Yecep Tayyip Eydoğan konuşunca

Ah be cancağızım, her şeyin bir zamanı var! Menzil dışındakine ateş edersen, vuramazsın. Kılıcı erken sallarsan, havada ıslık çaldırırsın. Canına kastetmek niyetiyle üstüne yürüyen düşmana değmez. Emeğin, gayretin, gücün boşa gider, hiçbir işe yaramaz. Ekonominin kuralı mı demiştiniz? Evet, var öyle bir şeyler… “Vaktinin gelmesi” de ekonomiye dâhil. Örnekte gördüğümüz gibi…

DÖVİZ yükselirken, mandacılar korosu hep bir ağızdan “Eyvah eyvah!” çekiyordu, “Yandık, bittik, mahvolduk”.

Döviz düşerken, koro yine aynı mâkâmda devam ediyor: “Eyvah eyvah!”

Yahu şaka mısınız?

Hem çıkarken kötü, hem inerken kötü olabilir mi?

Çocuklar bile inanmaz buna.

Tahterevalli diye bir oyuncağa binmişliği vardır hepsinin. Alttayken de, yüksekteyken de durum aynı olamaz.

İkisinden birinin iyi olması lâzım.

Koro, eğitimleri farklı olduğu için karmaşa içinde bağrışıyor:

“Öyle de kötü, böyle de kötü… İlle de seçim, ille de seçim… Hem de hemen… Erkenden!”

Arkadaş, bu nasıl bir mantık? Oturacak yeri yok.

Mantık oturmayınca da çok rahatsızlık verir, bilir misiniz? Kıvranır, kıvrandırır. İşte tam da bu şekilde!

Her durumda “Eyvah eyvah!” diye ağlaşmak, Ata Demirer’in komedi filmlerini hatırlatır ancak.

*

Son aylarda gördük ki, ne kadar muhalif varsa, hepsi üst düzey ekonomist imiş.

Yalnızca siyasetçiler değil, sanayici, esnaf veya memur… Erdoğan’dan ne ölçüde hoşlanmıyorsa, o derece ekonomist çıktı hepsi. Aralarında ne cevherler varmış meğer. “Bugüne kadar nerelerdeydiniz be kuzum?” diye sorası geliyor insanın.

O nadide cevherler, ekonominin bir bilim olduğunu, kuralları bulunduğunu çok iyi biliyorlar.

Gördüğümüz kadarıyla, ekonominin bir tane kitabı, bir tane kuralı var sanıyorlar. O sanıya dayanarak koro hâlinde feveran ediyorlar. Öfkeyle, inatla bağırış içindeler.

“Kitaba göre davranmak gerektiğini” söylemekten usanan bir kişi bile çıkmadı içlerinden. Her naneyi çok iyi biliyorlar ya…

Bir tek biz bilmiyoruz!

İktidar bilmiyor, Reis’e güvenenler bilmiyorlar.

Eğer hakikaten şakaysa bunlar, memleketin başına musallat olmuş en berbat cinsinden.

Ne yapsak, ne etsek de bunları memnun etmek mümkün değil.

İnerken çıkarken itiraz edecekler. Gelirken giderken itiraz edecekler. Alırken verirken itiraz edecekler.

Değişik bir psikoloji…

*

Mandacılar korosunun üzerinde durduğu ortak nokta şu: Faizi yükselt, gerisine karışma!

Yatırımmış, üretimmiş, boş ver hepsini.

Ne üretecek, nereye satacaksın? Ne diye uğraşasın o kadar zor işle? Zahmete girmenin anlamı ne? Soruyorum, sordum, tekrar sorayım: Ne? Öte tarafta hazır üretilmişi var. Parayı bastırır, ihtiyaç neyse alırız gerektiğinde.

Parası olan bankaya yatırsın, yan gelip yatsın. Herkes kârına baksın.

*

Manda sahipleri öyle istiyor çünkü.

Bütün niyetleri sağıp kaçmak.

Eskisi gibi sanıyorlar.

Gördükleri hâlde görmemiş gibi davranıyorlar.

Gönülleri anlamaya meyyâl olmadığı için de anlamıyorlar.

Kabullenmekte zorlandıkları hususun altını çizmek zorundayız.

Yok gülüm, öyle değil artık!

Sağmal inek zannettiğiniz ülke değişti, artık öyle değiliz.

Sağmalcılar’ın bile adı değişti. Orası nicedir “Bayrampaşa” ismiyle anılıyor.

“Ensesine vur, ağzındaki lokmayı al” cinsinden adamlar yönetmiyor artık bu memleketi.

Milletin inandığı, güvendiği, her seçim vakti sandığa gidip desteğini verdiği bir adam yönetiyor. Bildiğiniz gibi çeyrek asırdır sahnede.

Kendisine güvenenleri hiç mahcup etmedi.

*

O insanlar mührü Besmele ile basıyorlar pusulanın üstüne.

“Dik dur, eğilme, bu millet seninle!” diye meydanlarda haykıranlar, lâf ola beri gele cinsinden söylemiyorlar o sözleri.

Reis’in sesini duyunca, bozuk morali düzelen insanlar onlar.

“O söylüyorsa, doğrudur!” diyenler…

“Ekonomiyi kim düzeltir?” sorusuyla karşılaştığında hep onun adını veriyorlar.

Uykudan uyanırken onu karşısında gören minikler bile “Yecep Tayyip Eydoğan” diye ekrana el sallıyorlar.

Ve o adam konuştuğunda, gâvurun morali bozulmakla kalmıyor, doları moları tepe taklak oluyor.

Kuklalarının ise canları daha çok sıkılıyor.

Görevini gereğince yapmamış, yapamamış ve efendisine mahcup olmuş sadık köle gibi üzülüyorlar.

Ne diyelim?

Mukadderat!

Rabbü’l-Âlemîn, üzüntülerini artırsın!

Ne kadar mümkünse o kadar katlasın, üstüne yığsın.

En azına bile bereket versin.

*

Diyorlar ki, “Niye bu kadar zaman bekledi? Madem konuşunca oluyordu, daha önce çıkıp konuşsaydı”…

Ah be cancağızım, her şeyin bir zamanı var!

Menzil dışındakine ateş edersen, vuramazsın.

Kılıcı erken sallarsan, havada ıslık çaldırırsın.

Canına kastetmek niyetiyle üstüne yürüyen düşmana değmez.

Emeğin, gayretin, gücün boşa gider, hiçbir işe yaramaz.

Ekonominin kuralı mı demiştiniz?

Evet, var öyle bir şeyler…

“Vaktinin gelmesi” de ekonomiye dâhil.

Örnekte gördüğümüz gibi…

Horoz öttü diye sabah olmuyor, sabah olduğunda horoz ötüyor.

Savaşın kurallarını nasıl değiştirdiyse, sizin bildiğiniz ekonominin kurallarını da tepe taklak eden adamın adını duyunca tüyleriniz diken diken oluyor, biliyoruz ama ne yapalım?

Böyleyken böyle işte!

Az sabredin, bir de üç beş yıl sonra görün geldiğimiz yeri.