
BAŞLIĞIN “Yeni bir
kalkışma olursa” bölümü gazeteci, siyâsi, analist ve yorumculara; “Ne olur?”
kısmı da bana ait. Bu insanlar darbe gecesi darbeye en fazla direnen il ve ilçe
belediyelerinin özellikle hedef alındığını ve bu belediyelerin darbeye karşı
çıktıkları için hedefe konulduklarını ve belli oranda da bu plânda başarılı
olunduğu tespitlerini sıralıyor ve “yeni bir kalkışma olursa”, bu kaybedilen
belediyelerin tavrının ne olacağını soruyorlar.
“Ne
olur?”a gelmeden önce, bu kulakların değişik zaman ve mekânlarda duyup
işittiklerini anlatayım…
Bundan
yıllar önce Ankara’daki bir mekânda sohbet ederken, yan masada bir vatandaş da askerlik
hatıralarını anlatıyordu. Biraz da Davudî bir sesle anlattığı ve rahatça duyulduğu
için istemeden kulak misafiri olmak zorunda kaldım, ilginç şeyler anlatıyordu
ve mealen şöyleydi:
Bir
çavuş, talimgâhta, o dönemler çok revaçta olan irticadan bahsetmeye başlamış ve
ülke olarak İran’a savaş ilân etmemiz gerektiğine gelmiş. Medyada sıkça gündem
olduğu gibi bu konunun askeriyede de sabah içtimalarında dahi konuşulma
noktasına gelmesi üzerine askerlerin genelinin “Biz, komşumuz olan bir İslâm ülkesine
neden saldıralım? Amerika ve Batılı ülkeler için biz neden bir vekâlet savaşına
girelim?” şeklinde soruyorlarmış.
Yine
askerlerin bir kısmı da, medyanın etkisi ile İran’a iyi bir ders vermemiz
gerektiğini savunuyorlarmış. Bu konu değişik zamanlarda ve mekânlarda defaatle
gündeme geliyormuş. Her gündeme geldiğinde bir er, sürekli şekilde, “İran’la
savaş kararı alınırsa ben buradaki en üst rütbeli subayı vururum! Türkiye’nin
başka bir iki yerinde daha böyle olay olursa, İran’la savaş mevzusu başlamadan
biter! Gerçi birkaç kişi canından olur, ancak bu vesile ile iki kardeş ülke çok
değişik acıların yaşanacağı kesin olan bir savaştan kurtulmuş olur” diyormuş
her zaman.
Yine
bir gün konu bu noktaya geldiğinde, biraz daha yaşlı ancak daha önce hiçbirinin
daha önce görmediğini iddia ettiği başka bir er söze girerek, “Biliyor musunuz,
böyle savaş ve kargaşa zamanlarında askerî karargâhlardaki komutanlar başka
illerdeki karargâhların komutanları ile değiştirilirmiş” deyince, yine o er,
otomatik cevap makinesi gibi, “Sanki benim buradaki komutana bir husumetim
varmış gibi niye soruyorsun? Ben buradakini vururum, oradakiler de oradakini
vursun!” deyivermiş. Soruyu soran asker ne diyeceğini şaşırmış, hiçbir şey
söyleyemeden kalkıp gitmiş…
Bu
konu yıllarca ülke gündemine temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp defaatle
gündem yapıldı. Bu hâdiseyi duyduktan birkaç yıl sonra da devam edip gitti. Bu
konunun tıpatıp aynısını bir gün bir gazetenin okuyucu mektupları köşesinde okuyunca,
“Demek ki” dedim, “Bu konular ülkenin değişik bölgelerinde, değişik zamanlarda
benzer minvâlde konuşulmuş gitmiş”...
