Yeni bir hayata gidiş

Acı acı gülümsedi. “Evet” dedi, “6 ay denedim. Gelinlerimin yüzleri gülmedi. Oğullarım üzüldü. Torunlarım tedirgin oldu. Ben de bu kararı aldım. Bir yakînimin yardımı ile burayı buldum ve şimdi yeni hayatıma doğru gidiyorum. Vakitleri olmadığı için oğullarım geçirmeye gelemediler. Ev eşyalarımı sattım. Artık sadece bu iki valizle gidiyorum. Bir daha görür müyüm evlâtlarımı, bilmiyorum. Ne olur Güzin Ablacığım, dua et!”.

İNSANLARI dinlemeyi seviyorum. İstanbul'a gitmek üzere erkenden Ankara Tren Garı'na geldim. 1 saat 45 dakika vardı trenin kalkmasına. Orta yaşlarda bir bayan gördüm bekleme salonunda. Ağlıyordu belli etmediğini zannederek. Yanındaki koltuğu boş görünce hemen yanına oturdum. “Merhaba” deyince cevap verdi. Biraz bekledim. Sonra merakımı gidermek için sordum “Nereye yolculuk?” diye. Benim trenimden sonraki trenle İzmit'e gideceğini söyledi.

Gözlerindeki hüzün, tâ derinlerinden acı hissettiğini söylüyordu. “Hayırdır bacım?” dedim, “Neden bu kadar üzgünsün?”. Önce yüzüme uzun uzun baktı, sonra "Ablacığım!" dedi, durdu, yutkundu. “‘Ablacığım’ diyorum, sanırım benden büyüksünüz” dedi. “Evet, sanırım; benim yaşım 64” dedim. “Ben 50 yaşıma bugün girdim” dedi. Sonra sohbete başladık.

“Çocuğunuz var mı?” diye sordu, “Evet, iki oğlum var” dedim. “Evliler mi?” dedi, “Evet” dedim. “Beni iyi anlarsınız o zaman” dedi ve anlatmaya başladı.

“Benim de iki oğlum var. Biri diş hekimi, diğeri eczacı... Onları yetiştirebilmek için yaşadık eşimle birlikte…” demişti ki “Ne güzel, sonucunu da almışsınız işte!” dedim. O an öyle derin bir ah çekti ki ön sırada oturanlar dönüp baktılar. Göz pınarlarına yaşlar birikti, akmasınlar diye elindeki peçeteyle sürekli kuruluyordu gözlerini.

“Yalnız mı seyahat ediyorsun?” dedim. “Ben hep yalnızım” dedi. “Eşin?” dedim. Bu sefer göz pınarlarına biriken yaşlara engel olamadı. Arka arkaya inciler dökülmeye başladı yanaklarından dizi dizi. “Beş yıl oldu eşimi kaybedeli” dedi.
Adımı sordu, söyleyince “İşte!” dedi, “Bana bir Güzin Abla gerekiyordu, Rabbim sizi yolladı demek”. “Zaten bana öyle derler hep” dedim, acı acı tebessüm etti. “Üzülmeyeceksen, ağlamayacaksan dinlerim seni” dedim.

Yıllar önce Haydarpaşa Tren Garı'nda tanıştığım, hikâyesini dinlediğim ve sonra da Turuncu dergisinde yayınlanan “Selma” geldi aklıma. Bunun da acı bir hikâye olacağını seziyordum…

“Ben daha üniversite 2. sınıfta iken eşimle tanışmıştık. Âşık olduk birbirimize. Kendisi üniversite okumuş, bitirmiş, ama mesleğini yapmak istemediği için serbest meslekte karar kılmıştı. Otomobil yedek parçası işi yapmaktaydı. İşleri çok iyiydi. Benim okulumu bitirmeme izin vermedi ve evlendik.

Askerliğini yapmamıştı, o yüzden direnmek istedim ama olmadı. ‘Kısmet böyleymiş’ dedim. Tabiî askere gitmesi söz konusu olduğundan, anne ve babası ile birlikte oturma kararı aldık. Arkadaşlarım, ailem, sülâlem karşı çıktılar. Ama ben dinlemedim. Rahmetli kayınpederim ile beraberdi işleri.

Dünya iyisi bir kayınpederim vardı. O bana sahip çıkar diye herkesi susturdum. Fakat annesi çok değişik bir hatundu. Dünyanın kendi etrafında döndüğünü, hep onun istekleri doğrultusunda yaşamamız gerektiğini düşünen otoriter, despot, biraz da zalim bir kadındı. Ben kendime güveniyor, onu düzeltebileceğime inanıyordum. Tek oğluydu sonuçta, ben de kızı olacaktım. Ama hiçbir zaman öyle olmadı.

