Yazmak, sorumluluk almaktır!

Yazarların çoğunun yazım kurallarına pek dikkat etmedikleri söylenir. Ben bunun, yazarın kendisini yazıya kaptırınca kurallara dikkat edememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Doğrusu ise, daha titiz davranarak imlâya dikkat etmemizdir. Dergilerin ve yayınevlerinin editörlük, tashih ve danışmanlık hizmetleri vardır ama önce kendi sorumluluklarımızı üstlenerek yazmalıyız.

Yazarlık derslerinden notlar ve derkenarlar

“ÖNCE söz vardı” denildi. Sonra “Söz uçar, yazı kalır” denildi ve insanlık tarihinin en büyük buluşlarından kabul edilen yazı devreye girdi.

Yaratan, kaleme yemin etti. Çünkü yazmak, başlı başına bir deryâ -ki her omzun kaldıramayacağı sorumluluk gerektirir-.

Önce merâmı anlatmak amacıyla kullanılan dil ve onu aktarma aracı olan yazı, çeşitlenerek farklı boyutlar kazandı. Yazmak çeşitlenerek gerçek bir sanat ve profesyonel bir uğraşı hâline geldi. Devran döndü, yazarlığın da çeşitli dalları oluştu. Yazarlıkta ustalaşma, uzmanlaşma ve branşlaşmalar başladı. Bilginin nitelikli olarak çoğalması, yazarlıktaki uzmanlaşma, ehil insanların yetişmesi adına farklı çalışmalar yapılmaya başlandı. Usta-çırak ilişkisinden akademik çalışmalara kadar çeşitlendi. Bunlardan bir tanesi de, son dönemde yaygınlaşan yazarlık okulları ve bunlara bağlı atölyelerdir.

Bizler de yazarlık atölyelerinde edindiğimiz tecrübelerle, paylaştığımız bilgileri bu alanlara ilgi duyan kişilere ulaşması adına, sıratta yolculuk yapma hassasiyetinde paylaşma gayretiyle çalıştık. Yazarlık okulları ve şiir atölyelerinde dönem dönem paylaştığım hususları daha önce yazdım. Notlarımın bir kısmını ise paylaşamamıştım. Bu yazıda bu bilgileri paylaşmaya devam edeceğim. Okurken yer yer mükerrer olan bilgilerle karşılaşabilirsiniz, bunları konunun önemine binaen paylaşılmış bilgiler olarak değerlendirmenizi istirham ediyorum…

“Çok yazan değil, güzel yazan yaşar”

Sözdür insanı tanımlayan, sözünü söyleyiş biçimidir insana kimliğini kazandıran. Bu yüzdendir ki, “Üslûb-u beyan, ayniyle insan” deyiminde olduğu gibi, insan, kendini ifade etme üslûbuyla vardır. “İnsan dilinin altında gizlidir” denilirken, kendini ifade biçimi, dili kullanma şekli kastedilmiyor mu? Bu ifade biçimi bazen sözle, bazen sanat ve edebiyatla, bazen de yazarak olabiliyor. Usta yazar ve düşünür Ali Fuat Başgil, “Kişinin kıymeti, dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir; onu söz ve yazı açığa vurur” diye vurguluyor. Yazılanlardan geriye ne kaldığını ise Cenap Şahabettin, “Çok yazan değil, güzel yazan yaşar” sözüyle özetliyor.

Dünyadaki dengeleri değiştiren, insanları ve kitleleri yöneten ve yönlendiren en güçlü enerji sözdedir. Sözün üstünde bir güç olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sözün gücünü öğrenmek, kullanmak ve söyleme yöntemleri üzerine sayısız çalışmalar yapılmış, yöntemler ortaya konulmuştur. Bu alandaki çalışmalar farklı boyutlarda devam ediyor. Sözü doğru kullanabilmek ise gerçek bir sanat olarak karşımıza çıkıyor; bu hem zihinsel, hem de bedensel duruş ve konumumuzu belirliyor.

Sözle ilgili en fazla sorumluluk yükleyen durum ise yazmaktır. Yazmak ise başlı başına bir deryâdır. Bu deryâda profesyonelce ilerleyenlere ise “yazar” diyoruz.

