Yeni bir beyin israfı: Doktoralı işsizlik

Bu ülkenin beyin israfı gibi bir lüksü yoktur. Ne yayıp etmeli, öncelikle doktora mezunu, ardından da yüksek lisans mezunu gençlerin istihdam sorunları üzerinde acilen durulmalıdır. Nitelikli genç beyinlerini israf eden bir devletin, ardına sığınacağı geçerli hiçbir mazereti olamaz.

BEYİN israfı dramatik bir terkip. Bu terkibin ilk unsuru olan beyin, bir ülkenin sıradışı yeteneklerini, ikinci unsuru olan israf da o ülkenin elindeki yetenekli insanlardan yeterince yararlanamadığını ifade eder.

İsraf, hayatın her alanında kaynakların verimli, ölçülü, dengeli ve meşru kullanılmadığına dair önemli bir ölçüttür. Dinimiz israftan kaçınmayı emrettiği için, İslâm dini üzerine bina edilen medeniyet ve kültürümüz, israfın aleyhine bir hayat tarzını telkin eder.

İnsanlığın hayatına ilişkin her türlü nimetin israf edilmeden amacına uygun kullanılması, dinimizin ve kültürümüzün bizde ahlâk hâline getirdiği bir hayat tavrıdır. Suyun israf edilmemesi, toprağın hor kullanılmaması, havanın kirletilmemesi, tabiatın dengesinin bozulmaması, kazancın yerinde harcanması, fazlasının muhtaç olanlara belli bir ölçüde verilmesi, geniş anlamda israfın önlenmesine yönelik tedbirlerdir.

Daha açık bir lisan ile söylersek, israf, beyhude kullanımdır. Ekmek ve suyun beyhude kullanımı hemen hepimizi vicdanen rahatsız eden bir israftır. Bu girizgâhtan maksadım, sözü yazımızın başlığındaki israf biçimine getirmektir.

***    

Bir ülkenin geleceğini, çocuklarının eğitimine yaptığı yatırımlar belirler. Bir ülke, yetişen yeni nesillerini ne kadar eğitimli, bilgili ve donanımlı hâle getirirse, geleceğini de o ölçüde teminat altına almış olur. Eleştiriler bir yana, ülkemizin son çeyrek asırda elde ettiği okullaşma oranı ve yükseköğretimde kat ettiği mesafe, devasa ölçektedir. Her ilde en az bir üniversite bulunması, Devletimizin eğitime yaptığı yatırımların boyutunu anlamamız için önemli bir göstergedir.

Hiç şüphe yok ki, üniversite okumak isteyen her bireye devletin bu imkânı sağlaması en ideal yaklaşımdır; ancak bu hedefi gerçekleştirmek de o kadar kolay değildir. Böyle bir ideali karşılayacak kaynak ve imkân, hemen hemen dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Ancak Türkiye’deki üniversite sayısına ve bu üniversitelerde okuyan öğrenci nüfusuna bakınca azımsanmayacak sayıda bir nitelikli nüfusun eğitildiği görülür.

Konu buraya kadar güzel. Bu eğitimli nüfusun yüzdelik açısından çok az bir miktarı yüksek lisans yaparak seçtikleri alanda bilim uzmanı sıfatını alırlar. Yüksek lisans yapanların çok daha az bir yüzdesi ise seçtikleri alanda doktora eğitimi yaparak bilimin ustalık aşaması olan “doktora” payesini alırlar. Başka bir ifadeyle alanlarında doktora payesi alan gençlerimiz, ülkenin en elit ve nitelikli gençleri olarak hayata atılırlar.

Doktora eğitimi, sıradan bir eğitim olmadığı gibi, doktora payesini alan gençler de sıradan gençler değildirler. Bunlar ülkenin en nitelikli kesimini oluşturan zeki ve başarılı gençlerdir. Başka bir ifadeyle, bu gençler, alanlarında ülkenin dinamikleridir. Yetişmeleri ise hiç mi hiç kolay değildir.

Doktora mezunu bir gencin bugünkü şartlarda eğitim süreci aşağı yukarı şöyle bir seyir izler:

Bu gencin 7 yaşında ilkokula başladığını farz edersek, 4+4+4 eğitim sistemine göre 19 yaşında liseyi bitirip üniversiteye başlar. Üniversitede, tıp gibi lisans eğitimi 4 yıldan fazla süren fakülteleri hâriç tutarsak, 4 yıl lisans, iki yıl da yüksek lisan yapan bu gençler, en erken 25 yaşında doktoraya başlarlar.

Doktora eğitimi kâğıt üstünde dört yıldır ama eğitimin zorluğu, seçilen konunun niteliği ve değişik nedenlerden ötürü tamamlanması dört ilâ altı ve hattâ daha fazla bir yıl gerektirmektedir. Haydi biz beş yıl diyelim, bu durumda doktorayı bitiren bir genç, en az 30 yaşında mezun olur demektir. Arkasında 23 yıllık bir eğitim hayatını geride bırakan bu genç, mezun olduğu alanın en nitelikli bireylerinden ve ülkenin en önemli beyinlerinden biridir.

Başka bir açıdan bakarsak, doktora öğrencisi, devletin en fazla yatırım yaptığı öğrencidir. En fazla yatırım yapılan da doğal olarak en fazla değer verilendir.

Ancak hikâye işte tam bu noktada bir dram manzarası göstermeye başlar!

***

Doktora programlarından 30-35 yaş aralığında mezun olan bu pırıl pırıl gençler, beş yıl öncesine kadar pek istihdam sorunu yaşamazlardı. Ancak son beş yıldır ve özellikle de akademik kadroları yerinde saydıran norm kadro bukağısından sonra, hayat yolunun yarısına gelmiş bu gençlerin hayatlarına bir sorun, kâbus gibi çökmeye başladı: “İşsizlik”!

