
TÜRKİYE’de gündemden hiç düşmeyen konulardan birisi “yeni anayasa” isteğidir. Mevcut Anayasa’yı herkes darbe döneminin kalıntısı olarak görmektedir. Değiştirilmesi de her kesimin ortak isteğidir. Ancak nasıl değiştirileceği ve yerine hangi esaslara güre düzenlenmiş bir anayasanın getirileceği söz konusu olunca, “Bari mevcut darbe anayasası kalsın” isteği baskın çıkmaktadır.
Şaşırtıcı gelebilir ama bu baskın istekte Sağ ve Sol kesim yarışmaktadır.
Türkiye’nin anayasa tarihi eski sayılır. İlk anayasa 1876’da Mithat Paşa başkanlığında “Kanun-u Esasi” adıyla hazırlanmıştır. Türkiye’nin “ulus devlete” 1923’ten sonra geçtiği iddialarına karşılık, ilk Kanun-u Esasi’de ulus devlet unsurunun pek çok unsuru (tek resmî dil, tek hükümet, tek meclis gibi) yer almıştır. Osmanlı Devleti’nin bir “İslâm Devleti” olduğu ve Meclis-i Mebusan’ın İslâm’a aykırı yasa çıkaramayacağı da bir anayasa hükmü olarak belirtilmiştir. Bu Kanun-u Esasi, bazı önemli değişikliklerle 1924’e kadar yürürlükte kalmıştır.
1924 Anayasası da “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adıyla tek parti iktidarı döneminde yürürlüğe konulmuştur. Bu anayasada “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini İslâm’dır” ve “TBMM’nin ahkâm-ı şeriyyeyi uygulamakla yükümlü olduğu” hükümleri yer almıştır. Bu anayasa, aynı zamanda parlamenter sistemi öngörmüştür. Fakat tek adam yönetiminin uygulanmasına bu anayasa engel olmadığı gibi, İslâm’ın görünür bütün izlerinin silinme çabaları da yine bu anayasa döneminde gerçekleşmiştir. Yine bu anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” denilmesine rağmen bu hüküm tek adam yönetimine engel olamadığı gibi askerî darbelere de engel olamamıştır.
Bu örnekler göstermiştir ki, anayasa her derde deva değildir. Her kötülüğü ve hukuksuzluğu engelleyecek bir çare de değildir. Türkiye’nin geçmişinde bu tür örnekler hiçbir şekilde göz ardı edilemez.
2011 Genel Seçimlerine gidilirken AK Parti, seçim beyannamesinde “yeni bir anayasa” vaadinde bulunmuştur. Bu vaadin sonucu olarak AK Parti iktidarı, 2011-2013 arasında iki yıl boyunca çok sayıda “anayasa çalıştayı” yaptırmış, hatta parti adına Prof. Ergun Özbudun’a bir anayasa metni hazırlatmıştır. AK Parti, 2011 Genel Seçimlerinde 550 üyeli TBMM’de 327, muhalefet partileri ise 223 milletvekiline sahipken, yeni bir anayasanın hazırlanıp referanduma götürülmesi mümkün olmamıştır. 2023 Genel Seçimlerinde ise Cumhur İttifakı 323 milletvekili, buna karşılık muhalefet bloku ise 277 milletvekili çıkarabilmiştir.
Görüldüğü gibi AK Parti’nin içinde olduğu Cumhur İttifakı milletvekili üye sayısı bakımından oran olarak 2011’e göre daha az sayıdadır. Üstelik AK Parti tek başına 327 milletvekili ile bugüne göre daha güçlü bir durumdadır. Bugün Cumhur İttifakı içinde AK Parti, MHP, HÜDA-PAR, YRP ve DSP gibi beş parti bulunmaktadır. Anayasa gibi temel bir kanun metninde, bir parti içinde bile görüş ayrılıkları ihtimâli her zaman ortaya çıkarken, muhtemel bir anayasanın her maddesinde bu beş partinin görüş birliği içinde olmaları mümkün değildir. Beş partinin tamamını memnun edecek bir anayasa değişikliği ise 1982 Anayasası ile tesis edilen vesayet düzenini ortadan kaldırmaya yeterli olmayacaktır.
