Yedi devlet, bir millet: Turan

Türkiye’nin 12 Kasım’da Fransa’yı hedefe koyarak bağımsız Türk Devletler Teşkilâtı’nı ilân etmesi, “Dördüncü güç benim!” demekten başka bir şey değildir. Şu bulanık geçecek birkaç yıl içerisinde bu hamlenin ne anlama geldiği fark edilmeyebilir, ancak önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar uzanan bir bölgede muazzam bir Türk gücünün, Türk enerjisinin ve Türk iktisadının bütün haşmetiyle ortaya çıktığı görülecek ve Türkiye, Selçuklu ile Osmanlı’dan daha büyük ve etkin bir güç olarak sermaye ve gücün Asya’ya yöneldiği bir zaman diliminde Asya’nın göbeğine oturacaktır.

12 Kasım 2021 tarihinde Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi hayata geçti. Bağımsız Türk devletlerini bir araya getiren Türk Konseyi, “Türk Devletleri Teşkilâtı” olarak yeniden adlandırıldı. Atlantik ittifakının güdümünde olan merkez Türk medyası, bu muazzam oluşumun büyüklüğünü ve Türkiye’yi nereden alıp nereye götüreceğini görmese de, bilenler iyi biliyor ki, Türkiye ve onunla birlikte hareket eden diğer Türk ülkeleri, yeniden yapılanan dünyada Türk ekseni ve “Türk kutbu” diyebileceğimiz müşterek bir güç teşkil etmişlerdir.

Türk Devletleri Teşkilâtı’nın zamanlaması o kadar yerli yerindedir ki ne bir gün geç, ne bir gün erkendir. Bu büyük teşkilât, hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymadan tam yerinde ve tam zamanında kendi iradesiyle doğmuştur. Bu teşkilâtın ortaya çıkışı, yeni dönemde paylaşılacak olan dünya hegemonyasının bir veya iki güçte toplanmayacağı isabetli öngörüsüne dayanmaktadır.

ABD’nin artık dünyanın tek hegemon gücü olarak hüküm süremeyeceği, özellikle Afganistan fiyaskosundan sonra çok net olarak anlaşılmıştır. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan yetmiş yıl aradan sonra güç açısından inişe geçmiş ve bu güç boşluklarını ise büyük oranda Çin ve Rusya doldurmaya başlamıştır. Avrupa Birliği, Atlantik ittifakı çerçevesinde ABD ile beraber hareket ettiği için, ABD’nin gerilemesi Avrupa Birliği’nde de kendisini gerileme ve dağılma alâmeti olarak göstermektedir.

Türkiye, işte bu hegemonik fay hatlarının kırılma yerlerini çok iyi değerlendirerek, çok uygun bir zamanlamayla doksanlı yıllardan beri bir embriyo hâlinde taşıdığı Türk Devletleri Birliği olgusunu nihayet 12 Kasım 2021 tarihinde gün ışığına çıkarmıştır. Türkiye’nin, Doğu Türkistan’dan Budapeşte’ye kadar uzanan bir coğrafyada Türk Devletleri Teşkilâtı idealini hayata geçirmesi, kendisini iç siyasetin kör dövüşüne kaptırmış medya asalaklarının bilinçli suskunluğu altında kalsa da cihan çapında büyük bir olaydır. Türkiye böyle yapmakla ABD, Çin ve Rus eksenlerinden farklı ve kendine özgü bir eksen kurmuştur. Bu eksen etrafında da şimdiden daha adil ve daha paylaşımcı, zinde bir güç inşâ etmeye başlamıştır.

Türkiye’nin bağımsız Türk Devletleri Teşkilâtı aracılığıyla ilk hamlede etkinlik açısından Avrupa Birliği’nin, ekonomik etkinlik açısından da Rusya’nın önüne geçmeye çalışacağı çok açıktır. Türkiye’nin bu yeni hamlesiyle ilk darbeyi, bir sarsıntı hâlinde olan Avrupa Birliği’ne vuracağı çok açıktır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin etkisizleştirilmesine yönelik hamlesinin en büyük hedefi ise, siyasal nüfuz ve askerî güç açısından en başat ülkesi olan Fransa’dır.