***
Gelelim
ikinci konuya…
Yer,
Ankara Yenimahalle OSTİM’de bir dükkân…
Balyoz
Dâvâsı’nın en cafcaflı şekilde konuşulduğu zamanlarda dükkân sahibi, o zaman
CHP’den ayrılan bir hanım, bir parti kurmuştu. O partinin ilçe teşkilâtında
görevliymiş dükkândaki karşılaştığım kişi. Birdenbire, tarihe not düşer gibi, “Bu Balyoz Dâvâsı’nda yargılanan subaylar
bir gün beraat edecek, görevlerine geri dönecekler. (O subaylarla kendisini
özdeşleştirerek,) Biz (ulusalcılar), AK Parti ile birlikte bu Fetullacıları
bertaraf edeceğiz. Daha sonra da onlarla birlikte olup siz AK Partililerden
intikamımızı alacağız” deyiverdi.
Ben,
şoka uğramış gibi ne diyeceğimi bilemedim. Bu, lâf arasında öylesine söylenen
bir söze hiç benzemiyordu. Plânlanmış, değişik yerlerde konuşulmuş ve
zihinlerde yer etmiş bir senaryoya benziyordu.
Yıllar sonra bu senaryoda anlatılanların büyük bir kısmı gerçekleşince, “Sıradan
bir insan böyle bir varsayımı nereden bilebilir ki?” diye düşünmeden edemedim,
ancak içinden de çıkamadım.
***
15
Temmuz darbe kalkışmasından aylar sonra, Ankara’da bir şehir içi otobüs yolculuğunda
bir vatandaş, “Bunlar darbe teşebbüsüne tekrar kalkarlarsa ne yapacağız?” dedi
(ki biraz da hepimizin duymasını istediği için sesini yükselterek ve bilmiş bir
tavırla) ve ekledi:
“Ben bu
kalkışmadan en az beş yıl önce ‘Darbe nasıl önlenir?’ diye bir yazı yazdım.
Yazdığım o yazıda ‘Darbeye karşı nasıl dururuz?’ diye maddeler hâlinde
sıraladım. Biliyor musun, ilk maddesi, belediyelerin iş makineleri ve
kamyonları ile askerî araç ve alanların etrafına halka halka çelikten aşılamaz
duvarlar örmesi şeklinde. Hiç kimse hiçbir yere kıpırdayamaz. Darbe de
başlamadan biter!”
Onun
muhatabı olan arkadaşı, “Diğer maddelerde ne vardı?” diye sorunca, “Onları da yeni bir kalkışma olursa o zaman
konuşuruz” diyerek konuyu kapattı.
“Peki,
bu yazdıklarını uygulama şansın oldu mu? O gece sen ne yaptın?” diye sorulunca
da, “Darbe olunca, devlet kademesinin üst düzeyindeki tanıdıklarıma bu konuyu
anlatmaktan dilim damağım kurudu. Şükür yaptılar, ancak çok eksik yaptılar. Bu
bile bir darbeyi önlemede müthiş işe yaradı” dedi.
Daha
sonra diğer illerde yaşayan tanıdıklarımla telefonda konuşup yaşananlara şahit
olunca anladım ki, Türkiye’nin değişik bölgelerinde bu ve buna benzer bir sürü
olay oldu. Demek ki, yüzlerce insanın aklına aynı şeyler gelmiş ve uygulamışlar.
Bundan
sonra her insan, “Yeni bir kalkışma olursa ben ne yapabilirim?” sorusunun
cevabını arayıp bulsun ve ona göre hayatını tanzim etsin ve hazırlansın. Çünkü
her zaman yeni bir kalkışma ihtimâli vardır ve olmaya devam edecektir. Herkesin
bunu konuşup düşünmesi ve bu realite ile kimseyi telâşa vermeden yaşamayı
öğrenmesi lâzım.
