Yeni bir eğitim anlayışı ve sistemi mümkün mü?

İnsanın doğuştan sahip olduğu fıtrî yetenek, özellik ve farklılıklarını dikkate alan, insanın kendini, çevresini, âlemi ve Yaratıcısını keşfetmesini sağlayan, insanın yetenek ve kabiliyetlerini geliştiren, kendisi, canlı-cansız çevresi ve Yaratıcısıyla anlamlı ilişkiler kurmasını öğreten, amacı devlet, ulus veya sermayeye uygun insan yetiştirmek olmayan, müfredatı, araç-gereçleri, ortamı ve teknolojisi insan doğasına uygun olan eğitime “insan merkezli eğitim” diyebiliriz.

BAKANLAR ve bürokratlar değişiyor, sınav sistemleri ve sınıf geçme sistemleri değişiyor, ders kitapları değişiyor, katsayı oranları değişiyor, kıyafet yönetmeliği değişiyor, alfabe değişiyor, eğitim teknolojileri değişiyor... Çok şey değişiyor ama bu değişimler, eğitimin hizmet, sunum ve teknik yönleriyle sınırlı kalıyor, eğitim sisteminin kendisi ve ruhu pek değişmiyor. Eğitim, “sistem” ve “ruh” olarak her türlü değişime karşı kendini muhafaza ediyor, direniyor, statükosunu koruyor.

“Eğitim sistemi, tüm değişimler karşısında kendini nasıl koruyor?” diye sorduğumuzda, çok şıklı bir cevap vermemiz mümkün. Konuyla ilgili onlarca gerekçe sayabiliriz. Hepsini analiz etmek bir yazının boyutlarını aşacağı için, bu yazımda sadece temel gerekçe üzerinde durmak istiyorum. Çünkü sayacağımız çok sayıda kusur, eksiklik veya özellik, bu temel gerekçeden doğmaktadır. 

Statükoculuğu koruyan bir unsur olarak eğitimin amacı

Bir şeyin amacı, onu tanımlar. Çünkü olan şey, o amaç için var olmuştur, var edilmiştir. Eğitim sistemini ve ruhunu (mevcut durum için ruhsuzluğunu demek belki daha doğru) koruyan ve onu sağlam bir statüko haline getiren temel muharrik, onun “amacı”dır.

“Şimdiki eğitimin amacı nedir, bu amaç nelere mâl olmaktadır, eğitimin aslında amacı ne olmalıdır?” soruları üzerinden ilerlemeyi sürdürelim.

Başta ülkemiz eğitim sistemi olmak üzere, dünyadaki eğitim sistemlerinin geneli, “insan” merkezli değil “devlet, ulus, ideoloji veya sermaye” merkezli bir karaktere sahiptir. Mevcut eğitimin amacı, insan değil devlet, ulus veya ideolojidir. Böyle olunca, sistemin dizaynında, araçlar, teknolojiler ve müfredatın oluşturulmasında insanî olan ve insana dair olan her şey geri plana itilmekte ve devlet, ulus ve sermayenin menfaati veya popüler eğilimler öne çıkmaktadır.

Türk eğitim sistemini derin bir analize tâbi tuttuğumuzda, amaçlanmış olanın “iyi insan” veya “insanın özgürlüğü” değil, “iyi vatandaş” olduğu ortaya çıkacaktır. Amaç bu olunca, insanın yeteneklerinin gelişmesi veya kabiliyetlerinin arttırılması değil, standardizasyonu önem kazanmakta, araç ve süreçler de buna göre şekillenmektedir.

Devlet için okumak, ulus için yetişmek, sermaye için kariyer yapmak… Ne kadar tuhaf, değil mi? İnsan bunun neresinde? Kulluk bunun neresinde? Özgürlük bunun neresinde? Dahası, eğitim bunun neresinde? İnsanın kendini fedasıdır bu. Bu faaliyeti “eğitim” kelimesinden daha iyi tanımlayacak olansa “standardizasyon”dur. Eğitim insan için değilse, insanı hizaya sokma ameliyesine dönüşür. Amacı deşifre ettiğimiz zaman alt amaçları ve yöntemleri zaten görürüz. Şunlardır onlar: Tek tip insan yetiştirmek, farklılıkları törpüleyerek herkesi birbirine benzeştirmek ve hizaya sokmak.

Eğitimi planlayan ve sistemi kuranlar açısından eğitime yüklenen amacın sorunlu olmasının yanında, modern bireyin eğitimle ilgili kendi amacı da statükoyu destekleyici özelliktedir. Çünkü ilk başta “bilgi” tanımı sorunludur. Modern birey için bilgi, kendini, evreni, Yaratıcıyı tanımak ve onu edinmenin peşinden bir iyilik yapmak için değil, savaş-yarış alanı olarak kabul ettiği dünyada ötekine karşı galip gelmek ve kariyer yapmak için araç anlamına gelmektedir. Kariyer, devlet, bürokrasi, yapılar ve sermaye ile ilişkili olduğu için, bilim insanları, akademi mensupları, eğitim bürokrasisi ve araştırmacılar da “eğitim statükosu”nu güçlendiren aktörler dizininde kolayca yer almaktadırlar. “Özgür düşünce insanı” olarak tanımlanan entelektüel kimlikler bile bu statüko dizinine girmekten kendilerini kurtaramamaktadırlar.

