Yeni bir kavram olarak “kamusal dijital alan” tartışması başlayabilir mi?

Şu anki gibi kayıt dışı ve korsan bir şekilde dijital olarak izlenmek ve kayıt altına alınmanın da ötesinde, küresel ölçekte kanunlarla uygulanan ve zorunlu olarak dijital bir denetime tâbi tutulabiliriz! Belki de bu kuralları özendirmek için büyük avantajlar da sunulacağından, bir anlamda mecburen değil de bugün elimizdeki cep telefonu ve interaktif uygulamalarda olduğu gibi bile isteye yani bir anlamda tercihen yeni dünya düzenine dâhil olacağız.

“DİJİTAL alanda özgürlük” kavgası başlayacak…

İnsanlar dijital dünyada iz bırakmadan, takip edilmeden var olmak isteyecek…

Yani devletlerin veya kamu otoritesinin, toplum sağlığı güvenliği için salgın tedbirleri ve uygulamaları tecrübesi sonrası, sosyal mesafe anlayışını kalıcı olarak kamusal alanda sürdürmek ihtiyacı doğabilir.

En azından salgına karşı tedbir olarak bugün uygulanan bazı kurallar, zaman içinde yeni görgü kuralları ve hijyen geleneklerine dönüşebilir. Bugünkü iç güvenlik uygulamaları, seyahat tedbirleri ve dijital takip sistemleri tüm kamusal alanlarda standart hâle gelebilir. Kamusal alanda denetim kültürü, dijital teknoloji ve 5G altyapısının gelişmesi ile mekândan bağımsız olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla interaktif hizmetler üzerinden takip, denetim ve erişim dengesi, “kamusal dijital alan” diye tanımlanabilir.

Açıkçası zaten hâlihazırda tüm dünyada küresel dijital operatörler ve internet servis sağlayıcıları başta olmak üzere, sosyal medya uygulamaları, e-posta, mesaj, konum ve seyahat verileri olan ve “BigData” denilen kişisel veriler bireylerin rızâsı dışında depolanıp kullanılıyor. Depolandığı ve kullanıldığı bilindiği hâlde bunu hiçbir devlet, kurum ya da ticârî firma açık açık söyleyemiyor. Açıkçası ve tâbiri caizse yasal olmayan bir şekilde insanların özel hayatına dair kişisel verileri bilgi ve onayları olmaksızın kullanılmakta.

Günümüzde yaşanan virüs salgını sonrası, devletler ve kamu otoriteleri açısından bu verilerin kullanımının yasallaşması tartışmaya açılabilir. Öncelikli konular olarak kişisel sağlık ve seyahat verileri başta olmak üzere belirli alanlardaki verilerin kullanılması ve paylaşılması yasallaşacak ve hattâ belki de zorunlu olacak.

Meselâ, yurtdışı seyahat için zorunlu sağlık geçmişi, tıbbî kimlik verisi için dijital bir cihaz takılması zorunlu olabilir. Ev veya özel mülkünüz dışındaki faaliyetleriniz konum ve sosyal temas açısından erişilebilir hâle gelebilir. Mahremiyet kavramı, “dijital kamusal alan” ve “dijital özel alan” olarak yeniden tanımlanabilir.

Ülkeler arası ticârî ve turistik seyahatlerde nasıl vize alınıyor ise, önümüzdeki süreçte ülkesine giren yabancı konuklar için devletler, belki de dijital takip cihazı takılmasını isteyebilecekler.

Şimdilerde insanların eve kapanması, uçakların durması, küresel üretimin azalması sonucu hızla ilerleyen atmosferik iyileşmeler için iklim bilimciler, “Dünya detoks yapıyor” diyorlar. Ama bu iyileşmenin devamlı olması için insan ve doğa temâsı daha da sınırlandırılabilir. Yani doğanın ve yaban hayatının lehine olacak şekilde doğa ile insan temâsı, “koruma-kullanma” dengesine uyumlu olarak sınırlanabilir ve uzaktan erişim ile takip edilebilir.

Sonuç olarak bir süre sonra, kamusal alandaysanız izlenebilir ve takip edilebilir olmaya zorlanabilirsiniz.

***

Özgürlük alanları hakkında birey ile devlet arasındaki tartışma ya da bilek güreşi yeni değil. Türkiye’de bu konunun en trajikomik örneği, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğiyle birkaç yıl önce tarihe karışan başörtüsü yasağıdır.

Çok eski dönemlerden bu yana insanlar için çeşitli kısıtlamalar hep var olmuştur; seyahat özgürlüğü, mülk edinme ve ticaret özgürlüğü, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar çok geniş çerçevede tartışılmıştır. Hâlen devam eden tartışmalardan biri de teröre karşı mücadelede devletlerin “özgürlük/güvenlik dengesi” dediği göreceli ve tartışmalı bir sınır/çizgi hakkındadır.

Coronavirüs salgını sonrası terör tehdidi gibi önemli bir risk alanı olarak “toplum sağlığı tehdidi” kavramı öne çıkmış olabilir. Korunması gereken bir alan olarak toplum sağlığı güvenliği gündemimize girmiş olabilir. Bundan sonra dünyada toplum sağlığını korumaya yönelik tedbirler için bireysel özgürlük alanlarından insanların tavizler vermeleri istenebilecektir.

