RECEP Tayyip Erdoğan’ın
AK Parti iktidarları dönemlerinde Başbakan unvanıyla olduğu gibi Cumhurbaşkanı
unvanıyla da Türkiye’yi Afrika’ya taşıdığına şahidiz. Bu noktada Erdoğan’ın
nasıl bir stratejik devlet aklı ile hareket ettiğini Soner Yalçın, dosya
konumuz olan Çin’e de değinerek, 19 Ekim 2021 tarihli yazısıyla OdaTV’de şöyle
paylaştı:
“Bir yer
düşünün ki, dünya krom rezervlerinin yüzde 98’ine, dünya kobalt ve platin
rezervlerinin yüzde 90’ına, dünya tantalit rezervlerinin yüzde 70’ine,
dünya koltan mineralinin
yüzde 70’ine, dünya manganez rezevlerinin yüzde 64’üne, dünya altın
rezervlerinin yüzde 50’sine, dünya elmas rezervlerinin yüzde 30’una,
dünya uranyum rezervlerinin
üçte ikisine sahip… Burası, 54 ülkeden oluşan Afrika kıtası!
Afrika
merkezli Afrasia Bank 2018
Afrika Varlık Raporu’na göre, 2007-2020 dönemini kapsayan süreçte Afrika’nın
ekonomik varlığı yüzde 15 oranında
arttı. Tahminler Afrika’nın ekonomik varlığının 2027 yılı sonunda yüzde 34 artacağı yönünde. Bu
nedenle kimi ülkeler Afrika’ya akın ediyor. Örneğin, McKinsey Company 2017 Raporu’na
göre, Afrika’da faaliyet yürüten Çinli firma sayısı 10 binin üzerinde! Çin’in
Afrika yatırımları 360 milyar
doları aştı.
Çin
yatırımlarının Asya dışında aktığı en yoğun kıta, Afrika. Afrika’da
yaşayan 1 milyonun üstünde Çinli
nüfus var. Yükselen ekonomi olarak Çin’in, küresel enerji rezervlerinin yüzde
30’unu elinde tutan, mineraller ve metaller açısından zengin Afrika’ya
yönelmesi şaşırtıcı değil. Ancak mesele sadece bu değil. Kıtanın 25 yaş altı
yoğun nüfusunun 2050 yılında Çin
ve Hindistan’ı geçecek olması, Çin için hem ucuz işgücü deposu, hem de önemli
bir pazar kazanması demek. Keza Çin,
jeopolitik mücadele alanını da Afrika’ya taşımak istiyor. Afrika, enerji
hatlarının güvenliği, deniz ticaretinin yolunda ilerleyebilmesi açısından
stratejik öneme sahip. Özetle Afrika kıtası çok açıdan önemli!
Gelelim
bize… Yıl, 2002; Afrika’da 12 büyükelçiliğimiz
vardı. Yıl, 2021; Afrika’da 43 büyükelçiliğimiz
var. Yıl, 2002; ekonomik ilişkilerimiz 4.3 milyar dolar seviyesindeydi. Yıl, 2020; ekonomik
ilişkilerimiz 25,3 milyar dolar seviyesine
ulaştı. (Ki Sahraaltı Afrika ülkeleriyle 2003 yılında 1,35 milyar dolar olan ticaret
hacmimiz, 2020 yılında 10 milyar
dolar olarak gerçekleşti. Salgın koşullarına rağmen, 2020 yılında
ticaret hacminin istikrarlı düzeyde tutulması başarıdır.)
Başta
müteahhitlik olmak üzere Türk özel sektörünün üstlendiği proje hacmi hızla
büyüyerek Afrika’da 71,1 milyar
dolar düzeyine ulaştı. 45 Afrika ülkesiyle iş konseyleri kuruldu. THY, Afrika’da 39 ülkede 60 noktaya uçuyor. Ki yakın
gelecekte kargo hizmetleriyle de Afrika’nın en büyükleri arasına girmesi
bekleniyor. TİKA, 22
program koordinasyon ofisiyle Afrika genelinde faaliyet gösteriyor. Afrika
ülkeleri de Türkiye ilgisine kayıtsız kalmadı; 2008 yılının başında 10 olan Ankara’daki Afrika
büyükelçiliklerinin sayısı 37’ye çıktı.
