Yazmak keyifli bir yolculuktur

Uğruna bedel ödenecek bir değer veya ideal olmadan atılan adımlar ve yapılan işler beyhûdedir. Bir sonuç ortaya çıksa da bu durumlar popülerlikten öte gidemez. Bilinen bir gerçek var ki, popüler olan her şey, bir dönem sonra yok olup gider!

Dolmak, donanmak ve yazmak

 

YAZMAK, hayat gibi keyifli bir yolculuktur. Tabiî bu yolculuğu yapmasını bilene… Hayat doğumla başlar, gelişim, değişim ve akla hayâle gelmez sürprizlerle devam eder. Yazmak da okuyarak başlayan bir serüvendir. Okumak zihni besler. Okudukça dolan kişi, bilgi ile donanır. Bu dolma bir müddet sonra satırlar hâlinde kaptan dışarıya sızmaya başlar. Bu sızıntının miktarı arttıkça, yazmak çoğu zaman sancılı olsa da yönü, yönelimi uçsuz bucaksız dünyalara doğru keyifli bir akışa dönüşür.

Okumak, yazarlık dünyasına doğru seyahatin başlangıcı sayılabilir. Okumak, bir bebeğin süt içmesi gibi okuyucunun gelişimine katkı sunar. O kaynaktan içtikçe gelişir, büyür ve gün gelir taşmaya başlar. Her taşan yazar olur mu? Elbette hayır! Hayat yolculuğunda her doğan nasıl ki aynı mesleğe yönelmiyorsa, her okuyan da yazar olmaz elbette.

Okuma yazmayı geç öğrenmiş biri olsam da okuma sevdâm ve bu sevdânın peşinden ayrılmamam, beni alıp başka diyarlara taşıdı. Her okuma eylemim keyifli, macera dolu, heyecanlı, kendimle ve başkalarıyla tanışmamı sağlayan, sonu yazarlığa kadar uzanan bir yolculuğa çıkmamı sağladı. Kırk yıla yakın bir süredir yazar kuruluşlarında görevler almış, farklı ortamlarda, değişik vesîlelerle yazarlarla birlikte uzun soluklu çalışmalar yapmış, yayınevi kurmuş, onlarca kitaba ve dergiye editörlük yapmış, yazarlık atölyelerine katılmış, yazar okullarında yazar adayları ile dersler yapmış biri olarak, kendimdeki boşluğu ve eksiklikleri daha fazla görmeye başladım. Bu eksiklerimi giderme yolunda çalışmalar yaptıkça, daha çok boşluğun oluştuğunu söyleyebilirim. Bu boşluğun oluşması ise asla yazmaya engel olmadı, olmamalı da.

Burada, farklı alanlarda yazılar yazan yazar adaylarına, yazar olma yolunda kararlı ve emin adımlarla ilerleyen ve ilerlemek isteyenlere kendi bilgi, tecrübe, gözlem ve deneyimlerimi dilimin döndüğünce paylaşmak istiyorum.

Her yolculuk öncesinde bir ön hazırlık gereklidir. Yazma yolculuğunda da yazarın/yazar adayının heybesinde neler olduğunu bilmesi gerekir. Hazırlıksız, donanımsız, el yordamıyla, isteksiz, alelacele, zorlamayla veya anlık dürtülerle yapılan iş ve eylemlerden keyif alınamaz. Yazma yolculuğu da böyledir. Yazmak için dolmak, donanmak, önceden hazırlık yapmak, bilmek ve bilgiyi üslûbunca sunmak gerek. Plânsız, hedefsiz bir hayat nasılsa, nedensiz yazmak da aynıdır. Mantık örgüsü olmadan yazıdan, okuyucu yazıdan ne tat alır, ne de başka şey. Çünkü yazmak da bir çeşit hayat yolculuğudur ve rotasız hayat, anlamsız hayattır.

Yazmak için bazen bir, bazen de sayısız neden gerekir. Bazen de nedenleri sorgulamadan, nedenlerle boğuşmadan, hayâl gücü, sezgiler ve duyguların esintisine kapılıp sorulara ve sorgulara anlam aramadan, anlamı sorgulamadan, gizemli ufuklara yol alacak yeni sorgular oluşturmak için yazmak gerekir. Örtülü kapıları aralamak, karanlık alanlara yönelmek, kör noktalara ulaşmak, sınırlar konulmuş alanlardan çıkmak, akılla çizilmiş sınırları aşmalıyız. Tüm bunları yaparken bir amaç içerdiğinin farkında olmasak da, bir amaç uğruna yazarız aslında. Sınırları aşma isteği, yeni ve kuytuda kalmış, ayak basılmamış yerleri keşfetme isteği bizde yazma eylemini uyandırır. Bu, kimi zaman iç dünyamızda karanlıkta kalan yerleri aydınlatma isteğidir, kimi zaman dış dünyada-çevremizde olan yerleri keşfetme, başkalarına tanıtma arzusudur. Bu vesîleyle kişisel gözlemler ve deneyimler başka deneyimlerle sentezlenerek özgün dil ve üslûpla sunulmalıdır. Bu sunumu özel ve özgün kılmak içinse uzun soluklu, keyifli, sıra dışı yolculuklar için hayâl, yaratıcılık, cesaret ve eylem gerekir.