Türkiye’nin yeni satranç tahtasında Yunanistan gibi piyonlarla uğraşmak yerine, kendisini şah sanan Fransa gibi bir vezire hamle yaptığı görülmektedir. Zaten 12 Kasım itibariyle Fransa da Türkiye’nin hamlesine karşılık bir hamle yaparak “Oyununu gördüm” dedi. Aynı gün içinde Türkiye, Türk Devletleri Teşkilâtı’nı ilân ederken, Fransa da Paris’te Libya Konferansı yaptı. Bunun üzerine Türkiye, Cumhuriyet tarihinde arkasında devletin olduğu ilk medyatik hamleyle Fransa’yı hedefe koydu. 12 Kasım akşamında TRT kanalları, müşterek olarak Fransa’nın Suriye’de Lafarge üzerinden DEAŞ ve PKK terör örgütleriyle çevirdiği dolapları deşifre etti!

Türkiye’nin bu hamlesi, ikinci bir “One minute” olayıdır!

Türkiye; Libya, Kuzey Afrika, Karabağ, Orta Doğu ülkeleri ve Afganistan’da yarı açık yarı kapalı faaliyetler yürüten Fransa’yı Suriye’de ters ayakta yakalayarak nizamî golünü fabrika belgeseli üzerinden davul zurna eşliğinde attı. Türkiye’nin bu hamlesi, Batılı müstevlilere karşı yüz yılda yapabildiği en büyük karşı hamledir. Elbette bu hamle yapılırken Türk Devleti, bunun siyasî ve ekonomik sonuçlarını da hesaplamıştır. Zaten 12 Kasım’da bizim Türk Devletleri Teşkilâtı ve “Fabrika” (The Factory) belgeseliyle yaptığımız hamleye karşı, karşı taraf da içi boş bir Libya Konferansı ve her zaman başvurduğu bir argüman olan dolar kuru artışıyla cevap vermiştir.

Türkiye’nin şu anki en yumuşak karnı ekonomik zaafı olduğu için, karşı cephe Davos’taki meşhur “One minute” çıkışından beri sık sık bu silaha başvurmaktadır. Lâkin Türk ekonomisi, dolar kuru ataklarıyla hemen çöküveren eski zaaflarından büyük ölçüde arınmış vaziyettedir. Türkiye bu cendereden çıkmak için üretim, ihracat, faiz indirimi, yerli ve millî üretimle cari açıkları kapatmak gibi değişik kulvarlarda çok büyük mücadeleler vererek ekonomik dinamizmini daima canlı tutmaktadır. Bu tercihleri de onu, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri hâline getirmektedir. Ayrıca Türkiye, pandemi dolayısıyla kırılan tedarik zincirlerindeki boşlukları doldurmak için de çok yerinde iktisadî projeler peşindedir. Bütün bu tedbirler, karşı tarafın Türkiye’yi ekonomik açıdan istediği biçimde abluka altına alamayacağını göstermektedir.

Türkiye’nin 12 Kasım’da Fransa’yı hedefe koyarak bağımsız Türk Devletler Teşkilâtı’nı ilân etmesi, “Dördüncü güç benim!” demekten başka bir şey değildir. Şu bulanık geçecek birkaç yıl içerisinde bu hamlenin ne anlama geldiği fark edilmeyebilir, ancak önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar uzanan bir bölgede muazzam bir Türk gücünün, Türk enerjisinin ve Türk iktisadının bütün haşmetiyle ortaya çıktığı görülecek ve Türkiye, Selçuklu ile Osmanlı’dan daha büyük ve etkin bir güç olarak sermaye ve gücün Asya’ya yöneldiği bir zaman diliminde Asya’nın göbeğine oturacaktır.

Türkiye’nin Karabağ’da Azerbaycan ile küçük bir askerî dayanışması bile bölgede Atlantik ittifakı ve Rusya’nın kurduğu otuz yıllık statükoyu kırk dört günde yırtıp attı. Şimdi bu birlikteliğin altı Türk devleti ve bir de Macaristan desteğiyle bir araya geldiğini düşünelim… Bu potansiyel, ABD’yi bugünkü bencil ve kibirli dayatmalarından vazgeçirerek onu bizimle dengeli bir ilişki kurmaya itecektir. Çünkü doğal gaz, petrol ve madenlerin bakir sahasında oluşan bu topluluk, dünyadaki ekonomik ve jeo-stratejik dengeleri yeniden kuracaktır. ABD bu bölgede fiilî olarak var olamayacağına göre, buradaki menfaat ve emellerini Türkiye’yle iyi ilişkiler kurarak gerçekleştirmeye çalışacaktır.

