ASKER olmak, pek çoğumuz için ayrıcalıklı, istisnaî ve özel bir meslektir. “Yurdun korunmasına ömrü tahsis etmek” demektir. Sorumlulukları oldukça ağır, manevî tarafı da bir o kadar yüksek bir meslektir.
Bir soru soralım: Bu ülkedeki herhangi bir asker, kimin askeri olmaktadırlar?
Aslında bize göre cevap basit: Bu ülkede ordu, Türk milletinin ordusu olduğuna göre, her asker de Türk milletinin askeridir.
O hâlde “Türk milletinin askeri olmak” kime yetersiz gelmiştir ki araya araya bir de bu unvana “Mustafa Kemal” adı eklenmiştir? “Mustafa Kemal” adına niçin ve ne zaman ihtiyaç duyulmuştur?
İlgili literatüre bakıldığında “Mustafa Kemal’in askerleri” deyimini ilk defa tiyatro yazarı Turgut Özakman, “Şu Çılgın Türkler” adlı kitabında kullanmıştır. Şişedeki gibi durmayan söz misâli, Özakman’ın tedavüle sürdüğü bu deyim de kitabıyla sınırlı kalmamış, 2006-2007 Cumhuriyet Mitinglerinde doya doya, yeri göğü inleterek kullanılmıştır.
Cumhuriyet Mitinglerinin temel amacı ise, görev süresi biten A. Necdet Sezer yerine benzeri bir ismin, aynı kumaştan ve Ramazan günlerinde kameralar önünde lâiklik aşkına yiyip içen birinin cumhurbaşkanı seçilmesini temin etmekti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, bu isteklerini “Sözde değil, özde lâik” diye açıklamıştır. 14 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinden, cumhurbaşkanlığı seçimi için “e-muhtıra” yayınlamıştır. Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise bu Genelkurmay muhtırasını, “TSK bir sivil toplum kuruluşu gibi davranmıştır” diyerek alkışlamış, askerlerin siyasete müdahalesini kışkırtmıştır. Baykal aynı cümleleri 28 Şubat 1997 ile başlayan darbe günlerinde de TSK için kullanmıştır. Kendisi hukuk doçenti olan Baykal, Silahlı Kuvvetleri “sivil toplum örgütü” sayacak kadar gözü ve gönlü karalığın bir örneğini vermiştir.
İktidar mücadelesinde, yetkiyi halktan almak yerine ya da seçimlerde başarılı olamayınca kaybedenler, her zaman seçimi kazananlara karşı “Mustafa Kemal” adını ve lâikliği bir silah gibi kullanmaya çalışmışlardır. İşin garibi, bu çalışmada başarılı örnekler bile vardır. Böylece Mustafa Kemal adı iktidar olmanın ya da iktidarı devirmenin bir aracı, bir bahanesi gibi görülmüştür. İşin tuhafı, iktidarları engellenenler ya da iktidardan düşürülenler de kendilerini korumak için daha çok “Mustafa Kemalci” görünmeye çalışmışlardır. Genellikle Sağ iktidarlar bu görüntüyü vermek için daha çok Kemalci olma konusunda CHP ile yarışmışlardır.
Seçim kazanmış iktidar partisi yerine, üniformalı memurların yönlendirmesiyle ya da uygun görmesiyle bir seçim yapılmasını zorlamaya çalışmışlardır. Nitekim, “Cumhurbaşkanı Meclis’te ancak 367 milletvekilinin hazır olmasıyla seçilebilir” diye tuhaf bir hukuk icadı ortaya konulduğu için Meclis’te cumhurbaşkanı seçilememiş, ancak yenilenen genel seçimden sonra Haziran 2007’de cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Osmanlı döneminde uzun yüzyıllar boyunca Yeniçeri isyanları gelenek hâlini almıştı. Osmanlı’nın batmasında bu Yeniçeri isyan geleneğinin payı büyüktür. Her konuda Osmanlı geleneklerini çiğnemeyi marifet sayanlar, üniformalı memurlar (askerler) eliyle sıkça yapılan darbelerle bu Yeniçeri geleneğini devam ettirmişlerdir.
Harp Okulu mezuniyet töreninde ne yapılmak istendi?
Türkiye’nin askerî darbeler tarihinde Harp Okulu öğrencilerinin (Harbiyelilerin) özel bir yeri vardır. 27 Mayıs Askerî Darbesi’nden sonra halkın özgür oyu ile seçilen Demokrat Parti milletvekilleri ve yöneticileri Yassıada’da tutuklandıklarında, orada Harbiyeli öğrenciler gardiyan olarak görevlendirilmişler, yargılama bittikten sonra gardiyan Harbiyeliler, ödül olarak özel bir gemiyle İtalya’ya tatile gönderilmişlerdir. O dönemde hiçbir Harbiyeli, “Yahu biz ülkeyi savunmak için bu mesleği seçmiştik, neden gardiyanlık yapalım?” diye itiraz etmediği gibi, Demokrat Partililere bilerek ve isteyerek işkencenin her türlüsünü yapmışlardır.