Erdoğan, Başbakanlık
ve Cumhurbaşkanlığı döneminde 27 Afrika ülkesine gitti. Bazı ülkelere birden
fazla ziyarette bulundu…”
(Cumhurbaşkanı
Erdoğan, son olarak Angola, Togo ve Nijerya turuna çıktı.)
Çin’in
Afrika’da sadece yatırımlarıyla değil, nüfusuyla da bulunduğunu fark
etmişsinizdir. Peki, dosya temamız olan “Çin borçları”, Afrika için ne ifade
ediyor?
4
Temmuz 2021 tarihli Kronos34.news yazarı Emre Korkmaz, şu satırlara yer vermiş
yazısında:
“Çin’in kısa süre içinde en büyük kredi açtığı yerlerin içinde Afrika
ülkeleri başı çekiyor. Ekonomik açıdan geri kalmış Afrika ülkeleri, Çin’in
cömert tekliflerine iştahla cevap veriyor ve büyük miktarlı anlaşmalar
imzalıyor. Çünkü Afrika ülkeleri, yıllardır devam eden geri kalmışlığına bir
son vermek istiyor. Kıtada hızlı bir şehirleşme yaşanıyor. Kırsal göçmenlerin
şehirlere taşınmasında, son yılların en dikkat çeken iki ülkesi Çin ve
Hindistan’ı bile geride bırakan oranlara sahip. Bu hızlı geçiş büyük zorluklar
getiriyor, ancak aynı zamanda dünyanın daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemeyen
bir altyapı inşâsı harekâtında milyarlarca dolarını riske atmak isteyen ülkeler
için büyük imkânlar sunuyor. Ve bugüne kadar hiçbir ülke, Afrika’nın çağrısına
Çin kadar hızlı cevap vermedi!
2050 yılına kadar, Afrika’nın 1,1 milyar kişilik nüfusunun iki katına
ulaşacağı ve bu büyümenin yüzde 80’inin şehirlerde gerçekleşeceği, kıtanın
kentsel çalışan sayısınınsa 1,3 milyarın üzerine çıkacağı tahmin ediliyor.
Yalnız Lagos’un nüfusu dahi saatte 77 kişi artıyor. 2025 yılına kadar
Afrika’daki 100’den fazla şehirde bir milyondan fazla insan bulunacak.
Kentleşmenin bu baş döndürücü hızı, eşi görülmemiş birçok ekonomik fırsatı
da beraberinde getiriyor. IMF kısa süre önce Afrika’yı dünyanın en hızlı
büyüyen ikinci bölgesi ilân ederken, Afrika’nın bugünü, 1990’lar dönemi Çin’i
ile kıyaslanıyor. Bunun yanında kıtanın altyapı girişimlerinin büyük bir kısmı
Çinli şirketler tarafından yönlendirildiği veya Çin fonları tarafından
desteklendiği için Çin de Afrika’nın kentleşme hamlesinde merkezî bir oyuncu
hâline geldi. Şu anda Afrika şehirlerinde üç kattan yüksek binaların veya üç
kilometreden uzun yolların hemen hemen tümü Çinliler tarafından inşâ ediliyor.
Çin’in Afrika’ya bu kadar ilgi göstermesinin birçok sebebi var. Çin
Komünist Partisi 1949’da ilk kez iktidara geldiğinde, dünyadaki ülkelerin hemen
hemen tümü Tayvan’daki hükûmeti ‘Çin’ olarak tanıyordu. Bu nedenle Çin Halk
Cumhuriyeti, Afrika’da kapsamlı bir şekilde lobi yaparak tüm ülkelerce tanındı,
Tayvan’ın tanınması ise unutuldu. Bunun karşılığında Çin, kıtada demiryolları,
hastaneler, üniversiteler ve stadyumlar inşâ ediyordu. Afrika ülkelerinin
siyâsî taahhütleri, beton ve çelik olarak geri ödeniyordu. Bununla birlikte,
Çin’in Afrika ile ilk ortaklıklarının başka nedenleri de vardı: Sömürgeci
güçler büyük ölçüde gitmiş ya da çıkış yolunda olsa da, kıta hâlâ -her zaman
olduğu gibi- aynı doğal kaynak stokuydu ve Çin’in hammaddeye ihtiyacı vardı.
