Yazmak, olmaktır!

Yazmak, ciddî bir sorumluluk almaktır. Bu yüzden yazar adayının öğrenmesi ve dikkat etmesi gereken sayısız unsur bulunur. Yazının bile onlarca çeşidi vardır. Makale, deneme, fıkra, araştırma, anı, roman, hikâye, mektup, teknik gibi yazı çeşitlerini ve özelliklerini öğrenmek, yazarken ve okurken işimizi kolaylaştıracak, yazma ve okuma verimini arttıracaktır.

YAZMAK, olmaktır! Tecrübeleri aktararak bilgiyi bölüşmektir yazmak…

Son yazılarımda, yazar adaylarına ve yazmak isteyenlere yönelik yazma önerilerinde bulunmaya çalışıyorum. Amacım, “İyi bir kompozisyon nasıl yazılır? Yazım kuralları nelerdir? Giriş-gelişme-sonuç veya serim-düğüm-çözüm nasıl oluşturulur?” sorularına cevaben bilgiler vermek değil. Yazdıklarımda beylik lâflar etmek, dil veya imlâ kurallarından bahsetmek yerine, yazarlık okullarında edindiğim bilgiler, okuduklarımdan öğrendiklerim ve gözlemlerimle hayatın içinden örnekler vermeye özen gösteriyorum.

Daha önceki yazılarımı okuyanlardan aldığım geribildirimlere göre bu konuya devam ediyorum. Bu bilgilerin yazan, yazma tutkusu ve isteği taşıyan kişiler için katkı sunacağına inanıyorum. 

Yazmak, olmak yolunda donanmak ve dolmaktır. Dolmak, donanmak için öğrenmek, öğrenmek için okumak, gözlemlemek, yorumlamak, hayâl kurmak ve hayâli kelimelere dökmek gerek. Gözlem, analiz ve yorumlama yeteneğinin gelişmiş olması da yazılara katkı sunması yönünde önemlidir. Yazarın bakış açısı ve değerlendirme kriterleri diğer insanlardan farklıdır. Çünkü yazarın kriterleri farklı olduğundan, onlarca, hattâ yüzlerce insanın aynı anda bakıp da göremediği ayrıntıları yakalayabilir.

Düşünce ve değerlendirmelerini kelimelere dökmek için dile hâkim olmanın yol, yöntem ve metodolojilerini öğrenerek kendi üslûbuyla aktarabilmesi, yazarın gücünü oluşturur. Yazarın farkı, fikirlerinin etki gücü ve kalıcılığı ile düşündüklerini aktarabilme becerilerinde yatar. Bunun yolu da dil hâkimiyeti, kelime, terim ve kavram bilgisinden geçmektedir. Sanat ise onları kullanmakta yatar.

Herkes yazabilir ama bazıları farklı yazar. Dünya genelinde binlerce yazar var ve binlercesi de geldi geçti. Bu yazarları incelediğimizde, dünya klâsikleri arasına ismini yazdırmış olanların tüm yazarlar içindeki oranı ne kadardır acaba?

Bir de, yaşadığı dönemde popüler kültürün etkisiyle veya özel reklâm yöntemleriyle popüler hâle getirilerek balon gibi şişirilip sonra yok olanları, popülariteye kapılıp edebî güç ve kabiliyetlerini hebâ edenleri ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekir.

Dilin temelini oluşturan dil kalıplarını öğrenerek bu kalıpları bilinçli şekilde kullanmak, sözün etki gücünü arttırır. “Yazarlar genellikle sözcüklerle başkaldırırlar” diyen merhum Nuri Pakdil’in “Bir Yazarın Notları” isimli kitabından bazı kısımları paylaşmak istiyorum: 

“Çünkü sanat da, edebiyat da, daha çok ‘yazarak’ algılanabilen bir gizdir. Yalnızca okumak, bu gizin çevresinde dolaşmadır, sürekli koku almaya çalışmadır; kesin algılama değil. Vardır elbette bilge okurlar; bir yazar kadar algılarlar sanatı, edebiyatı, o gizi. Bir yazarın tılsımlı gücünden bende parçalar olduğunu da hissetmiyor değilim; ama bu yetmiyordu ki… Bir yazar için çözüm yolu tekti: Yazmak…” (Bir Yazarın Notları 1, sayfa 14)

“İnsan kendi cehennemini sözcüklerle kurar, sözcüklerle yıkar.” (Bir Yazarın Notları 1, sayfa 111)

“Zulme başkaldırarak girmiş oluruz insanlığa.” (Bir Yazarın Notları 1, sayfa 111)

“Yazmak, bir yönüyle de sözcüklerin aşk yapması…” (Edebiyat Kulesi, sayfa 53)

Gözlem, düşünce ve yazmak

İyi bir yazarlık, farklı açılardan bakabilmekle mümkündür. Farklı açıdan bakan, gözlemler yapan ve toplumun bir şekilde anlayacağı bir üslûpla yazanların daha etkili ve kalıcı olduğu görülür. Yazarlık için iyi bir okuyucu olmak ve sürekli seyahatler yapmak, bir yere kadar etkili olmaktadır. Bir alanda uzmanlık ve iyi bir gözlemci olmak da gerekir. İyi bir gözlemci olmak içinse farklı alanlarla ilgilenilmelidir.