Anayasa değişikliği ile ilgili maddeler ise yeni bir değişiklik için iyimser olmaya engeldir. Çünkü yeni bir anayasa değişikliğini referanduma götürmek için TBMM’de 360 milletvekilinin onayı, referandumsuz değişiklik içinse toplam 400 milletvekilinin onayı gereklidir. Beş partili Cumhur İttifakı’nın 323 üyesi ile yeni bir anayasayı referanduma taşıması bile mümkün değildir.
CHP listesinden seçilen DEVA, GP ve SP’li tüm (33) milletvekillerinin CHP’ye rağmen Cumhur İttifakı ile birlikte hareket etmeleri hâlinde (toplam sayı 356) bile yine TBMM’den referanduma taşınması ihtimâli yoktur. Kaldı ki, başta SP olmak üzere adı geçen partiler temel konularda AK Parti’den daha çok CHP’ye yakın olduklarını defalarca açıklamışlardır.
PKK’nın partisi (HDP/YSP) ile bir anayasa mutabakatı temin ederek milletvekili sayı eksiğini tamamlamak ise hiç mümkün değildir. Yeni bir anayasanın önünde, görüldüğü gibi, her şeyden önce bir matematik engeli durmaktadır.
Mevcut anayasanın en çok rahatsız edici tarafı, Kemalist vesayeti öngörmesidir. Böyle bir vesayetin ortadan kaldırılmasında AK Parti içinde bile çatlak seslerin ortaya çıkma ihtimâli vardır. Erdoğan’ın ağırlığı ile AK Parti içinde bu çatlak seslerin aşılabileceği düşünülse bile Bahçeli/MHP engelinin aşılabileceği beklentisi hiç gerçekçi değildir. Her konuda sakin, beyefendi ve bilge tutumu ile konuşurken, “Kemal” Paşa adı geçince birdenbire ses tonunu yükseltip bağırmaya başlayan Bahçeli ile Kemalist vesayet nasıl aşılabilir?
Elbette MHP’nin Kemalist anlayışı ile (onlar “Atatürkçülük” diyor) CHP’nin Kemalist anlayışı arasında farklar vardır. Yine de MHP’yi, Bahçeli’yi Kemalizm’in dışında, hatta Kemalist vesayeti ortadan kaldıracak anayasa hükümlerinin yanında düşünmek, hayâl sınırlarını aşırı derecede zorlamaktır. Gerçekçi tarafı yoktur. Bu durumda AK Partili yetkililerin yeni anayasa söylemleri havanda su dövmek gibidir. Siyaseten karşılığı yoktur. Yeni anayasa söylemi ile uğraşmak zaman ve enerji kaybı olacaktır.
AK Parti, asker ve yargı vesayetinin geriletilmesinde önemli adımlar atmıştır. Ancak siyâsî iktidarın güç kaybına bağlı olarak asker ve yargı vesayetinin her zaman geri dönme ihtimâli vardır. Yargının bağımsız ve tarafsız bir güç olarak var olması kendisine her zaman şartlar el verdiğinde bir vesayet alanı tesis etme imkânı vermektedir. Askerî güç ise elinde imkânların caydırıcılığına bağlı olarak, yargıya göre daha erken ve daha etkili bir şekilde kendisi için özel bir vesayet alanı tesis etme imkânına sahiptir.
Buna karşılık Kemalist vesayetin ortadan kaldırılması veya geriletilmesi konusunda AK Parti, geçen 21 yıllık süre içinde hiçbir adım atmamıştır. Resmî törenler, bayramlar ve millî eğitimde uygulanan müfredat programları Kemalist vesayetin açık, görünür ve reddedilemez örnekleridir. Hükümet, Ankara’daki tören protokolünden Anıtkabir’i çıkarabilir, illerdeki törenler için heykellere çelenk konulması şartını kaldırabilir, Anıtkabir ve heykeller etrafında yapılan tören yönetmeliğinde birkaç cümlelik değişiklik veya bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bile bunun için yeterli olabilir.