Pekin’in bugün sahip olduğu konumun ardında, uzun yıllar Afrika’dan aldığı ucuz
hammadde ve petrolün büyük bir etkisi var.
Uluslararası yatırım şirketi McKinsey’in hazırladığı bir rapora göre, 10
binden fazla Çinli şirketin 2005’ten beri Afrika’da yaptığı yatırımın toplamı 2
trilyon doları aştı. Hükûmetin yatırım karşılığı açtığı kredi ise 150 milyar
doların üzerinde. Bu rakamın hemen hemen tümü, otoyol, demiryolu ve liman
inşâsı için verildi. Ayrıca Çin, tüm Afrika ülkelerinin en büyük dış ticaret
partneri hâline geldi.
Tüm bu gelişmeler olurken, dünya yaşananların Çin’in büyük bir plân
çerçevesinde ülkeleri ‘borç tuzağı’na düşürdüğünden şüpheleniyor. Bu şüpheler
aslında karşılıksız değil. Meselâ Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa ile Cibuti
arasındaki 4 milyar dolarlık demiryolu projesi, Etiyopya’nın toplam 2016
bütçesinin dörtte birine mâl oldu. Nijerya, ülkedeki Çin demiryolu
yatırımlarının karşılığını ödeyememesi nedeniyle Çinli yüklenicileriyle bir
anlaşmayı yeniden müzakere etmek zorunda kaldı. Kenya’nın Mombasa’dan Nairobi’ye
Çin tarafından finanse edilen demiryolu, tahmin edilen bütçeyi dörde katlayarak
ülke gayrisafi milli hasılasının yüzde 6’sını aştı.
Çin Devleti’ne ait olan şirketler veya Çinli özel şirketler, hâlen
Afrika’da 46 limanın sahibi ya da işletmesinin uzun dönemli sahibi durumunda.
Bu limanların yaklaşık üçte biri, askerî gemilerin de yanaşabileceği
derinlikte. Batı dünyası da Çin’in bu adımlarının ekonomik plânların ötesinde
askerî hedefleri olduğundan endişeleniyor.
Çin, başta Afrika ülkeleri olmak üzere yabancı ülkelere verdiği borçları ve
açtığı yatırım kredilerini genellikle açıklamıyor. Ancak ABD’deki Johns Hopkins
Üniversitesi’nin açık kaynaklardan derleyebildiği bilgilere göre Pekin
Hükûmeti, 2000-2018 yılları arasında 49 Afrika ülkesinde bin kadar projeye
kredi açtı. Açık kaynaklara göre bu kredilerin toplamı 152 milyar dolardan
fazla. Çin’in ülkelerin gayrisafi millî hâsılalarına göre en büyük yatırım
yaptığı ülkelerin başında Cibuti, Etiyopya, Kenya ve Maldivler geliyor.
Maldivler’in 3,5 milyar dolarlık dış borcunun
yaklaşık yüzde 95’i Çin’e. Net rakamı iki ülke yetkilileri de açıklamaktan
kaçınsa da, borcun yaklaşık 3,1 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Maldivler’in 2019’daki gayrisafi millî hâsılası 4,9 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.
Bu rakam tüm ülkenin bir yılda ürettiği tüm ekonomik varlığın yaklaşık yüzde
65’ine karşılık geliyor. Bu borcun nasıl oluştuğuna gelirsek, Çin, ada
devletinde havaalanı ile şehir merkezi arasında dört şeritli bir otoban inşâ
edilmesi için kredi açtı. Ayrıca, iki büyük ada arasında bir köprü inşâ etti.
Toplu konut projeleri için de kredi açtı. Böylece adaların üzerinde 20 katlı
Çin tarzı toplu konutlar inşâ edildi. Yapılan yollar insanlara rahatlık getirse
de, borcun nasıl ödeneceği konusunda ülkede kimsenin fikri yok. Gelirlerinin
büyük kısmı turizme dayalı ada devleti, Covid-19 nedeniyle büyük bir malî kriz
yaşıyor. Ödenmesi gereken krediler zamanında ödenemedi. Pekin, borçların bir
kısmını yeniden yapılandırırken, Maldivler Hükûmeti’nden başka ne gibi tavizler
aldığı ise şimdilik bilinmiyor.
