12 Kasım 2021
tarihinde Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi hayata geçti.
Bağımsız Türk devletlerini bir araya getiren Türk Konseyi, “Türk Devletleri
Teşkilâtı” olarak yeniden adlandırıldı. Atlantik ittifakının güdümünde olan
merkez Türk medyası, bu muazzam oluşumun büyüklüğünü ve Türkiye’yi nereden alıp
nereye götüreceğini görmese de, bilenler iyi biliyor ki, Türkiye ve onunla
birlikte hareket eden diğer Türk ülkeleri, yeniden yapılanan dünyada Türk
ekseni ve “Türk kutbu” diyebileceğimiz müşterek bir güç teşkil etmişlerdir.
Türk
Devletleri Teşkilâtı’nın zamanlaması o kadar yerli yerindedir ki ne bir gün
geç, ne bir gün erkendir. Bu büyük teşkilât, hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymadan
tam yerinde ve tam zamanında kendi iradesiyle doğmuştur. Bu teşkilâtın ortaya
çıkışı, yeni dönemde paylaşılacak olan dünya hegemonyasının bir veya iki güçte
toplanmayacağı isabetli öngörüsüne dayanmaktadır.
ABD’nin
artık dünyanın tek hegemon gücü olarak hüküm süremeyeceği, özellikle Afganistan
fiyaskosundan sonra çok net olarak anlaşılmıştır. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan
yetmiş yıl aradan sonra güç açısından inişe geçmiş ve bu güç boşluklarını ise büyük
oranda Çin ve Rusya doldurmaya başlamıştır. Avrupa Birliği, Atlantik ittifakı
çerçevesinde ABD ile beraber hareket ettiği için, ABD’nin gerilemesi Avrupa
Birliği’nde de kendisini gerileme ve dağılma alâmeti olarak göstermektedir.
Türkiye,
işte bu hegemonik fay hatlarının kırılma yerlerini çok iyi değerlendirerek, çok
uygun bir zamanlamayla doksanlı yıllardan beri bir embriyo hâlinde taşıdığı
Türk Devletleri Birliği olgusunu nihayet 12 Kasım 2021 tarihinde gün ışığına
çıkarmıştır. Türkiye’nin, Doğu Türkistan’dan Budapeşte’ye kadar uzanan bir coğrafyada
Türk Devletleri Teşkilâtı idealini hayata geçirmesi, kendisini iç siyasetin kör
dövüşüne kaptırmış medya asalaklarının bilinçli suskunluğu altında kalsa da
cihan çapında büyük bir olaydır. Türkiye böyle yapmakla ABD, Çin ve Rus
eksenlerinden farklı ve kendine özgü bir eksen kurmuştur. Bu eksen etrafında da
şimdiden daha adil ve daha paylaşımcı, zinde bir güç inşâ etmeye başlamıştır.
Türkiye’nin
bağımsız Türk Devletleri Teşkilâtı aracılığıyla ilk hamlede etkinlik açısından
Avrupa Birliği’nin, ekonomik etkinlik açısından da Rusya’nın önüne geçmeye
çalışacağı çok açıktır. Türkiye’nin bu yeni hamlesiyle ilk darbeyi, bir
sarsıntı hâlinde olan Avrupa Birliği’ne vuracağı çok açıktır. Türkiye’nin
Avrupa Birliği’nin etkisizleştirilmesine yönelik hamlesinin en büyük hedefi
ise, siyasal nüfuz ve askerî güç açısından en başat ülkesi olan Fransa’dır.
Türkiye’nin
yeni satranç tahtasında Yunanistan gibi piyonlarla uğraşmak yerine, kendisini
şah sanan Fransa gibi bir vezire hamle yaptığı görülmektedir. Zaten 12 Kasım
itibariyle Fransa da Türkiye’nin hamlesine karşılık bir hamle yaparak “Oyununu
gördüm” dedi. Aynı gün içinde Türkiye, Türk Devletleri Teşkilâtı’nı ilân ederken,
Fransa da Paris’te Libya Konferansı yaptı. Bunun üzerine Türkiye, Cumhuriyet
tarihinde arkasında devletin olduğu ilk medyatik hamleyle Fransa’yı hedefe
koydu. 12 Kasım akşamında TRT kanalları, müşterek olarak Fransa’nın Suriye’de
Lafarge üzerinden DEAŞ ve PKK terör örgütleriyle çevirdiği dolapları deşifre
etti!