Millî eğitimde görülen vesayet daha koyu ve etkilidir. Tek parti döneminden kalmıştır. Okullar günümüzde CHP’nin arka bahçesi durumundadır. Her okulun, üniversitenin ve resmî kurumun giriş ve çıkışında yer alan “Kemal Paşa köşesi” kaldırılabilir. Bu köşeler zaten 1930/1932’de Falih Rıfkı Atay’ın Moskova’ya yaptığı bir gezide Lenin için düzenlenen köşeleri görüp beğenmesinden sonra icat edilmiştir. Bir özentinin sonucudur. Bugün Moskova’da benzeri köşeler yoktur.
CHP’nin ilk genel başkanı Kemal Paşa’nın hayatı ve görüşleri “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” adıyla ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitede derstir. Hiçbir siyâsî partinin genel başkanı için dünyada/özgür ülkelerde böyle ayrıcalıklı ve istisnaî bir durum yoktur. Bu dersin okul programlarından çıkarılması için anayasa değişikliği gerekli değildir. Okullar genel bilgilerin, meslek eğitiminin ve milletin tamamını ilgilendiren konuların öğretildiği yerlerdir. Okulları bir siyâsî partinin ideolojik alanları olarak düşünüp müfredatı, törenleri, dersleri ile bir şartlandırma mekânı olarak kullanmanın sonunda bir partinin (CHP) siyâsî ideolojisi benimsetilmiş olsa bile hayatta karşılığı olmayan, öğrencinin özgür düşüncesini kısıtlayan, aksine onu özgürlüğe bir tehdit durumuna getiren vasıfsız yığınların yetiştirildiği mekânlar olmaktan çıkarılmalıdır. Bu eğitim düzeni daha çok vasıfsız insanın çoğalması demektir. Türkiye’nin geleceğine bir kötülüktür.
MEB idarî mevzuatında yer alan kanunlar, yeni bir anayasa ihtiyacı olmadan TBMM’deki mevcut ortamda değiştirilebilir. Bunun için muhalefetin sayısal desteğine de ihtiyaç yoktur.
Adliyede, camide, kışlada ve okulda siyaset olmamalıdır. Bu mekânlar bir siyâsî görüşün/partinin veya onun liderinin hegemonyasından çıkarılmadıkça farklı görüşte olanlar için her zaman birer korku ve kaygı mekânları olacaklardır. Adliye, cami, kışla ve okul, korku ve kaygı mekânları olmaktan çıkarılmalıdır. Bu mekânlar yalnızca bir kişiye/siyâsî görüşe tahsis edildikten sonra özgür düşünceden söz etmek mümkün değildir. Özgürlük ancak farklı görüşlerin varlığı ile mümkün olabilir. Tek bir görüşün hegemonyası, özgürlüğün olmadığının inkâr edilemez işaretidir.
Adliye, cami, kışla ve okullar, toplumsal yapı (sosyoloji) ile kavga etmenin ve savaşmanın meydanı değildirler. Bu mekânlara böyle bir görev yüklemeye hiç kimsenin ve hiçbir makamın hakkı yoktur. İletişimin ışık hızıyla baş döndürücü yeni bilgileri yaydığı bir zamanda 5816 gibi bir yasanın varlığı bile tek başına düşünce özgürlüğü için en büyük tehdittir. 5816 sayılı yasanın iptal edilerek düşünce özgürlüğünün en büyük engelinin ortadan kaldırılması için anayasa değişikliği gerekli değildir. Cumhur İttifakı’nın, hatta tek başına AK Parti’nin TBMM’den çıkaracağı bir kanun ile bu değişiklik yapılabilir. Yüz yıldan beri fiilen, 1952’den beri ise bu 5816 sayılı yasa nedeniyle yapılan zulümler ortadan kaldırılabilir.
Kaynakça
Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilat Hukuku, İstanbul 2019.
Çetin Özek, Devlet ve Din, İstanbul 1982.
Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, İstanbul 1986.
Falih Rıfkı Atay, Moskova – Roma, 1932.
Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, İstanbul 2016.
Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul 2014.