(…)
Afrika’da Çin’e en fazla borcu bulunan ülkeler arasındaki Cibuti ve
Etiyopya’nın dış borcunun yaklaşık yüzde 50’si bu ülkeye. Kamerun, Angola,
Kenya ve Zambiya’da ise oran yüzde 40’ın üzerinde. Bu ülkelerin tümü Covid-19
nedeniyle yavaşlayan ekonomileri ve artan maliyetleri nedeniyle
yükümlülüklerini karşılayamaz hâldeler. Pek çok ülkeyle borç yapılandırma için
masaya oturan Pekin’in nasıl tavizler kopardığı ise, sadece o anlaşmalara imza
atanlarca bilinen devlet sırrı. Çin, anlaşma şartlarının açıklanmasına izin
vermiyor. Borç alan hükûmetlerin birçoğu da şüpheli alışveriş şartlarının
duyulmasını istemiyor. Böylece borç ve yatırım şartları net olarak bilinmiyor.
Anlaşmalarda en dikkat çekici şartlardan biri de, anlaşmazlık durumunda Çin
mahkemelerinin yetkili olması. Henüz -bilindiği kadarıyla- bu noktaya gelen bir
anlaşmazlık yok, ancak Çin Hükûmeti’nin Çin’de açacağı bir dâvâda karşı tarafın
haklı çıkması beklenmiyor.”
Çin’in
bu hâkimiyet yatırımlarını Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ne bağlayarak Asya ve
Avrupa üzerine düşünmenin faydasızlığı, işte Afrika’da yapılan yatırımlar
üzerinden cevaplanıyor. 1949’da BM’nin “Çin Cumhuriyeti” temsilcisi olarak
tanıdığı Tayvan’ın haklarının nasıl küçük bir yatırımla Afrika üzerinden satın
alındığını ve bugün Afrika’daki borçlandırmalar üzerinden kıtaya vefa borcunu
ödemeyi bırakın, kıta üzerindeki emellerine de ÇHC’nin nasıl adım adım
yaklaştığını okumak mümkün. Dahası, Covid-19 Salgını’nın ortaya çıkışı,
devamlılığı ve de salgına karşı ilâç ve aşı üretiminin hep Çin menşeli oluşu,
söz konusu gelişmeler düşünüldüğünde büyük soru işaretleri oluşturuyor.
Türkiye
bu manzaraya nasıl bakmalı?
Çin
Halk Cumhuriyeti’nin borç tuzağı hakkında nasıl bir plân işlettiği hususunda
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kaynaklarına ulaşabilmiş değilim. Ülkemizdeki ÇHC
yatırımları ve ortak yürütülen projelerse bütün bu manzaraya bakınca endişe
veriyor. Fakat ikili ilişkiler üzerinden değerlendirilecek olursa, Türkiye, son
15 yıldaki “sadece kendi menfaatini kollama” anlayışını Çin’e karşı da yürütüyor
ve endişeleri kısmen bastırıyor.
Fakat
Türkiye’nin ÇHC konusunda dikkat etmesi gereken mutlak bazı konular var. Bu
konuların başında, ÇHC’ye karşı öne sürülmesi ve mutlak kazanç elde edilmesi
gereken bir Doğu Türkistan başlığı var. Bunun yanında Tayvan, Pamirler ve Tibet
gibi ÇHC’nin mutlak zafiyet yaşadığı özel üç başlık söz konusu. Tayvan’ın
üretim verimliliği hususunda kaleme aldığım önceki yazıları burada yeniden
anmayacağım ama son aylarda ÇHC tarafından tehdit edilen bu ülkenin
savunulması, Türkiye’ye bir Pasifik politikası kazandırdığı gibi savunduğu
“Daha adil bir dünya mümkün” mottosunu da uygulama alanında güçlendirecektir.
Türkiye’nin,
ÇHC ile kurduğu diplomasi yollarında ise yeni bir prensip yapılanmasına
gidilmelidir. Yoksa Pekin Büyükelçiliğimizin 2019 Faaliyet Raporu’na benzer
birçok amaçsız ve şuursuz metinlerle karşılaşmaya devam eder, kendi
belirlememiz gereken şartların dizginlerini, fabrikalarını Türkiye’den Çin’e
taşımanın yanında, Çin’i Türkiye’de yatırım yapmak yerine başka Türk yatırımcıları
da Çin’e yatırım yapmaya davet edenlerin ellerine bırakırız.