Yeni bir özgürlük/güvenlik sınırımız olmuş olacak bu durumda, ama toplumsal destek önemli. Çünkü Türkiye yıllarca terörle mücadele etmiş ve iç güvenlik konusunda vatandaşının can ve mal güvenliği, memurunun hizmet güvenliği, demokratik hakların baskı olmadan özgürce kullanılması gibi konularda zorlu ama çok başarılı bir mücadele vermiştir.

Toplumsal desteği güçlü bir şekilde yanına alan Devletimiz, terörle mücadelede artık son aşamaya gelmiş ve bugün terörü bitirme noktasına getirmiştir. Çok büyük bedeller verilen terörle mücadelede sivil, asker, polis, öğretmen, imam, doktor, hemşire, köylü, işçi, yaşlı, çocuk ve daha birçok kesim için çok büyük acıların yaşanmasına sebep olan terör örgütlerine ve destekçilerine karşı milletimiz ve Devletimiz kahramanca mücadele etmiştir.

Bu mücadelelerde kazanılan tecrübeler çerçevesinde ülkemiz, toplum sağlığı güvenliği konusunda da özgürlük/güvenlik dengesini koruyacaktır elbette.

***

Ancak konu, sadece ülkemizi ve milletimizi ilgilendirmenin ötesinde, küresel olarak yönetilebilecek bir konudur. Çünkü Covid-19 salgınında görüldüğü üzere, ne kadar dikkatli olsanız da koskoca bir ülkeyi dünyadan tecrit ederek korumanın mâliyeti çok daha büyük olmakta, büyük ticârî ve beşerî zararlara sebep olmaktadır. Kendimizi dünyadan tecrit edemeyeceğimize göre, dünya devletleri ve milletleri olarak ortak “toplum sağlığı güvenliği kuralları”na uymak durumunda olacağız.

Tüm dünyada insanlar ve yönetimler, içinde bulunduğumuz virüs ve salgın kâbusunu atlatabilmemiz hâlinde, global ve ulusal ölçekte getirilecek yeni kurallar ve kısıtlamalara psikolojik olarak hazır hâle gelmiş olacaklar. 

Dünya genelinde yüz binlerce ölüm olmasından korkuluyor. Şimdiden bu olayın sebep olduğu hasarın giderilmesi için dünya arayış içinde.

Meselâ, İngiltere’de “Henry Jackson” isimli bir düşünce kuruluşu, hazırladığı raporda, Çin’in sorumlu tutulabileceğini iddia etmekte. Bu salgın hakkında bilgi saklayarak ve yeterli tedbir almayarak dünya genelinde çok büyük sorunlara yol açtığı iddiasıyla Çin’e 3,2 trilyon sterlin tazminat dâvâsı açılabileceğinden bahsediliyor raporda.

Tabiî küresel mâliyeti Çin’e ödetmek mümkün olur mu bilmiyoruz, birçok ülkede bazı kamu yöneticileri, bu sürecin sonunda sağlıklı kalabilirse bile başarısızlık sebebiyle görevinden olabilir. Ancak her kim görevde kalırsa kalsın, Dünya devletlerinin ortak kararlarla gezegenimizde bugüne kadar insanoğlunun hissetmediği bir boyutta ve ölçüde kontrol mekanizmaları getirilebilir.

Toplum sağlığı güvenliği tedbirleri kapsamında alınması muhtemel kararlarla, kişisel özgürlük alanlarımızı sınırlayacak ve özel hayatı belki de evlerimize kadar geriletecek bir gelecek ile karşı karşıya olabiliriz.

Şu anki gibi kayıt dışı ve korsan bir şekilde dijital olarak izlenmek ve kayıt altına alınmanın da ötesinde, küresel ölçekte kanunlarla uygulanan ve zorunlu olarak dijital bir denetime tâbi tutulabiliriz!

Belki de bu kuralları özendirmek için büyük avantajlar da sunulacağından, bir anlamda mecburen değil de bugün elimizdeki cep telefonu ve interaktif uygulamalarda olduğu gibi bile isteye yani bir anlamda tercihen yeni dünya düzenine dâhil olacağız.

Gönülsüzce ama kaçınılmaz olarak râzı olacağız.

Öyle seçenekler sunulacak ki, mecburen değil ama kerhen kabul edeceğiz.

Özel hayatın alanı küçülecek, seyahat etmeden, sağlık hizmeti almadan ya da evden çıkmadan sınırlı bir alanda kalınacak. Kalınabilirse tabiî...

***

Salgın sonrası, hayatta kalanlarımız için muhtemel yeni dünya düzeni hayırlı olsun.

Umalım ki, en çok kazanan doğal denge olsun ve insan, dünya ile barışmayı öğrenebilsin.

Az önce bahsettiğimiz gibi, dünyanın eve kapandığı bir dönemdeyiz. İnsanlardan boşalan alanları yaban hayatına ait canlılar kullanmakta. Bu kadar kısa bir sürede bile insan faaliyetlerinin durması ya da kısıtlanmasının doğal hayata ne kadar pozitif yansıdığını hepimiz gözlemliyoruz.

Belki de bundan sonraki süreçte insan-doğa ilişkisini doğanın lehine olacak şekilde sınırlamalıyız. Bu sürecin sonunda kazanan doğa olacaksa, dolaylı olarak insan da kazanmış sayılabilir. Önce doğa kendi parçası olan insan ile barışmadan, dijitalin sahibi olan insanla barışması beklenmemeli.

Çünkü her iki mücadele benzer durumda; “insan” doğaya hükmetmek, “dijital” ise insana hükmetmek istiyor.