Yazar olmaya karar vermek konusu tartışılır. Yazma tutkusu farklı şekillerde ortaya çıkar ve devam eder. Eğer yazıyorsanız veya yazmaya kararlıysanız, istidat vardır. Ama bunu çok kullanamıyor ve yazma kabiliyetini geliştirmek istiyorsanız, yazarlığı, yaşamınızın merkezine aldığınız çalışmalar arasına koymalısınız. Çünkü yazarlık, kişiye ciddî bir sorumluluk yükler. Düşünce, söze dökülmediği müddetçe sadece zihindedir. Ağızdan çıktıktan sonra bizim kontrolümüzde değildir. Yazıya döküldüğünde ise sözün kölesi oluruz.

Yazarlığın belli bir yaşı yoktur. Yazarlık; dolmak, donanmak, yazma kabiliyeti ve bu kabiliyetin geliştirilmesi ile doğrudan ilgilidir. Çok genç yaşta yazmaya başlayan ve kitap çıkartan kişiler olduğunu görüyoruz. Tam tersi, 70 yaşından sonra yazmaya başlayıp da çok sayıda kitabı olan kimseler mevcûttur. Eğer sizde yazma isteği ile birlikte az da olsa yazma kabiliyeti varsa, yazmayı asla bırakmayın!

Yazma kabiliyeti, her beceri gibi gayret ve sistematik çalışmayla çok daha ileri düzeyde geliştirilebilmektedir. Yazma çalışmalarının standart başlangıç cümlelerinden biri şudur: “Yazmadan önce okumak gerekir.” Okumadan, araştırmadan, sorgulamadan ve öğrenmeden dolamayız. Bilgi ve deneyimlerle dolmadan olgunlaşma olamaz. Dolup olgunlaşmadan yazılmaz. Yazılsa da, yazılanlar yüreğe dokunmaz, karşılık bulmaz.

Hedef kitlemiz, muhatap olduğumuz kesim, onlara ulaşma biçimimiz ve onlardan gelen geri bildirimler yazma serüveninin seyrini belirler. Tepkilere karşı yaklaşımımız bizi başarıya veya olumsuzluğa götürür.

Bir iz bırakmak, kalıcı olmak, başarıya imza atmak için bir amaç, bir dâvâ olmalı. Yazmak için bir dert olmalı. Uğruna bedel ödenecek idealler olmalı. Tarihteki ve günümüzdeki başarılı yazar ve fikir adamlarına, lider ruhlu insanlara baktığımızda, hepsinin bitmek tükenmek bilmeyen ideallerinin olduğunu, bu idealleri uğrunda yine bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çalıştıklarını görürüz.

Yazarlar sürekli bir şeyler kaleme alırlar ama yazdıklarının değerlendirmelerini pek yapmadıklarını söyleyenler oluyor. Bizler de biliyoruz ki, sorumluluk sahibi insanlar, kendilerini değerlendirmeden adım atmazlar. Yazmak bir tutkudur, kelimelerle dost olmaktır. Yazarın kelime ve düşüncelerle farklı bir ünsiyet ve muhabbeti vardır. Yazan kişi, yazmaya ara vermemelidir. Ne yapıp edip, her gün kısa da olsa bir şeyler yazmalıdır. Zaten kişi, farkında olmadan, her gün bir cümle de olsa karalıyorsa, yazar olmuştur diye nitelendirilir.

Yazmak öyle bir tutkudur ki, karşılıksız günler ve geceler su gibi akar gider. “Biri ücret teklif edene kadar ücretsiz yaz; kimse üç yıl içerisinde bir teklifle gelmezse, aslında odun kesmek için yaratılmışsındır” diyor Mark Twain. Twain haklı olabilir, ama bu durum onun dönemindeki şartlar için geçerliydi. Buradaki referans, teklif gelmesi konusu olmamalıdır. Azim ve kararlılıkla, her gün yeni bir kazanım ilâve ederek okumaya ve yazmaya devam edilmelidir.

Cemil Meriç, “Anladım ki, aklına geleni yazmak, yazı yazmak demek değildir” diyor. Yazmak, sürekliliği olan sorumluluklar yükler. Yazarken kendine şunu sorman gerekir: “Ben olsam bu yazıyı okur muydum? Veya ben bu yazıyı okuyor olsaydım, bu yazıdan neler beklerdim?” Sorgulayarak ve geri bildirimler alıp daha güzelini ortaya çıkartmak üzere adımlar atarak kendimizi geliştirmemiz gerekir.