Öğrenilen ve gözlemlenen olay, yer ve bilgilerin özellikleri, kullanım yerleri ve şekillerinin çok iyi bilinmesi, bakış açıları ile genişletilmelidir. Aksi takdirde karşılığı olmayan bilgi, yok olup gitmeye mahkûmdur.

Yazma alanı ne olursa olsun, tek taraflı ve tek zâviyeden bakmak, kişiyi tembelleştirir. Bu yüzden farklı türden eserler okuyarak farklı dil kalıplarını yakalamak, dili zenginleştirir. Okumak, yazmak, düşünmek, konuşmak, söz ve iletişim gibi kavramlardan bahsedildiğinde, konu dönüp dolaşıp söze gelir. Bu yüzdendir ki, “Kelime, insandan daha kadim” demiştir merhum Nuri Pakdil (Edebiyat Kulesi, sayfa 93).

İfade şeklini oluşturan üslûp ve seçilen kelimeler, sözün gücünü etki alanını arttırır, anlama başka bir boyut katar veya daraltarak sığlaştırır. Bu yüzdendir ki, kelimeleri seçerken ve kullanırken titiz davranılmalıdır. Örneğin kelime kullanırken gördüğümüz en çok yaklaşım yanlışlarından biri, eş anlamlı gibi görünen kelimelerdir. Eş anlamlı gibi görünen çoğu kelime arasında nüanslar vardır: Kişisel, zâtî, şahsî, bireysel, ferdî, münferit, şahs-ı âlisi gibi… Veya üzüntü, tasa, gam, keder, dert gibi kelimelerin hepsini aynı anlamda veya aynı cümle içinde kullandığımızda, anlamda kaymaların olması kaçınılmaz olacaktır. 

Konu ile ilgili anlamları en iyi şekilde ifade edecek kelimeleri seçmek, yazının edebî gücünü arttırmaktadır. “Sözcük kelimesi”, “yanıt cevabı”, “kıymet değeri”, “örneğin meselâ” gibi aynı anlama gelen kelimelerin aynı cümle içinde kullanılması da anlam bozuklukları doğurur. Dâhi, zekî, yaratıcı, olağanüstü, yetenekli gibi kelimelerin aynı anlamda veya aynı cümlede kullanılamayacağı gibi…

Bazı kelimeler eş anlamlı olsa da her zaman birbirinin yerini tutmaz. “Kara bahtlı insanımın durumu bu” cümlesinde “kara” yerine “siyah” kelimesini kullanamayız.

Eş anlamlı kelimelerin neredeyse tamamı, yabancı dillerden dilimize girmiştir veya dilimizde karşılığı olan kelimelerin bizdeki karşılıklarıyla kurdukları ilişkiden doğmuştur. Bu yüzden bu kelimelerin seçiminde titiz, kullanımında da dikkatli davranmalıyız.

Düşünme, soyut düşünme, yaratıcı düşünme, alternatif düşünme gibi alanlarda çalışmalar yapmak, farklı türden eserleri belli bir sistem içinde okumak ve farklı ilgi alanları geliştirmek, düşünce ufkunu açar, yazma ve yorumlama kabiliyetini geliştirir.

Söz ile başlayan, söz ile dem bulan felsefeyi de asla unutmamak, hattâ fazlasıyla zaman ayırmak ve okumak gerekir. Felsefenin temel kavramları, çıkış nedenleri, felsefî akımların temel dayanakları, her felsefe alanının ana soruları öğrenilmeli ve bu sorulara verilen farklı cevaplar hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Bu bilgiler yaşamın her alanında bakış açımızı genişleterek değerlendirmelerimizi geliştirecektir.

Nesneler, olaylar ve fikirler arasında soyut ve somut ilişkilerin kurulması ve bunların farklı şekillerde ifade edilmesi yönünde çalışmalar yapılarak kullanılması, yeni ufukların açılması yönünden ciddî katkılar sunacaktır. Bunu yapmanın en güzel yolu da somut ve soyut kelime, terim ve kavramlar arasında mantıklı ve mantıksız bağıntı kurma yeteneği geliştirilmesidir.