Bir
örnek vermek gerekirse… Bazı geceler kimileri, herhangi bir saatte kalkıp, bir
saat boyunca ülkenin selâmeti için “Benim bölgemde neler oluyor?” diye balkon
nöbeti tutabilir. Malûm, genelde bu işler insanların uykuda olduğu zamanlarda
icra ediliyor. Sabah uyandığınızda her şey olup bitmiş, köşe başları tutulmuş
olabilir. Ülkenin ileri gelenlerinin hapse atılmış olduğu bir sabaha
kalkabilirsiniz…
Son
birkaç yıldır bir muhalefet partisinin teşkilâtlarında darbe senaryoları
tartışılıyor, konuşuluyor ve gündem teşkil ediyor. Falanca tarihte altın bir
vuruş yapılacağını bekliyorlar. Ve büyük bir çoğunluğu bu senaryoyu ümitle bekliyor.
En son bir yahut bir buçuk ay önce uzun süredir görüşmediğim bir sol tandanslı
tanıdığım, bayram değil, seyran değil, beni arayarak, “Sen mütedeyyin insansın, senin aşırılıklarla işin yok; ancak bu
aşırıların yakın zamanda işi bitirilecek!” minvâlinde bir söz söyledi. Ben
yine şoklardayım…
Neden
beni aradı, niye bana böyle bir söz söyledi, şaştım kaldım. Ona da doğru dürüst
bir cevap veremedim. Bir anlık gafletten sonra cevap vermemeyi daha doğru
buldum. Gerçi bunu detaylı bir şekilde kendisine müsait olunca soracağım.
Bakalım ortaya ne hezeyanlar dökülecek…
***
Uzun
bir süredir mahkeme kararları, enteresan insanların beraat almaları, enteresan
tiplerin çıkıp bazı açıklamalar yapmaya başlamaları ve diğer gariplikler, öylesine
gerçekleşmiş olaylar değil ve bir plânın aşamaları gibi duruyorlar. Ortada bir
gariplik var, ancak ne olduğunu anlamak çok mümkün değil.
Bir
de, özellikle son zamanlarda, yakın gelecekte muhalefet, iktidar olacakmış gibi,
“Biz iktidar olunca…” diye başlayan tehditler savuruyor. Birileri kar suyu kaçırmış
kulaklarına…
İlk
başta anlattığım senaryoyu bir yere not edin! Şu an iktidarla ortak gibi duran
ulusalcıları da bir tarafa yazın! Muhalefet, son günlerde hapis yatan eski
subayları salıvereceğini söylüyor değişik ağızlardan. İşi mafya gibi illegal
işler olan ve ne gariptir ki son zamanlarda kendince “Temizeller operasyonu”
yürüten Sedat Peker bile aynı safta yer alarak parmak sallıyor iktidara ve
Erdoğan’a. Varacağı en son noktaya vardı anlaşılan. Artık safını gizleme
ihtiyacı hissetmiyor.
15
Temmuz 2016 öncesi Büyükada’yı mesken tutan ve darbeciler başarısız olunca 16 Temmuz
2016’da apar topar ülkeyi terk eden tasfiye timi gibi bir ekip vardı. Etrafta
aramayın, o ekip bir büyükelçilikte çoktan hazırlandı, çalışmalara başladı ki
bu aralar yoğunlaşmış durumda! Olaya böyle bakarsanız, durumu daha net anlama imkânına
kavuşursunuz!
Böyle
bir durum olursa, ulusalcılar nasıl bir tavır alırlar? Benim kanaatim, iktidara
değil, ancak kalkışmaya yardım ederler. İnşa-Allah böyle bir senaryo ile
karşılaşmayız. Allah esirgesin!
Ancak
durum hiç de iç açıcı görünmüyor. Gözümüzü, kulağımızı ve ferasetimizi hiç
olmadığı kadar açık tutarsak çok iyi ederiz. Herkesin bir hesabı, Allah’ın (cc)
bir hesabı var.
Herkes
kendi minvâlinde hesap yapıp tuzak kuruyor, ancak en iyi tuzakları Allah’ın (cc)
kurduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın!
Ey
bu vatanın has ve temiz evlâtları, bu aralar neyle meşgulsünüz?
Allah’a emanet olun, sağlıcakla kalın…