“Yazarlar yazdıklarından sorumludurlar ve bu sorumluluk, yazar öldükten sonra devam eder; bir eser meydana getirirken, yazarlara işte bu fikir hâkim olmalıdır” diyor Samuel Smiles. Atılan her adım ve söylenen her sözde, yazılan her cümlede cesurca ama kılı kırk yararak adımlar atmak, yaptığımız işteki kalitemizi arttıracaktır.

Yazarların çoğunun yazım kurallarına pek dikkat etmedikleri söylenir. Ben bunun, yazarın kendisini yazıya kaptırınca kurallara dikkat edememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Doğrusu ise, daha titiz davranarak imlâya dikkat etmemizdir. Dergilerin ve yayınevlerinin editörlük, tashih ve danışmanlık hizmetleri vardır ama önce kendi sorumluluklarımızı üstlenerek yazmalıyız. Çünkü o yazıyı yazan kişi biziz ve bize ait düşünce, duygu ve bilgiler anlatıldığı için, kimsenin bizi bizden daha iyi anlayamayacağı düşüncesi ile yazmak, yazının etki gücünü arttıracaktır.

Hassas düşünenler, sorumluluk sahibi ve derdi olanlar için yazmak, zorluklarla dolu bir mücadeledir. Bazen kastedilen ile yazılırken ortaya çıkan ifadeler bambaşka bir boyuta gidebilmektedir. Yazı tamamlandıktan sonra yazılanlar mutlaka kontrol edilmelidir. Aksi takdirde, yaşadığımız müddetçe yazdıklarımızın esiri olabiliriz. Hayatî önem taşıyan hassas konularda yazarken daha titiz davranmak gerekir. Hattâ yazı bir müddet bekletilmeli, daha sonra tekrar düzeltilmelidir. Eğer buna zaman yok ise, başka kişilere gösterip destek alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki, çok ünlü yazarların dahi yazdıkları, editörün elinden geçmektedir.


Nasıl yazmalı?

“İyi bir yazar olmanın ilk referansı, sözcük dağarcığı ve usta yazarların eserleridir” diyor Necip Tosun. Bunun yolu, okumaktan geçiyor. Stephen King ise, “Eğer bir yazar olmak istiyorsan, her şeyden çok, şu iki şeyi yapman gerekiyor: Çok okumak ve çok yazmak” diye belirtiyor. Kelime, terim, kavram ve bilgi dağarcığının zenginliğini asla göz ardı etmemeliyiz. 

Eleştirel okuma ve düşünme tekniklerinin ustalık düzeyinde öğrenilmesi, eleştirel okuma becerilerinin kazanılması, hem okurken, hem de yazarken ufuk açar, kolaylık sağlar. Eleştirel okumak ve düşünmek, fikirleri olumsuz eleştirmek/yıkmak değildir. Eleştirel okumak, yazılanları yeterli ve mantıklı bulmanın ötesine geçip, yazılanlar üzerinde muhakeme ve analiz edebilmeyi öne çıkartır. Eleştirel okumak zorlaştırmaz; farklı noktalardan bakarak değerlendirip kendi kendine sorular sorarak okuma ve yazmayı kolaylaştırır.

“Yazının konusu, ana fikri, verilmek istenen ana ve yan mesajlar nedir? Yazıda birden fazla vurgulanan husus var mı? Yazar özellikle hangi konu üzerinde duruyor, düşüncelerinin dayanak noktaları nedir? Dil nasıl kullanılmış, yazılanlarda kişiyi olumsuza götürecek, art niyetli noktalar var mı? Yazar ne tür kelimeleri nasıl kullanıyor? Verilen örnekler, yapılan açıklamalar tutarlı mı, söylenenlerin bir mantığı var mı? Yazı gerçekten bir mesaj iletmek için mi yazılmış, yoksa yazılmış olmak için mi?” gibi sorularla yazı desteklenmelidir. Bir konu hakkında okuma ve araştırma yapılacaksa, öncelikle o konu hakkındaki ustaların yazılarına bakmak ufuk açacaktır. Popüler kültürün verilerine değil, ana referanslar için alanın öncülerinin eserlerine ve önerdikleri kaynaklara başvurmak gerekir. Ana kaynaktan beslenmek, yazımızın örgüsünü de güçlendirecektir.

