YEMİN, sözlükte, “bir
iddiayı kuvvetlendirmek için Allah adını anma, Allah’ı şâhit tutma, ant, sağ
taraf, sağ el” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Terim anlamı ise “bir kimsenin
bir işi yapıp yapmamasına veya bir olayın doğru olup olmaması konusunda
söylediği sözü Allah’ın Adını veya Sıfatını zikrederek kuvvetlendirilmesini
temin eden sözlerdir, cümlelerdir”. Bir göreve, bir işe başlarken Allah’ı şâhit
tutarak veya ona söz vererek işbaşı yapmak, göreve sadâkat bakımından herhâlde
çok önemli ve bağlayıcıdır.
ABD kaynaklı yayınlara bakılırsa tarihte ilk yemin töreni George
Whashington’un 1789’da yemin etmesi ile başlamıştır. ABD’nin seçilmiş
başkanları kongereye/meclise giderek İncil üzerine el basıp yemin ediyorlar.
Kimse onlara, “Yahu bu İncil zaten dünya işlerine karışmaz iken sen ne diye
göreve başlarken onun üzerine yemin ediyorsun, burası bir din devleti değildir”
demiyor, diyemiyor. ABD’de Demokrat Parti’den seçilen başkan, Cumhuriyetçi
Parti’nin ilkelerine sâdık kalma veya Cumhuriyetçi Parti’den seçilen biri de
Demokrat Parti’nin ilkelerine sâdık kalma yemini etmiyor. Hiçbir mâkâm da
seçilmiş başkandan böyle bir talepte bulunmuyor.
Yunanistan’da seçimleri kazanan milletvekili ve başbakanlar ile
cumhurbaşkanları da İncil üzerine el basarak yemin edip göreve başlarlar.
Oradaki Türk azınlığı temsilen seçilen milletvekilleri ise inandıkları kutsal
kitaba yani Kur’ân’a el basarak yemin ederler. 2015’te seçimleri kazanan
Alexsis Çipras ise bir ateist idi. “İnanmadığım
İncil üzerine niçin yemin edip ikiyüzlülük edeyim?” dedi ve İncil’siz yemin
etti. Hiç kimse “Nasıl İncil’siz yemin edersin?” demediği gibi, orada seçilen
Türk milletvekillerine de “Burası Yunanistan! Kur’ân üzerine el basarak yemin
edemezsiniz” denilmedi. Hattâ bunu oradaki Türklerin doğal bir hakkı sayıyorlar.
Benzeri örnekler elbette ABD ve Yunanistan ile sınırlı değil.
Buna karşılık, Osmanlı döneminde cülus törenleri vardı. Padişahın tahtına
oturmasının ardından sadrazam ve diğer ileri gelenleri padişahın eteğini öperek
sadakatlerini sunarlardı. Şeyhülislâm etek öpmez, padişah için hayır duâsında
bulunurdu. Yönetimde sâdık kalacağı ilkelere bağlılığını açıklama anlamında ilk
yemin eden padişah, İkinci Mahmud (1807-1839) olmuştur. Onaylayıp ilân ettiği Sened-i
İttifak’a bağlı kalacağını bildirmiştir ki bu da onun için sonradan yemin
sayılmıştır.
İkinci Abdülhamid, hemen her seviyede devlet görevlileri için yemin metni
hazırlatıp uygulamaya başlamıştır.
Bugünkü hâliyle ilk yemini Osmanlı Padişahı Mehmet Reşat, 20 Mayıs 1909’da
Meclis önünde yapmıştı. Vatanın saâdeti için, ahkâm-ı şeriyye ve medeniyetin
gereklerine uyacağına, meşrutiyet idaresinin tatbiki, bütün halkın saâdet ve
refahı için çalışmayı ve bu mukaddes amaç için başarılı olmayı Allah’tan
temenni etmiştir.
Yemin metinleri, nasıl ve hangi amaca hizmet için değiştirildiğini
göstermesi bakımından da önemli ve öğreticidir.
1921 ve 1924 Anayasalarında milletin mutluluğu ve refahı için
çalışacaklarına “Vallahi” diyerek yemin ederlerdi. 1928’de bu kelime çıkarılmış,
yerine “Namusum üzerine” diye eklenmişti. 1961 Anayasası’na kadar yemin
metninde bir partiye bağlılık vurgusu yoktu. 1961 Anayasası Madde 77’de, “Demokratik,
lâik cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma…” diyen cümle eklendi. 1982
Anayasası Madde 81’de, “Demokratik ve lâik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlı kalacağıma…” diyen cümle ile parti asabiyesi zirveye
ulaşmış oldu!
Herkesçe bilindiği gibi Atatürk, ölünceye kadar, 1923-1938 arasında CHP’nin
ilk genel başkanıdır. “Atatürk ilkeleri” denilenlerse CHP’nin altı okudur.
Cumhurbaşkanı veya milletvekili seçilenler, CHP’nin altı okuna ve ilk genel
başkanına bağlı kalacaklarına namusları üzerine söz veriyorlar. Vermeseler ne
olur? Cumhurbaşkanı veya milletvekili seçilmemiş sayılırlar. Halkın yüzde kaçı
oy vermiş olursa olsun, hiçbir önemi yok! Bu yemin metnini okumayanlar,
seçilmiş sayılmıyorlar.