Çin’in bugünkü potansiyeli ile -şu an açık etmese de- Türklerin kadim yurdu olan Türkistan’a göz diktiğini ve Kazakistan’ın büyük coğrafyasını istilâ etmek için gizli kapaklı faaliyetler yürüttüğünü çok iyi biliyoruz. Kazakistan’ın yetersiz nüfusa mukabil büyük bir coğrafyaya sahip oluşu, sadece Çin’in değil, Rusya’nın da iştahını kabartmaktadır. Ruslar, Çinliler kadar ihtiyat göstermeden Kazakistan topraklarının bir kısmının kendilerine ait olduğunu açıkça ileri sürdüler.

Kazakistan’a yönelik bu arzuların arkası deşildiğinde, Çin Seddi ile Hazar Denizi arasındaki Türk yurtlarının Çin ve Rusya’nın potansiyel istilâsının açık hedef teşkil ettiklerini göstermektedir. Eğer biraz daha güçlenirse, İran’ın da Orta Asya Türk toprakları üzerinde boyundan büyük emelleri vardır. Zira bu bölgenin ekonomik potansiyeli bir araya getirildiğinde, enerji açısından Rusya ve İran’ı dengeleyen bir alternatif olarak ortaya çıkacağı gerçeği kesindir. Böyle bir durumda Türk Devletleri Teşkilâtı, Rusya’nın Avrupa pazarındaki tekelini kırarak yeni bir enerji aktörü olarak ortaya çıkacaktır. Böyle bir oluşumun, İsmail Gaspıralı’nın yüz yıl önceki ifadesiyle söylersek, “Dilde, fikirde ve işte birlik” hâline gelmesi Çin’in uykularını kaçıracak, Rusya’nın karabasanı olacak ve Atlantik ittifakında sanrılara yol açacaktır. Zira Çin’in kendisini dünyanın en etkin aktörü hâline getirmek için ortaya koyduğu “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin asıl ana damarları bu coğrafyadan geçmektedir. Çin’in demiryolları ve karayolları vasıtası ile Avrupa’ya ulaşacak mallarının kaderi, beş altı bin kilometre boyunca Türk Devletleri Teşkilâtı’nın insafına bağlı olarak hareketlenecektir.

Rusya’nın kendi güneyine doğru yayılarak eski gücüne kavuşma hayâli de bu Türk Seddi’ne çarparak kendi içine doğru çökmesine yol açacaktır. Avrupa Birliği ise askerî açıdan gerisine düşeceği bu teşkilâtın ekonomik açıdan da en büyük bağımlılarının biri olacağı için, Türk Devletleri Teşkilâtı’nın gölgesinde kalarak etkisini kaybedecektir.

12 Kasım 2021’de Türk Devletleri Teşkilâtı’nın ortaya çıkması, kimse farkında değil ama Atilla’yla Alparslan’ın el ele vermesi, Yıldırım Bayezid ile Timur’un güçlerini birleştirmesi, Şah İsmail ile Yavuz’un birbirleriyle değil küffarla savaşmak için anlaşmalarıdır. Şimdilik dışarıda kalsalar bile uzak olmayan bir gelecekte Çin esaretindeki Uygur ve Karahanlı topraklarındaki Satuk Buğrahan ve Hint’ten İran’a kadar uzanan bölgelerin hâkimi Babür Şah da bu büyük uzlaşı ve bu büyük birliğin halkasına dâhil olacaklardır.

Bu muhteşem gücün yakın gelecekte mevcut İslâm ülkelerini de kendi eksenine çekeceğine muhakkak gözüyle bakabiliriz. Bugün şükürler olsun, yedi millet ve bir devlet olarak Turan’ı kurduk. Yarın yetmiş devlet bir millet olarak da ümmeti bir araya getirip umranı yeniden kuracağımızdan asla şüphem yoktur! Zira İlâhî irade, sancağını asla sancaktarsız bırakmaz.

Bekle bizi tarih ve coğrafya, bekle bizi dünya! Hak sancağı İstanbul’dan yola çıktı, geliyor!

Vesselâm…