Her inanç, değer yargısı, fikir ve düşüncenin kendi içinde kendince tutarlı olan yönleri vardır. Bunların mantık örgüsünü ve dayanak noktalarını araştırmak, kendi görüş ve düşüncelerimizi oluşturmada ciddî anlamda katkı sunar. Düşünmek, üretmek ve düşünceleri demlemek için de kendinizle ve düşüncelerinizle baş başa kalmaya çalışın. Kendinizle kalmak, toplumdan kopmak olarak algılanmamalıdır. Kısa zaman dilimleriyle de olsa içe dönmek, kendimize ulaşmak için gerekli durumları oluşturur. 

Hangi tür yazı alanıyla ilgili yazarsanız yazın, başlangıçta mümkün olduğunca kısa, net ve anlaşılır bir dil kullanmakta fayda vardır. “Basit ve anlaşılır bir dil ve üslûp kullanacağım” diye de yazının entelektüel seviyesini düşürmemeye özen gösterilmelidir. “Anlaşılır olacağım” diyerek günlük konuşma üslûbunu yazı diliyle karıştırmak, sözün gücünü ve kalıcılığını azaltır. Bazı genç yazarlar, ağdalı bir üslûp kullanarak kendilerine bir yer edinmeye çalışırlar; bu davranış, dikkatten ziyâde tepki çekecektir.

Cümlelerde anlaşılması zor kelime, teknik terim ve kavramları fazla kullanarak okuyucuyu sıkmamaya özen gösterilmelidir. Her okurun, hattâ her yazarın özellikle sevdiği, etkisinde kaldığı yazarlar ve şairler vardır. Yazar kendi yazısını yazarken ister istemez ve farkında olmadan yer yer onları taklit edebilir. Yazarken, etkilendiğimiz veya daha önce okuduğumuz, öğrendiğimiz bilgilerin kendi cümlelerimiz gibi yazılmaması hususunda dikkatli davranırsak, bizim için daha iyi olacaktır.

Edebî metinlerde, özellikle yazının tema ve bütünlüğüne, konu örgüsüne dikkat etmekte fayda vardır. Bazı kişiler farklı figürler yapmak veya aykırı söylemlerde bulunmak adına “Kurallara karşıyım” diyerek kendilerince işler yaparlar ama hepsinin de sonu silinip gitmek olmuştur. Bu, genç yazar ve şairlerde çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Aykırı veya farklı şeyler söylemek, kuralsızca davranmak değildir. Yazı türüne göre, o türün yazım kurallarına uymak gerekir.

Dil, üslûp, kelimeler, terimler ve kavramların dikkatli kullanılması, yazının gücünü arttırır. Farklı olma adına metaforlar, imgeler, simgeler ve soyut kavramların, spesifik ve farklı alanlarda kullanılan kelime ve terimlerin iç içe yer almamasına özen göstermek, şiirin/yazının etki gücü ve kalıcılığını arttıracaktır. 

Bakış açısı

Hayat bir ayna gibidir. Aynanın karşısına neyi koyarsak, onu gösterir. Hayata yetersizlik, karamsarlık, kin, nefret veya intikam duyguları ve olumsuz düşüncelerle bakarsak, bu olumsuz düşünceleri çoğaltırsak, aynada daima çoğalan o kişiyi görürüz. Hayatı güzelleştirmek, daha yaşanılır kılmak için, okuyucuda olumlu değişim ve gelişimler oluşturmak üzere olumlu cümleler kurmaya özen göstermek gerekir. Olumsuz düşünceler, sürekli olumsuz eleştirel yaklaşımlar, kin, nefret, intikam söylemleri, olumsuzluğa yönelen hareket ve eylemler, karamsar değerlendirme ve konuşmalar, kişiyi karamsarlığa, dolayısıyla tıkanıklık ve çözümsüzlüğe götürür. Kendimize güvenerek, öğrenmeyi kesintiye uğratmadan, yeteneklerimizi geliştirmek için çalışmalar yaparsak, yaptığımız işlerdeki başarılarımız da her geçen zaman diliminde katlanarak artacaktır.

Yazıların, duygulara etki etme gücünü unutmamalıyız. Yazılar, insanların duygu durumlarını ve duyularını en hızlı etkileyen unsurların başında gelmektedir. Yazılara mümkün olduğunca olumlu düşüncelerle yaklaşarak olumluya yönlendirecek, yaşam azmini geliştirecek, motivasyonu arttıracak cümleler kurmak ve güzele teşvik etmek, doğru yaklaşımlardandır.

