, ‘Uçağımın yakıtı bitti, uçağın deposunu doldurmak için emir verirseniz, uluslararası fiyatından ücretini vermeye hazırız’ dedim. Kafasını yukarıya kaldırarak sert bir şekilde bana, ‘Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önce Mescid-i Aksâ’da iki rekât namaz kılmak isterim! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?’ dedi.”

FİLİSTİN’in uluslararası pozisyonu çok karışık. 140 devlet tarafından tanındığı hâlde BM’de hâlâ gözlemci statüsünde. Bu durum, tanıyan ülkelerin Filistin konusunda insanî kararlar almayı düşündüklerinde, zulme ortak olanlar ile ilişkilerini görmezden gelmelerinin önünde büyük bir engel. Zira o zulüm ortakları, dünyayı hem ekonomik, hem siyâsî, hem de askerî olarak yöneten ülkeler.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Ramazan’ı kana bulayan İsrail’i tel’in için gene nutuklar atmaya, gene hasmâne demeçler vermeye, iç siyâsî beklentilerle sokağı örgütlemeye devam ediyoruz. Sosyal medya, “cihad çığlıkları” ile inliyor. Bugüne kadar defalarca denendiği hâlde hiçbir sonuç alınamayan boykot çağrıları yayınlanıyor çarşaf çarşaf. Kudüs’ten gelen videolarla burada da çaresiz canlar yanıyor.

Ortada bir zulüm var; zulme uğrayan tabiî ki Müslüman ve yaşandığı yer de İslâm’ın ilk kıblesi. Hâl böyle olunca, vatandaş olarak verdiğimiz tepkilerin tümü çok normal. Elbette duâ edip duâ isteyeceğiz. Elbette güvendiğimiz yerlerden bu zulme “Dur!” demesini bekleyeceğiz. Elbette sessiz kalanlara isyan edeceğiz. Bu, bizim vatandaş olarak hem en tabiî hakkımız; hem de elimizden gelenin hepsi…

Ancak bir de sorumluluk mâkâmında olanlar var. Onların artık lâftan fazlasını üretmesi lâzım. Nedir bu lâftan fazlası?

Türkiye, Erbakan döneminde olduğu gibi Erdoğan hükûmetlerinde de Filistin ve dolayısıyla Kudüs meselesine en yüksek tondan ses veren ülke oldu. “One minute!” ile başlayan İsrail’e hâd bildirme furyası, her plâtformda hem İsrail, hem de hâmisi ABD’ye karşı sıklıkla tekrarlandı. Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti kabul edildiği 2017 Aralık ayında İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nı İstanbul’da olağanüstü toplayan da gene Erdoğan’dı. Teşkilâtın Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanındığını duyurduğu toplantının sonuç bildirgesinde, sadece İsrail değil, ABD de çok ağır dille eleştirilmiş ve hatta “Sonuçlarına katlanırsınız!” denilerek tehdit edilmişti.

Bu toplantının sonuçları kısmen de olsa Batılı devletlerden de onay almış olduğu için, ABD, Kudüs konusunda beklediği destekten yoksun kalmış ama buna rağmen geri adım atmamıştı. Sonuçta ilk adımda kazanılmış bir zaferden söz edilebilecek olsa da sürece olumlu bir katkısı olamadı bu sert tepkinin.

Burada en büyük suçlunun, petrol kozunu elinde bulunduran Arap ülkelerinin pasif davranması olduğunu söylersek haksızlık etmiş olmayız herhâlde. Petrol üretimini durdursa dünyanın çivisini yerinden oynatabilecek birkaç ülke, halklarının manevî duygularını görmezden gelerek İsrail ve ABD ile iş birliği yapmayı tercih etti.