1962 ve 1963’te Albay Talat Aydemir komutasında Harp Okulu öğrencileri iki defa darbe teşebbüsünde bulunmuşlar ancak her ikisi de bastırılmıştır. Bu Harp Okulu öğrencilerinin tamamı atılmışlardır.
Yassıada’da gardiyanlık yapan Harbiyeliler, sonraki askerî darbelerin (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat) üst rütbeli ancak bir o kadar tecrübelileri olarak ön plânda olmuşlardır. Bu hâliyle 27 Mayıs Darbesi, sonraki darbeler için bir okul görevi yapmıştır. En son 15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişiminde yine Harbiyeliler darbeci olarak sokaklarda boy göstermişlerdir.
Bu FETÖ darbesinden sonra askerî liselerin kapatılması ve Harp Okullarına alınacak öğrenci kaynaklarının çeşitlendirilmesi ise bu konuya alternatif bir çare olarak görülmüştür. Ancak 30 Ağustos 2024 günü Harbiyelilerin mezuniyet töreninden sonra yaptıkları korsan yemin gösterisi, öğrenci kaynağının çeşitlendirilmesinin yeterli olmadığını ispatlamıştır. Çünkü Harbiye müfredatında hiçbir değişiklik olmamıştır. Bütün okulların bütün sınıflarında duvarlara asılan “Gençliğe Hitabe”de bile siyâsî iktidara karşı darbecilik ruhu vardır. İnanmayanlar o hitabeyi bir daha okuyabilirler.
2024’te Harp Okullarından 970 teğmen mezun oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın huzurunda yapılan mezuniyet töreninde hep birlikte, 1961’de 27 Mayıs Darbecileri tarafından çıkarılan İç Hizmet Kanunu 37’nci maddesinde yer alan şu yemini okudular: “Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde milletime ve Cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim.”
Bazı teğmenlerin okuduğu, basında “korsan yemin töreni” diye adlandırılan yeminin hikâyesi de oldukça dikkat çekicidir. Müyesser Yıldız’a göre emekli bir orgeneral kendisine şöyle anlatmış:
“1995 Kara Harp Okulu birincisi teğmenin hazırladığı konuşma metni ve sonunda yer alan yemini, Harp Okulu Komutanı Yaşar Büyükanıt’a sunuldu. Büyükanıt konuşma metnini beğendi. Hem dönem birincisinin, hem de diğer teğmenlerin tekrarlamasını istedi. Bu konuşma ve sonundaki yemin, dönemin Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Erbakan’ın huzurunda 1996’da okundu. Ardından Genelkurmay Başkanlığı müteakip törenlerde de bu yeminin okunması için tamim (emir) yayınladı.
30 Ağustos 2024’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı yemin töreni bittikten yaklaşık bir saat sonra, 300 kadar teğmen ise, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atıp kılıçlarını çekerek şu yemini okumuşlardır:
“Ant içeriz ki, lâik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbâlinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız, şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Bu “resmî olmayan” yemin okuma işi, 2016’da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kaldırılmıştır. Sekiz yıl sonra, mezun teğmenlerin yaklaşık üçte biri kadarı, kimseden izin almadan bu yemini bir daha neden okumaya ihtiyaç duymuşlardır? Teğmenlerin çoğunluğu bu korsan yemine neden katılmamıştır? Bu yemin okuma kararını kimler, nerede, ne zaman almışlar ve yemin okuyan 300 kadar teğmen nasıl haberdar edilmişlerdir?
Bunun organize bir iş olduğu açıktır. Sivil idareye, Hükümet’e karşı “Mustafa Kemal” adıyla bir meydan okumadır. Bütün darbeciler “Atatürkçü” oldukları gibi, darbeciler “Atatürkçülük” adına bu işleri yaptıklarını açıklamışlardır. Darbecilik Türkiye’de bir gelenek hâlini almıştır. Bu darbeciliğin ortak özelliği de “Atatürk’e bağlılıkları” olmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bir haftalık aradan sonra bu olay için, “Teğmenlerin içinde istismarcılar ortaya çıktı. Kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime karşı çekiyorsun? Birkaç tane kendini bilmez… Bunlar Evvel-Allah süratle temizlenecek” demiştir.
Oysa korsan yeminden hemen sonra “AK Parti Sözcüsü” unvanlı Ömer Çelik, “Teğmenlerin ebedî başkomutanlarına bağlılıklarını vurgulamalarından kim rahatsız olabilir?” demiştir. Yemin olayı, AK Parti içinde görüş birliği olmadığını, darbecilik geleneği olan bir kurumun doğrudan darbecilerin reflekslerini gösteren tutumları hakkında kendi liderleri ile görüş ayrılığı yaşayanların varlığını göstermiştir.
