Yed-i beyza

15 Temmuz, toplumumuzun bir yed-i beyza hamlesidir. Bu millet bilmelidir ki, koynumuzda saklı bu iman varsa, gece yarısına işgalci bir darbe girişimi yapmak üzere hazırlananlar da, emekli olsa bile ihtiraslarını memuriyetlerinde bırakmayan gayrimeşrular da o yed-i beyzanın ışığına maruz kalmaktan korkacaklardır. Yeter ki bu millet, onun varlığını hatırlasın ve hatırlatsın!

KİMİNE görünmez adam olduğu yönünde telkinde bulunduğunuzda, gerçekten de görünmediğini sanır. İşin kötü yanı şu ki, artık görünmediğini zanneden kişi, içinden gelen kötülüğü yapmaktan çekinmediği gibi, zevk içinde yapılan kötülüğün kendisine mâl edilmeyeceğini ve bu yüzden hesap vermeyeceğini düşünmeye başlar.

Görünmez adam tasavvurunun birçok kültürde karşılığı vardır. Özelliği şudur: Kimse onu görmez, ancak o herkesi görür. Ne enteresan değil mi ki, tanrı için düşünülen özelliklerden biri de budur. Firavunların, imparatorların, sahtekârların (sahte irşat edicilerin), diktatörlerin ve bilumum tanrı müşrikinin halk gözünde edindiği yer, görünmemektir. Onların kusurları görünmez, yanlışları görünmez, noksanları görünmez, etkisizlikleri görünmez, varlıklarındaki yokluklar görünmez… Daha doğrusu, firavunist düşünceye göre görünmemelidir.

Ancak onlar, görünmedikleri için (veya görünmedikleri zannıyla) bunu büyük bir keyifle avantaja dökerek halkın en mahremine dahi vâkıf olurlar. Halk bilmeden de buna sahip olabilirler, cebren ve hile ile de… Buna haklarının olduğu zannı içindedirler.

Mûsâ Peygamber ile şahit olunan yed-i beyza mucizesi, görünmez mürekkebin yazdığı yazıyı gösteren ışık gibi, Firavun’un görünmezliğinin (zulmünün ve tanrı olmadığı gerçeğinin) sadece halkın zihin algısında bir hüviyete sahip olduğunu göstermesi bakımından sırla kaplı bir eylemdi. Ne zamanki Firavun, yed-i beyzanın ışığına maruz kalınca gözlerini kaçırdı, onun gözlerini kaçırdığını görenler de onun bir tanrı olmadığını ve eksikliklerinin, yanlışlarının, noksanlarının, hâsılı Subhan olmadığının farkına vardılar.

Toplumumuz, yalnız tek firavunla mücadele eden bir toplum olmadı hiçbir zaman. Onun karşısındaki, tek vücuttan ibaret bir firavun değil, bir firavun zihniyeti oldu daima. Ne zaman karşısına dikilse, yere atılacak ve bütün yılanları yutacak bir asâya ihtiyaç duydu. Hâlbuki koynunda beslediği iman, gömleğinin dışına çıktığında bir yed-i beyza gibi gözleri kör edercesine aydınlığını yansıtacak ve firavun zihniyetinin hamanlarını korkutacaktı.

15 Temmuz, toplumumuzun bir yed-i beyza hamlesidir. Bu millet bilmelidir ki, koynumuzda saklı bu iman varsa, gece yarısına işgalci bir darbe girişimi yapmak üzere hazırlananlar da, emekli olsa bile ihtiraslarını memuriyetlerinde bırakmayan gayrimeşrular da o yed-i beyzanın ışığına maruz kalmaktan korkacaklardır. Yeter ki bu millet, onun varlığını hatırlasın ve hatırlatsın!

Zaten görünmez adamın sihri, üzerine elbise giyene kadar… 15 Temmuz’dan önce Gladyo’nun Mason sihriyle görünmeyenler, daha sonra türlü efsunla bu görünmezliklerini korumuşlardı. Bürokraside, siyasette, yargıda ve bilumum alanda bu sihirle yaşayarak görünmediklerini sananlar, en son 15 Temmuz’da Mehmetçiğin elbisesine bürünmüşlerdi. Ancak dedik ya, görünmez adamın sihri, elbise giyene kadar… Halkın gösterdiği yed-i beyza ile üzerlerindekini çıkarmaya çalışan görünmez adamlar, en son emekli elbisesi giyinerek göründüler. Toplumsa bir defa daha yed-i beyza için elini koynuna soktu.

Aslına bakılırsa, bu millet Mûsâ Peygamber’in kaderini üstlenmişçesine, insanlığı firavunun zulmünden kurtararak ferahlık ülkesine kavuşturacak bir rolle muhatap kılındı. Zira değil mi ki yeryüzünde yüzlerce firavunist var ve sırf içinde bulunulan sistemle bütün insanların evlerine, odalarına, hatta ceplerine kadar girerek bütün mahremlerini görüyorlar da kendilerinin görünmez olduklarını zannediyorlar; bizse bütün dünyaya, “Ümitsizliğin ardında nice ümitler var, karanlığın ardında nice güneşler var” diyerek aydınlığı hatırlatıyoruz.

Salgınların ikinci, üçüncü, bilmem kaçıncı piklerinde insanlığı Kızıldeniz’in diğer yakasına geçirmek varken kendini görünmez zannedenlerle aşık atma derekesinde kalmak, ayağımıza atılmış ne tuhaf bir bağ, öyle değil mi? İlle de elimizi koynumuza mı götürmeliyiz yani? Değil mi ki biz, bayram günü bayram edenlerden olmak ve bayrama hasret insanlığa bayram deminde bir zemin sunmak istiyoruz sadece…