Kullandığımız dil, günün kültürel dokusuna ve diline uygun olmalıdır. Türkçede karşılığı olan kelimeler yerine yabancı kelime ve kavramları kullanmamaya özen göstermek, dilin sağlığı yönünden faydalıdır.

Evrensel ve toplumsal ahlâk kurallarına da uymak gerekir. Farklı olma adına toplumsal ve evrensel ahlak kurallarına aykırı davranılmamalıdır. Çünkü bir yazarın asıl görevi, insanlara ve toplumlara yol göstermektir. Olumsuz ve ters örneklerin nesillerin değer yitimine sebep olacağı unutulmamalıdır. Edebiyatın “edeb” kökünü asla unutmamak, popüler olma adına insanî değerlerden uzaklaşmamak gerekir.

Hitap edilecek okur kitlesi iyi belirlenmeli, hedef kitleye uygun bir dil, üslûp ve örnekler kullanılmalıdır. Verilen örnek ve yapılan açıklamalar, okurun ufkunu açarak düşünmeye sorgulamaya yönlendirmelidir. Farklı olma, dikkat çekme, aykırı olma adına hareket edenler, yapmak yerine bir şeyleri yıktıklarını bilmelidirler. Kelimelerin, terimlerin, kavramların, deyim ve atasözlerinin doğru yazılışları öğrenilip yerli yerinde ve düzgün hâlleriyle kullanılmalıdır. Dile hâkim olmadan yazmaya başlamak, yazım yanlışlarına, ifade bozukluklarına ve yanlış anlamalara sebebiyet verecektir.

Samîmiyetten asla taviz verilmemelidir. Samîmiyetle yapılan her iş gibi yazmak da her zaman yazarın ve yazının gücünü arttıracaktır. Mantık hatâları yapmamaya dikkat edilmelidir. Zira bu, yazarın ve yazının gücünü bitirir.

Bir fikir yazısı yazılıyorsa, yazının omurgasını oluşturan giriş-gelişme-sonuç, bir olay veya kurgusal bir yazı yazılıyorsa serim-düğüm-çözüm bölümlerindeki geçişlere dikkat edilmelidir. Hangi türden yazı yazarsak yazalım, bir düşünceyi, zihnimizde var olan kurguyu yeterince iyi aktaramadığımızı düşündüğümüzde, kendimizi ifade etmek için daha fazla kelime kullanırız. Bu, paradoksal olarak durumu daha da kötü hâle getirir. Bu durumda kendimizi zorlamadan, yazmaya ara verip, bir gün sonra, yazacaklarımızı zihnimizde süzgeçten geçirip ve yazdıklarımızı tekrar okuyup sonra devam etmek daha faydalı olacaktır.

Yazarken sıkça tekrara düşmek, gereksiz açıklamalar ve örneklere yer vermek okuyucuyu sıkar. Yazarın, yazar adaylarının, yayın alanında çalışacak kişilerin mutlaka yayıncılıkta kullanılan kelime, terim ve kavramları öğrenmeleri gerekir. Bunları bilmek son derece faydalı olacaktır: Dizgi, tashih, redaktör, redaksiyon, musahhih, mücellit, mizampaj, editör, tipografi, pikaj, illüstrasyon, opak, forma, tipo, ofset gibi…

İnsan her zaman aynı performansla yazamaz. Yazarken tıkanıklık yaşandığında ara vermek, gündem değiştirmek veya günlük rutin işlerle zaman geçirmek, zihinsel rahatlamaya katkı sunacaktır. Ama asla okumaya ara vermemeliyiz. İmkân varsa, bulunulan ortamdan uzaklaşmak, hattâ doğayla baş başa kalmak çok yönden iyi gelecektir.

Yazı içinde olmaması gereken veya bir defa kullanılması yeterli olan kelimeleri sık sık tekrar etmemek gerekir: “Çok önemli, burası önemli”, “Harika, muhteşem”, “Büyük, inanılmaz” gibi ifadeleri çok kullanmak, anlamı pekiştirmek yerine olumsuzluk doğurur.  

Nutuk ve nasihat dinlemek insanları sıkar ve genel üzerinde itici bir durum oluşur. Bu dili kullanmamaya özen göstermekte fayda vardır. Bunun yerine, yazı dilinde olması gereken unsurlara uymak daha etkilidir.

Yazmak, ciddî bir sorumluluk almaktır. Bu yüzden yazar adayının öğrenmesi ve dikkat etmesi gereken sayısız unsur bulunur. Yazının bile onlarca çeşidi vardır. Makale, deneme, fıkra, araştırma, anı, roman, hikâye, mektup, teknik gibi yazı çeşitlerini ve özelliklerini öğrenmek, yazarken ve okurken işimizi kolaylaştıracak, yazma ve okuma verimini arttıracaktır.