Türkiye’nin bu hamlesi, ikinci bir “One minute”
olayıdır!
Türkiye;
Libya, Kuzey Afrika, Karabağ, Orta Doğu ülkeleri ve Afganistan’da yarı açık
yarı kapalı faaliyetler yürüten Fransa’yı Suriye’de ters ayakta yakalayarak
nizamî golünü fabrika belgeseli üzerinden davul zurna eşliğinde attı. Türkiye’nin
bu hamlesi, Batılı müstevlilere karşı yüz yılda yapabildiği en büyük karşı
hamledir. Elbette bu hamle yapılırken Türk Devleti, bunun siyasî ve ekonomik
sonuçlarını da hesaplamıştır. Zaten 12 Kasım’da bizim Türk Devletleri Teşkilâtı
ve “Fabrika” (The Factory) belgeseliyle yaptığımız hamleye karşı, karşı taraf
da içi boş bir Libya Konferansı ve her zaman başvurduğu bir argüman olan dolar
kuru artışıyla cevap vermiştir.
Türkiye’nin
şu anki en yumuşak karnı ekonomik zaafı olduğu için, karşı cephe Davos’taki
meşhur “One minute” çıkışından beri sık sık bu silaha başvurmaktadır. Lâkin
Türk ekonomisi, dolar kuru ataklarıyla hemen çöküveren eski zaaflarından büyük
ölçüde arınmış vaziyettedir. Türkiye bu cendereden çıkmak için üretim, ihracat,
faiz indirimi, yerli ve millî üretimle cari açıkları kapatmak gibi değişik
kulvarlarda çok büyük mücadeleler vererek ekonomik dinamizmini daima canlı
tutmaktadır. Bu tercihleri de onu, dünyanın en hızlı büyüyen
ekonomilerinden biri hâline getirmektedir. Ayrıca Türkiye, pandemi dolayısıyla
kırılan tedarik zincirlerindeki boşlukları doldurmak için de çok yerinde
iktisadî projeler peşindedir. Bütün bu tedbirler, karşı tarafın Türkiye’yi
ekonomik açıdan istediği biçimde abluka altına alamayacağını göstermektedir.
Türkiye’nin
12 Kasım’da Fransa’yı hedefe koyarak bağımsız Türk Devletler Teşkilâtı’nı ilân
etmesi, “Dördüncü güç benim!” demekten başka bir şey değildir. Şu bulanık
geçecek birkaç yıl içerisinde bu hamlenin ne anlama geldiği fark edilmeyebilir,
ancak önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar uzanan
bir bölgede muazzam bir Türk gücünün, Türk enerjisinin ve Türk iktisadının
bütün haşmetiyle ortaya çıktığı görülecek ve Türkiye, Selçuklu ile Osmanlı’dan
daha büyük ve etkin bir güç olarak sermaye ve gücün Asya’ya yöneldiği bir zaman
diliminde Asya’nın göbeğine oturacaktır.
Türkiye’nin
Karabağ’da Azerbaycan ile küçük bir askerî dayanışması bile bölgede Atlantik ittifakı
ve Rusya’nın kurduğu otuz yıllık statükoyu kırk dört günde yırtıp attı. Şimdi
bu birlikteliğin altı Türk devleti ve bir de Macaristan desteğiyle bir araya
geldiğini düşünelim… Bu potansiyel, ABD’yi bugünkü bencil ve kibirli
dayatmalarından vazgeçirerek onu bizimle dengeli bir ilişki kurmaya itecektir.
Çünkü doğal gaz, petrol ve madenlerin bakir sahasında oluşan bu topluluk,
dünyadaki ekonomik ve jeo-stratejik dengeleri yeniden kuracaktır. ABD bu
bölgede fiilî olarak var olamayacağına göre, buradaki menfaat ve emellerini
Türkiye’yle iyi ilişkiler kurarak gerçekleştirmeye çalışacaktır.