Lozan Anlaşması’nın azınlıklara (Ermeni-Rum-Yahudi) 37 ilâ 45’inci maddeleri
bu tür hakları tanımıştır. Kendi kutsalları üzerine yemin etme, kendi kutsal
mabetlerini idare etme, bunun için patrik ve hahamlarını seçme, kilise ve havralarına
bağlı okul ve vakıflarını kendi geleneklerine göre idare etme hakkı verilmiştir.
Ancak Lozan’da veya TC Anayasası’nda Müslüman çoğunluğun böyle bir hakkı
yoktur. O Müslüman çoğunluk, “egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi” sayıldığı hâlde
kendi kutsalına göre yemin edemez.
Elbette işin siyâsî tarafı da önemlidir. Yunanistan’da milletvekili olup
Yunan Meclisi’nde Kur’ân üzerine el basarak yemin eden bir Türk milletvekili,
sonradan Türkiye vatandaşı olsa ve milletvekili seçilse Ankara’daki Meclis’te,
Atina’daki yeminini edemez. Her ne kadar “Ben Türk’üm, çoğunluktanım,
egemenliğin kayıtsız şartsız sahibiyim” dese bile sonuç değişmez. Artık o Türk
milletvekili, Yunanistan’da azınlık iken sahip olduğu haklara, Ankara’da
çoğunluktan olduğu zaman sahip değildir. Hattâ, “Atina’daki gibi yemin edeceğim”
diye ısrar ederse milletvekili seçilmemiş sayılacağı gibi Türkiye vatandaşlığı
hakkından da yoksun kalabilir.
Milletvekili veya Cumhurbaşkanı seçilmiş olan biri, Kur’ân üzerine el
basarak yemin etme isteğinden vazgeçse, “Yahu ben CHP’li değilim, niye CHP’nin
altı okuna, CHP’nin ilk genel başkanına sâdık kalmak için yemin edeyim?” diyebilir
mi? Diyemez. Seçilmemiş sayılır.
Hangi partiden olursa olsun, seçilmiş olan kişiler, CHP’nin altı okuna ve
onun ilk genel başkanına sadâkat yemini etmek zorundadırlar.
AK Parti’den, MHP’den veya başka bir partiden seçilmiş olan biri neden
CHP’nin altı okuna bağlılık yemini etmek zorunda sayılsın? Adam zaten bu
fikirde olsa başka bir parti yerine doğrudan CHP’ye giderek orada siyâset
yapardı. Oysa uygulamada tek parti düzeni devam ediyor. CHP dışındaki partiler
yok sayılıyor. Kim hangi göreve gelirse gelsin, mutlak şekilde CHP’nin altı
okuna sadâkat yemin etmek zorunda bırakılıyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçilirken Anayasa’nın ilgili
maddelerinde değişiklikler yapıldı ve halk oylaması ile kabul edildi. Ancak her
nedense yemin hakkındaki madde değiştirilmedi. Seçilmiş olanlar yine CHP’nin
altı okuna ve onun kurucu genel başkanına sadâkat yeminlerini sunmak zorunda
bırakıldılar. Bu durum büyük bir yanlış, büyük bir eksikliktir! Anayasa
zorlaması ile hiç kimse CHP’ye bağlanmaya mahkûm ve mecbur değildir. Anayasa’nın
yemin hakkındaki maddesi ise (kabul edilmelidir ki) hiçbir aklın, vicdanın râzı
olacağı bir içeriğe sahip değildir.
Başkanlık sistemine geçilirken yemin meselesinde olduğu gibi önemli
eksiklik ve hatâlar yapılmıştır. Anayasa CHP’nin egemenliğinden
arındırılmadıkça, seçilenler bu tür saçma yeminlerden kurtulmadıkça millî
egemenlik tesis edilmiş olamaz. Başkanın yardımcısı da seçilmelidir. Seçilen
herkes kendi kutsalı üzerine, Kur’ân üzerine yemin etme hakkına sahip
olmalıdır. ABD’nin, Yunanistan’ın kendi vatandaşlarına verdiği hakları kim,
hangi yetki ile Türkiye’nin vatandaşlarına vermiyor?
Hiçbir özgür seçimi kazanamamış olan CHP azınlığı, darbe anayasalarının
kendisine temin ettiği bu anayasal üstünlükle seçilmiş olan herkesin üzerine
bir sulta kurmuştur. Bu sultanın yıkılması, millî egemenliğin sonucudur. Bu sultaya
itirazı olmayanların, millî egemenlikten, seçme ve seçilme hakkından söz etmesi
yanlıştır, yazıktır!
Halil İnalcık, Sened-i İttifak ve
Gülhane Hattı Hümayunu, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi Düzeni Üzerine
Arşiv Çalışmaları, İstanbul 1996, s.343-59.
G.Sarıyıldız, Tanzimat ve Osmanlı Bürokrasisinde
Yemin Müessesi, İstanbul.edu.tr