Özellikle yazma yolculuğuna yeni başlayanların mutlaka usta yazarların dili kullanma şekillerini ve sözcük dağarcığını incelemelerini, onları referans almalarını tavsiye ediyoruz. Bazı usta yazarlar bunu şu şekilde önerirler: Belli bir üslûbun oluşması için, gerektiğinde örnek seçilen yazarın/şairin üslûbu modellenebilir. Bu modelleme olumsuz bir sonuç doğurmaz; aksine, dil ve üslûp oluşumunda yol gösterici olur. Yazı dünyasında ustalaşmış yazarların büyük bir çoğunluğunun bu şekilde modellemeler yaptıklarını biliyoruz.

Yazarken dönem dönem duraksama yaşanabilir. Hattâ tamamen tıkanmışlık ve tükenmişlik hissi dahi olabilir. Düşünce üretiminde ve yazmadaki kesintileri her yazar yaşamıştır, yaşar da… Bu durum kişiyi karamsarlığa yönlendirmemelidir. Kesinti durumlarında okumaya ara vermeden devam edilmelidir. Okumada zorlanmalar yaşanılıyorsa, seyahat veya sosyal aktivitelere katılarak zihni başka alanlarda meşgul etmek işe yarayacaktır. Bazı durumlarda ise tamamen kalabalıklardan kaçıp kısa bir süre tek başına dinlenmeye çekilmek faydalı olacaktır.

George Orwell, “Bir kitap yazmak korkunç yorucu bir mücadeledir, tıpkı bazı acı dolu hastalıklarla uzun süre mücadele etmek gibidir. Karşı koyamayacakları veya anlayamayacakları bir iblis tarafından ele geçirilmedikçe kimse bunun nasıl bir şey olduğunu anlayamaz” diyor. En yoğun dönemlerde dahi okumaya, araştırmaya asla ara verilmemelidir. Dinlenme dönemlerinde daha da yoğun okumalar yapılabilir. Nitelikli bir okuma listesi oluşturmalıyız. Sıradan, alelâde, derinliği olmayan 50 kitap okumaktansa 5 nitelikli kitap okumak daha etkili olacaktır.

Her yazdığımız çok mükemmel olacak, mutlaka yayınlanacak diye bir kaide yoktur, olmamalıdır da. Ama ilgi alanlarımızla ilgili ciddî yazı denemelerine ara vermeden devam etmeliyiz. Yazmış olmak için yazmamalıyız.

Yazmak sorumluluk almaksa, yazdıklarımızın sorumluluğunu almış birey bilinciyle yazmalıyız. Alıntı veya yararlanılan bir bilgi varsa, kaynak net olarak bilinmelidir. Bilgiye ulaşma kaynakları ve araştırma yöntemlerini en iyi şekilde kullanmayı öğrenmek, işimizi oldukça kolaylaştıracaktır. Güvenilmez veya sosyal medyada paylaşılan bilgilerin kaynaklarını ve bilimsel altyapısını tam olarak öğrenmeden, onları asla referans almamalıyız. Aksi takdirde, yapılan samîmi bir çalışmanın sonu, istenmeyen yerlere kadar gidebilir.

Bazen çok konuşarak veya yazarak merâmımızı daha iyi anlatacağımızı zannederiz ama çok yazmak meziyet değildir. “Çok söz hamal yüküdür” der Yûnus Emre. Bunu Hazreti Ebubekir şu şekilde söylemiş: “Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir.” Eskiler buna “hikmet” derler. Hikmet veya hikmetle iş yapmak ise, işi aslına uygun ve doğru şekilde yapmak, faydalı iş veya ilimle uğraşmak, aşırı davranışlardan uzak durmak, faydasız işlerle uğraşmak yerine yarar sağlayan işlerle uğraşmak, mânâyı yakalamak, salih amel işlemek gibi şekillerde tanımlanır. Bu kıstaslara dikkat etmek, yazdıklarımızın gücünü arttıracaktır.