Mükellefiyet farkı

Kariyer, insana yıldızlı bir yalnızlık sunmaktadır. Çünkü kariyer, bir yarışın, çatışmalı bir yolun ve savaşın sonunda elde edilir. Kariyer, paylaşmamak üzerine kurulu bir yükselme çabasıdır. Kişi, kariyer savaşında yalnızlığını giderecek güçlü moral değerlere sarılmışsa, yalnızlığını kısmen azaltabilir, ama bu çoğunlukla zordur.

Hâlbuki bilgi, keşif, bilim amel/eylem içindir. Daha açık ifadeyle “Niye öğreniyoruz?” sorusunun cevabı, “Öğrendiğimizle amel etmek için” olmalıdır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” sorusuna “Elbette olmaz” diyorsak, bunun sebebi, bilenin, amel edebileceği bir ilme sahip olmasındandır. Bu cümleyi şöyle de yazabiliriz: Elbette bilenlerle bilmeyenler bir olmaz. Çünkü bilen, amel etmek zorunda olduğu bir bilgiye sahiptir. Bu, bir mükellefiyet farkıdır.

Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) “Bilmeyenin vay haline! Bilip de bildiği ile amel etmeyenin vay haline!” dediği ve bu sözü üç kere tekrar ettiği rivayet edilir. Peygamberimizin (s.a.v.) başka bir sözü de şöyledir: “Allah’a yemin ederim ki siz, öğrendiğiniz ilimle amel etmedikçe ilim toplamaktan dolayı mükâfat alamazsınız.”

Bu sözlerden bir prensip oluşturmak gerekirse şunu söyleyebiliriz: Amel etmediğiniz sürece, elde ettiğiniz bilginin Allah katında değeri yoktur. Cuma Sûresi’nin 5’inci ayeti, bu durumu daha sert ifadelerle anlatmaktadır. Meali şöyledir: “Kendilerine Tevrat verilip de onun gereğini yerine getirmeyenlerin örneği, kitaplar taşıyan eşeğin durumuna benzer.”

Amacı “insan” olan eğitim sistemi

Yazının sonunda zor soruyu soralım: Eğitim sistemlerinde insan merkezli bir değişim mümkün olabilir mi?

“İnsan merkezli eğitim” tanımıyla neyi kastettiğim, yukarıdaki paragraflardan kısmen anlaşılıyor olsa da birkaç cümle ile yeniden ifade edeyim.

İnsanın doğuştan sahip olduğu fıtrî yetenek, özellik ve farklılıklarını dikkate alan, insanın kendini, çevresini, âlemi ve Yaratıcısını keşfetmesini sağlayan, insanın yetenek ve kabiliyetlerini geliştiren, kendisi, canlı-cansız çevresi ve Yaratıcısıyla anlamlı ilişkiler kurmasını öğreten, amacı devlet, ulus veya sermayeye uygun insan yetiştirmek olmayan, müfredatı, araç-gereçleri, ortamı ve teknolojisi insan doğasına uygun olan eğitime “insan merkezli eğitim” diyebiliriz.

Bu tanım, eğitimin sadece “eğitim” olmadığını da anlatmaktadır. Çünkü üretim modelleri, şehirler, mekânlar, araçlar, teknolojiler gibi yaşam alanımızda var olan her şey insana ve onun ruhuna göre şekillenmektedir. İnsan merkezli bir eğitim sistemi inşa etme niyeti, her anlamda yeni bir eğitim sistemi kurmak anlamına gelir ki bu değişim, dünya çapında bir çaba ile ancak başarılabilir. Çünkü insan merkezli bir eğitim sistemi kurmak için, yola çıkıldığı andan itibaren mevcut pek çok anlayışın, sistemin ve yapının, küresel çapta defansı, hatta saldırısıyla karşılaşılacaktır. Böyle bir tercih, ciddi bir mücadeleye karar vermektir.

Yeni bir sistem mümkün mü?

Bireysel veya mahalli çabalarla insan merkezli eğitim sistemini kurmak veya onu küresel çapta geçerli bir sistem haline getirmek, belki de şu an için imkânsızdır. Ancak bu büyük hedefe hizmet edecek küçük ölçekli model ve uygulamalar yapabiliriz. Vakıflar, dernekler, cemaatler ve düşünce grupları bu konuda sorumluluk üstlenebilirler. Sonrasında evrensel modeller üzerine zihin yormaya başlarız. Çünkü “Bin millik yol, ilk adımla başlar”.

“İnsan merkezli eğitim” üzerine zihin yormamız, konuyla ilgili tartışmalar yapmamız ve yazılar çıkarmamız, mevcut eğitim sistemlerinin zararlarına karşı her zaman uyanık olmamızı da sağlayacaktır. Bu da az şey değildir. Böyle bir çaba içinde olmak, başlı başına bir iyiliktir.