Evlendikten bir iki yıl sonra, büyük oğlum 1 yaşında iken askere gitti eşim. O zaman askerlik uzundu yedek subay da olsa. Zorlu geçen yıllarım oldu. Ama gençliğim, eşim, oğlum ve kayınpederime olan sevgimle dayandım. Askerlik bitti, eşim işinin başına döndü. Sonra bir oğlumuz daha oldu.

Kayınpederim kalp rahatsızlığı sonucu vefat edince, ayrı bir evim olması hayâlim de bitti. ‘Olsun’ dedim, ‘Tek evlâdı kadıncağızın. Bir başına bırakamayız ya’. Hayâllerimden vazgeçtim. Kıyamadım eşime. O da ben üzülmeyeyim diye annesi ile aramızın bozulmaması için eziliyordu. Bir türlü evimin kadını, çocuklarımın anası olamadım. Hiçbir şey için bana bir şey sorulmazdı. Babaannemiz verir kararları ve uygulanırdı.

Eşim ve çocuklarımı çok seviyordum ve onları üzmek istemediğim için her şeye ‘Peki!’ demeyi kabul etmiştim. Çocuklarımızı bu ortamda büyüttük Allah'ın izni ile. Babaannemiz, eşimden 5 yıl önce vefat etmişti. Büyük oğlum, üniversiteden arkadaş oldukları bir kızı sevdi ve nişanlandı. Düğününe hazırlanıyorduk ki eşim hastalandı. İş yeri başkalarının elinde kaldı. Sonra eşim vefat edince elimizde sadece oturduğumuz ev, araba ve para eder birkaç arsa kalmıştı.

Şükürler olsun, çocuklarıma diş kliniği ve eczane açmaya yetmişti kalanlar. Sonra ikisini de arka arkaya evlendirdim. Gelinlerimi seviyordum. Evlerini ve arabalarını da aldık elimizde kalanlarla. ‘Oh’ dedim, ‘Artık rahatım!’. Küçük bir daire alıp yerleştim. Oğullarımı görmeden duramayan ben, artık onları sık göremiyordum. Olsun, mutlulardı, bu da bana yeterdi.

İkisinin de ikişer oğulları oldu. Babaannelerini sadece bakılmaları gerektiğinde ve bayramlarda görüyorlardı. Çok üzülüyordum. Torun hiçbir şeye benzemiyor ablacığım!”

Bu arada bir an sustu, yutkundu, yaşlar sıralandı yine önce göz pınarlarına, sonra yanaklarına. “Boş ver be anacığım!” dedim araya girerek, “Öyle oluyor maalesef erkek evlâtlar” diye de ekledim. Gözlerime gözlerini dikti ve “Neden benim eşim öyle olmadı peki?” dedi.

“Şu anlattıkların benim hayatıma o kadar benziyor ki” diye karşılık verdim ve ekledim: “Bazıları değil ama çoğu benziyor. Fakat sen boş ver, yerlerinde sağ olsunlar. Sonuçta onların mutluluğu önemli! Kendine yeni uğraşılar edin. Gez toz, keyfine bak! Nasılsa işleri düştüğünde ararlar. Biz erkek evlât anneleri buna alışmak zorundayız. Bu devir böyle!”

Amacım teselli etmek, yalnız olmadığını anlatmaktı. Ama o yine gözlerimin içine bakarak devam etti: “Ben İzmit'e neden gidiyorum biliyor musun Ablacığım? Orada bir huzur evine yerleşmeye gidiyorum!”

O böyle deyince, sanki bir el midemi avuçladı ve sıkmaya başladı. “Neden?” dedim, “Evinde otursaydın!”. Bunun üzerine daha kötü bir cevap beni paramparça etti: “Artık bir evim de yok ablacığım! İşleri kötü giden (!) oğullarıma katkıda bulunmak için sattım evimi de, arabamı da. Zaten başka bir şeyim kalmadı emekli maaşımdan başka. Eşimden kalan maaş… Nur içinde yatsın, beni mağdur etmedi.”

“Neden dönüşümlü olarak oğullarında kalmıyorsun da huzur evine gidiyorsun? İşleri düzelince yeniden alırlar evini” dedim. Acı acı gülümsedi. “Evet” dedi, “6 ay denedim. Gelinlerimin yüzleri gülmedi. Oğullarım üzüldü. Torunlarım tedirgin oldu. Ben de bu kararı aldım. Bir yakînimin yardımı ile burayı buldum ve şimdi yeni hayatıma doğru gidiyorum. Vakitleri olmadığı için oğullarım geçirmeye gelemediler. Ev eşyalarımı sattım. Artık sadece bu iki valizle gidiyorum. Bir daha görür müyüm evlâtlarımı, bilmiyorum. Ne olur Güzin Ablacığım, dua et!”.

Benim tren kalkış saatim geldiği için ayrıldık. Kalbim paramparça hâlde vedalaştım. Telefon numaramı verdim. “Lütfen yerleşince beni ara, seni sık sık ziyaret geleceğim, söz veriyorum” dedim. Pek inanamadı sanırım ama kaydetti telefonumu.