Hâlbuki, 6 Ekim 1973’te Suriye ile Mısır’ın İsrail’e karşı giriştiği savaşta Batı ülkeleri İsrail’in yanında birleşince, Suudi Kralı Faysal’ın liderliğini yaptığı Arap ülkeleri petrol ambargosunu devreye sokmuştu. Faysal’ın, “Biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşadık; yine öyle yaşayacağız!” sözü de bir direniş simgesi olarak tarihe geçmişti.  

Bu ambargo dünya çapında bir enerji krizine sebep oldu. Krizi çözmek için Kral Faysal’la görüşmeye giden ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, kendi hatıratında Faysal’ın Kudüs hayâlini şöyle anlatıyor:

“Çok sinirli görünen Faysal’a, esprili bir dille, ‘Uçağımın yakıtı bitti, uçağın deposunu doldurmak için emir verirseniz, uluslararası fiyatından ücretini vermeye hazırız’ dedim. Kafasını yukarıya kaldırarak sert bir şekilde bana, ‘Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önce Mescid-i Aksâ’da iki rekât namaz kılmak isterim! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?’ dedi.”

O tarihlerde, İslâm dünyası ile yakınlaşmanın gericilik ve hatta acziyet sayıldığı Türkiye’de, Kudüs meselesinde bile tarihî beklentilerin karşılanamadığını hatırlayınca utancımız yüzümüze vuruyor. Halkın tek bir kelimeyle İsrail’in üzerine yürüyebileceğini bilmek, buna rağmen devletin sesini bile çıkarmamasını anlayabilmek mümkün değil.

Kral Faysal ise Arap ülkelerindeki siyâsî gücünü İslâm ülkeleri arasında da liderliğe taşıyabilecek bu hamlesinin cezasını, ABD’den yeni dönmüş yeğeni tarafından vurularak canıyla ödüyordu.

Şimdi bir Kral Faysal yok. Tam tersine, bütün iplerini ABD’ye teslim etmiş, petrolünü bile kendi inisiyatifiyle yönetemeyen bir aciz ülkeler topluluğuna dönmüş durumda Arap Ligi.

22 ülkenin oluşturduğu bu basiretsiz topluluğu harekete geçirebilecek bir formül bulmak da zor görünüyor.

Ancak ne Filistin, ne Kudüs, ne de Mescid-i Aksâ yalnız, çok şükür! Artık Arap liderlere değilse bile geriye kalan İslâm ülkelerine sözünü dinletebilen bir Türkiye var. Erdoğan’ın İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın Arap Ligi’nde olmayan 35 ülkesiyle üreteceği formüllere, dünyanın ABD karşısında durmaktan çekinmeyecek güçlü devletlerini de ortak etmesi gerekiyor. Her ne kadar Filistin Devleti’ni resmen tanımıyor olsa da Almanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin de küresel siyâsî menfaatleri gereği bu plânlara dâhil edilmesinin formülleri aranmalı.

Bu konuda “Ben yaptım!” kompleksinden uzak durmak, gerekirse oyunun kaptanlığını başkalarına da vermek gerekebilir. ABD’nin AB üzerinde oynamaya çalıştığı finansal oyunlar da kaşınmalı ve anti-Amerikancı bir Batı kulübü oluşturmak üzere kollar sıvanmalıdır. Bunun örneği yakın tarihte yaşanmış ve 1994’te Hazreti İbrahim Câmiî katliamı sonrası, 1997’de gözlemci statüsünde de olsa uluslararası bir askerî güç, El-Halil kentine konuşlandırılmıştı. Bu protokole imza atan ve asker gönderen tek Müslüman ülke, Erbakan yönetimindeki Türkiye idi.

Bunun bir benzerini hayata geçirip İsrail’e uluslararası bir “One minute!” demek mümkün. Vatandaş duâ ederken, devlet, vatandaşının hislerine tercüman olacak Kudüs’ün kurtuluşu ve zulmün son bulması için plânlar kurup icra edecek, inşâallâh.

Kısıtlamalarla geçen son bayramımız olsun; Ramazan Bayramımız mübarek olsun!