Çin’in
bugünkü potansiyeli ile -şu an açık etmese de- Türklerin kadim yurdu olan
Türkistan’a göz diktiğini ve Kazakistan’ın büyük coğrafyasını istilâ etmek için
gizli kapaklı faaliyetler yürüttüğünü çok iyi biliyoruz. Kazakistan’ın yetersiz
nüfusa mukabil büyük bir coğrafyaya sahip oluşu, sadece Çin’in değil, Rusya’nın
da iştahını kabartmaktadır. Ruslar, Çinliler kadar ihtiyat göstermeden
Kazakistan topraklarının bir kısmının kendilerine ait olduğunu açıkça ileri
sürdüler.
Kazakistan’a
yönelik bu arzuların arkası deşildiğinde, Çin Seddi ile Hazar Denizi arasındaki
Türk yurtlarının Çin ve Rusya’nın potansiyel istilâsının açık hedef teşkil
ettiklerini göstermektedir. Eğer biraz daha güçlenirse, İran’ın da Orta Asya
Türk toprakları üzerinde boyundan büyük emelleri vardır. Zira bu bölgenin
ekonomik potansiyeli bir araya getirildiğinde, enerji açısından Rusya ve İran’ı
dengeleyen bir alternatif olarak ortaya çıkacağı gerçeği kesindir. Böyle bir
durumda Türk Devletleri Teşkilâtı, Rusya’nın Avrupa pazarındaki tekelini
kırarak yeni bir enerji aktörü olarak ortaya çıkacaktır. Böyle bir oluşumun,
İsmail Gaspıralı’nın yüz yıl önceki ifadesiyle söylersek, “Dilde, fikirde ve
işte birlik” hâline gelmesi Çin’in uykularını kaçıracak, Rusya’nın karabasanı
olacak ve Atlantik ittifakında sanrılara yol açacaktır. Zira Çin’in kendisini
dünyanın en etkin aktörü hâline getirmek için ortaya koyduğu “Bir Kuşak Bir
Yol” projesinin asıl ana damarları bu coğrafyadan geçmektedir. Çin’in demiryolları
ve karayolları vasıtası ile Avrupa’ya ulaşacak mallarının kaderi, beş altı bin
kilometre boyunca Türk Devletleri Teşkilâtı’nın insafına bağlı olarak
hareketlenecektir.
Rusya’nın
kendi güneyine doğru yayılarak eski gücüne kavuşma hayâli de bu Türk Seddi’ne
çarparak kendi içine doğru çökmesine yol açacaktır. Avrupa Birliği ise askerî
açıdan gerisine düşeceği bu teşkilâtın ekonomik açıdan da en büyük bağımlılarının
biri olacağı için, Türk Devletleri Teşkilâtı’nın gölgesinde kalarak etkisini
kaybedecektir.
12
Kasım 2021’de Türk Devletleri Teşkilâtı’nın ortaya çıkması, kimse farkında
değil ama Atilla’yla Alparslan’ın el ele vermesi, Yıldırım Bayezid ile Timur’un
güçlerini birleştirmesi, Şah İsmail ile Yavuz’un birbirleriyle değil küffarla
savaşmak için anlaşmalarıdır. Şimdilik dışarıda kalsalar bile uzak olmayan bir
gelecekte Çin esaretindeki Uygur ve Karahanlı topraklarındaki Satuk Buğrahan ve
Hint’ten İran’a kadar uzanan bölgelerin hâkimi Babür Şah da bu büyük uzlaşı ve
bu büyük birliğin halkasına dâhil olacaklardır.
Bu
muhteşem gücün yakın gelecekte mevcut İslâm ülkelerini de kendi eksenine
çekeceğine muhakkak gözüyle bakabiliriz. Bugün
şükürler olsun, yedi
millet ve bir devlet olarak Turan’ı kurduk. Yarın yetmiş devlet bir millet
olarak da ümmeti bir araya getirip umranı yeniden kuracağımızdan asla şüphem
yoktur! Zira İlâhî irade, sancağını asla sancaktarsız bırakmaz.
Bekle
bizi tarih ve coğrafya, bekle bizi dünya! Hak sancağı İstanbul’dan yola çıktı, geliyor!
Vesselâm…