Evet, yanlış duymadınız, hayatlarının yarısını ülkenin en nitelikli eğitimine adamış bu gençler maalesef işsiz. Nitelikli bilgi ve birikimin zirvesine çıkmış bu tür genç beyinleri işsizlikle israf eden bir toplumun geleceği pek hayra alâmet olamaz. Bu gençler bu yaştan sonra alanlarının dışında bir meslek tutabilirler mi? Hayır!

Tutmalarına gerek var mı? Hayır!

O zaman acil yapılacak şey, ülkenin en nitelikli eğitimini almış olan bu genç beyinleri israf etmemektir.

Doktoralı gençleri işsizliğin pençesinden kurtarmak nasıl mümkün olur?

Elbette bu soruya verilecek yüzlerce cevap vardır fakat durumun vahameti cevaptan ziyade bunların istihdam edilmesine bakıyor. Zira bu gençler, hem işsiz, hem de çoğunlukla eşsizdirler. Uzun öğrenimleri boyunca bir yuva kuramayan bu gençler, hayatlarından fedakârlıklar yaparak evliliklerini ve hayata atılışlarını mecburen ertelemek zorunda kalıyorlar.   

Fen, mühendislik ve tıp alanında sosyal bilimlere göre doktoralı gençlerin istihdamında görece bir başarı gözlense de yetersizdir. Ancak bu durum sosyal ve beşerî bilimler alanında “beyin israfı” denen bir dram görüntüsü arz etmektedir. Bu gençler, doktora eğitimlerinin bitimine kadar ailelerin büyük fedakârlıkları ve Devletin kredi desteğiyle ayakta durmaktadırlar. Ancak eğitim sona erince bu çilenin ödülünü alacaklarına, hayatın acımasız yüzüyle karşılaşıyorlar.

Devlet verdiği kredileri talep etmeye, aileleri ve çevreleri de iş beklentisine girmeye başlıyor. Hayatlarının 35 yılını okul sıralarında dirsek çürütmeye vermiş bu gençler için bu yeni durum âdeta bir korku tünelini andırıyor.

Ellerinde işe yaramayan tomar tomar diploma, bellerinde kaldıramayacakları kadar ağır bir yük, dillerinde Namdar Rahmi Karatay’ın şu dizeleri:

“Döndü servi gibi ümitler birer iğdeye,

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye!”

Devletin bir beyin ve hayat israfı olan bu duruma acilen el atması lâzımdır. Bu gençlerin fen bilimleri tarafında yer alanlarını belli projeler içinde eritmek nispeten daha kolay gibi görünüyor. Sosyal bilimler alanında doktora yapanların durumlarıysa oldukça zordur.

İşi lâfa bırakırsak lâfın sonu gelmez, çözüm nedir, ondan bahsetmek lâzımdır!

Bu bağlamda aklımıza düşen bazı çözüm önerilerini sıralayalım:

Bu gençler sınavsız ve tercihsiz olarak MEB bünyesine öğretmen olarak alınabilirler. Böyle bir girişim, öğretmenlerin nitelik bakımından yüksek lisans ve doktora yapmasını teşvik eden bakanlığın amaç ve beklentisiyle de çok iyi örtüşür. Zaten sayıca fazla olmayan bu nitelikli gençler, bakanlığın elit okullarında veya idarî birimlerinde yer alıp çok yararlı işler yaparak kurumlarına katkı sağlayabilirler.

Bu gençlerin asıl verimli olacakları yerler üniversitelerdir. Bunlar bu kurumların bünyesinde istihdam edilebilirler. Üniversitelere getirilen norm kadro uygulaması, akademik hayatın doğal akışına vurulmuş bir set ve engelden başka bir şey değildir. Altta üniversite hocalarının binbir zahmetle yetiştirdiği nitelikli genç bir kitle, norm kadro abesliğinden dolayı üniversitelere girememekte, ama içeride 25-30 yıl önce yaptıkları, dil şartı olmayan doktoralarla üniversite kürsülerini işgal eden ve akademik yükselme şartlarını sağlayamayan akademik hayat ve Devlet üzerinde yük olan on binlerce insan bulunmaktadır.

Yapılacak en iyi şey, akademik yükselimini tamamlayamamış bu geniş hoca kadrosundan önce gönüllü olanlarını, bu yetmezse ardından da 25 yılını dolduranları emekli ederek yerlerini arkadan gelen bu genç ve nitelikli insanlara bırakmaktır.

Hem bu gençler, dijital eğitim çağının içinden geldikleri için, yeni eğitim çağının gereklerini çok iyi bilen ve kullanan bir nesildir. Özellikle uzaktan eğitim sürecinde eldeki yaşlı kadroların yaşadıkları sıkıntılar ve meseleyi kavramakta yaşadıkları zorluklar üniversite camiasına mensup olanların malûmudur. Bu gençlerin damarda gezen taze kan gibi, kanı çekilen akademik kadroya bir hareket ve bereket getireceği kesindir. Akademik kadroda durağanlık, ülkeyi bilimsel gelişmelerden uzaklaştırmak gibi bir tehlike taşımaktadır aynı zamanda.

Sözün özü, bu ülkenin beyin israfı gibi bir lüksü yoktur. Ne yayıp etmeli, öncelikle doktora mezunu, ardından da yüksek lisans mezunu gençlerin istihdam sorunları üzerinde acilen durulmalıdır. Nitelikli genç beyinlerini israf eden bir devletin, ardına sığınacağı geçerli hiçbir mazereti olamaz.

Vesselâm...