Varlığını doğrudan vatandaşın özgür iradesine ve seçimine borçlu olan AK Parti’de ara dönem aksanıyla konuşanların olması, “Şapka İnkılabını” anma törenlerinde yürüyüşlere katılanların bulunması, AK Parti için bir varlık sorununa dönüşmek üzeredir. “Cumhurbaşkanı ve Genel Başkan son söz sahibidir; onun kararı esastır” denilse bile bu kadar ara dönemleri hatırlatanların nasıl olup da AK Parti’de toplanmış oldukları ciddî bir kaygı sebebidir.
15 Temmuz darbe girişimininden sonra, darbecilik geleneğini ortadan kaldırmak, asker eliyle vesayet geleneğini sürdürmek isteklerini bitirmek için askerî okulların idaresi yenilenmiştir. Askerî liseler kapatılmış, yeterli puan alan bütün liselilerin Harp okullarına girişleri mümkün hale getirilmiş bunun için Millî Savunma Bakanlığı Üniversitesi kurulmuştur.
Korsan yemin olayı MSÜ gibi düzenlemelerin yetersiz kaldığını, bu kurumu idare edenlerin hâlâ vesayet özlemi içinde olduklarını göstermiştir.
1996 Kara Harp Okulu Birincisi Eşref Mert, Başbakan Erbakan’a karşı bu korsan yemin metnini okumuş, 20 yıl sonra FETÖ Darbesi sonunda Kurmay Albay rütbesiyle yargılandığı Kara Kuvvetleri Dâvâsında, müebbet hapis cezasına mahkum olmuştur.
1997’de Kara Harp Okulu birincisi olarak o korsan yemini okuyan Adnan Uygun, Anadolu Ajansı’na göre, 19 yıl sonra Yarbay rütbesiyle 15 Temmuz 2016 akşamında FSM Köprüsünü trafiğe kapatmış, vatandaşlara ateş açtırarak, 3 kişiyi şehit edip 49 kişiyi yaralamıştır. FETÖ yargılamaları sonunda müebbet hapis cezası almıştır.
1998 Yılı Kara Harp Okulu birincisi ise benzer içerikte bir konuşma yapmış, 18 yıl sonra FETÖ’cü darbe girişiminin ardından Yunanistan’a kaçıp iltica etmiştir. Şimdi kendisi gri listede arananlar arasında bulunmaktadır.
Kara Harp Okulunun 1993 mezunlarının yüzde 22,5’i ve 1994 mezunlarının yüzde 32,4’ü FETÖ’cü darbe girişiminden sonra ihraç edilmişlerdir. Bu olaylar, “Harbiyelinin yanılmaz olmadığını” tekrar tekrar göstermiştir. Harbiyeli olmak, kimseye kanunların üstünde bulunmayı ve dokunulmaz olma hakkını vermez. Darbe olayları en çok Harbiyelilerin yanıldıklarını ve yanıltıldıklarını göstermiştir.
Türk halkı, korsan yemin okuyan teğmenlerin tarih görüşünü kabul etmek zorunda değildir. Ancak teğmenler, Türk halkının siyâsî tercihlerini kabul etmek zorundadır. Türk halkının temin ettiği imkânlarla okuyup Türk halkına ve onun seçtiklerine kabadayılık edilmeyeceğini 2024 yılı mezunu olan teğmenler de yargılanarak ve Ordu’dan ihraç edilerek öğrenmelidirler.
Bu örneklerde görüldüğü gibi, teğmenlerin “Mustafa Kemal ve lâiklik” vurgulu konuşmaları siyâsîdir. Açıkça CHP’nin öncülük ettiği siyâsî tarafın askerî olduklarını bağıra bağıra ilân etmektedirler. Oysa camide, kışlada, adliyede siyaset yapılması ülke için geçmişte büyük felâketlere sebep olmuştur. Üstelik teğmenlerin bu tür davranışları için ellerinde kına bekleyen bir nüfus kesimi de vardır.
Teğmen, “en az 22 yaşında, reşit, cezaî ehliyete sahip insan” demektir. Dolayısı ile her teğmen, yaptığı bu siyâsî çıkışın hesabını vermelidir. Ordu ile ilişkisi kesilmeli, gönüllerinde yatırdıkları aslanın partisinde siyaset yapmalarına imkân verilmelidir. FETÖ darbesi göstermiştir ki, Ordu içindeki gizli örgütlenmeler her zaman “Mustafa Kemal, lâiklik” adını kendileri için bir gizlenme, bir sığınak olarak kullanmaktadırlar. Bu yüzden korsan yemin, heyecanlı bazı gençlerin “gençlik eylemi” diye geçiştirilecek basit bir iş değildir.
Müyesser Yıldız, “Teğmenlerle Değil, Bunlarla Uğraşın”
Yıldıray Oğur, “Bir zamanlar Laiklik Yemini Eden Genç Teğmenlere ne olmuştu?”
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, Ankara 2005.
Albay Talat Aydemir, Hatıratım, YKY, İstanbul 2010.