Yazma cesaretini kıran ve azmi törpüleyen içsel ve dışsal o kadar çok olumsuz faktör var ki… Salih Cenap Baydar bir yazısında, “Yeni ve farklı bir şey söyleyen herkesi kınamak, ayıplamak, alaya almak, hattâ ellerinden gelirse örselemek, yok etmek için hazırda bekleyen milyonlar var” diyor. Bilgili, kültürlü, yazan, ışık saçan, aydınlatan kişilere yönelik saldırıları, linçleri ve yok etmeleri ise başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Baydar başka bir yazısında da bu durumu ve kişileri şu şekilde yazmış: “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım! Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi. Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede düşünce adamı nasıl çıkar?”

Yazar olmaya, aydınlanmaya ve ışık olmaya aday olan herkesin, türlü zorluğa, engele, engellenmeye, hattâ linçe hazır olması gerekir. Hayat yolculuğunda olduğu gibi her alanda karşı çıkan, çelme takan, eleştiren, engel olmaya çalışan insanlarla, düşünemediğimiz zorluklarla karşılaşılır. Ancak bu bizi engellememeli. Yeri gelir, düşeriz, ama kalkmasını bilmeliyiz. Yazma yolculuğunda ilerlerken çelme takanlar hızımızı yavaşlatabilir ama biz azimle, karlılıkla, devam etme gayreti içinde yolumuzda emin adımlarla ilerlemeliyiz.

“Ben yazar olacağım” (!)

Yazmak, duygu ve düşünceleri kelimelerle ifade etmek, kitap çıkarmak, farklı kitlelerle paylaşmak harika bir duygudur. Ama bir gerçeği göz önünde bulundurmamız gerekiyor: “Ben yazar olacağım” diyerek yazar olunmaz. Bu düşünceyle yazmaya çalışan, entelektüel tavırlar takınarak edebiyat dünyasında yer edinmeye çalışan, sonra da silinip giden sayısız insan vardır. Bu düşüncelerle bir şeyler karalayan kişilerin amaçlarına ne kadar ulaştıklarını araştırmaya gerek bile yoktur. Öğrencilik dönemlerinde şiir yazan, hikâye ve deneme yazarak farklı görünmeye, arkadaşları arasında yer edinmeye çalışan veya yaşadığı bir olumsuzluk nedeni ile yazmayı bırakmış sayısız kişi olmuştur.

Toplumsal statü kazanarak bir yerlere ulaşmak için yazar olmak, kitaplar çıkarmak, ego tatmin etmek, bazı mahfillerde görünmek, kendince kariyer yapmak amacıyla edebiyat dünyasına adım atan sayısız kişiye rastlarız. Bu tür kişiler bir dönem sonra edebiyat dünyasından silinip giderler. Öyle bir silinirler ki, yok olduklarını fark etmeyiz bile!

Uğruna bedel ödenecek bir değer veya ideal olmadan atılan adımlar ve yapılan işler beyhûdedir. Bir sonuç ortaya çıksa da bu durumlar popülerlikten öte gidemez. Bilinen bir gerçek var ki, popüler olan her şey, bir dönem sonra yok olup gider!

Bu durumu bir hikâye ile bağlayalım:

Anlatılanlara göre adaleti güçlü Sultan Mahmut Sebüktegin bir gün vezirleriyle sohbet ederken, akıllı ve bilgili vezirler, dünyaya gelip gitmiş padişahlar hakkında konuşuyorlarmış. Bunun üzerine Sultan Mahmut, “Andığınız bu padişahların adları nedir?” diye sormuş. Vezirler ise isimlerini bilmediklerini, çoğunun vefat ettiğini fakat filan zamanda bir padişahın yaşadığını, kiminin adının bile anılmadığını söylemişler. Sultan Mahmut, vezirlerden bu sözleri duyunca şöyle demiş: “Bana öyle bir fikir verin ki, adım kıyamete değin dünyada anılsın ve nâmım meşhur olsun.”

Bunun üzerine mecliste bulunan vezirler, “Eğer bir imaret binası yaptırsanız geçen zaman içinde harap olup yıkılır, sonsuza dek yaşamaz ve adınız da unutulur, anılmaz” derler. Bu şekilde her vezir, birbirinden faklı fikirler söyler. Fakat Sultan Mahmut, hiçbirini beğenmez. En sonunda o mecliste bulunan ve padişahın çok sevdiği, akıllı, bilgili hizmetçisi Has Ayas, söz alarak padişahın kendi adına bir kitap yazdırmasını, bu şekilde adının kıyamete kadar hayırla anılacağını, bu kitabın meşhur olup her yerde okunacağını söyler. Vezirler, Has Ayas’ın bu fikrini çok beğenir. Bunun üzerine Sultan Mahmut, Firdevsi Tusi adındaki ünlü üstada emir verir. Her beytine bir altın vererek “Şahname” isimli altmış bin beyitlik eseri kendi adına yazdırır ve bu şekilde Sultan Mahmut’un ismi hayır duâ ile kıyamete kadar anılır. (Kırk Vezir Hikâyeleri, Hazırlayan: Mehmet Dursun Erdem, sayfa 13)

Yazmak, geleceğe iz bırakmaktır. Ama şu gerçek bilinmeli ki, gerçek bir yazar, “Yazayım da meşhur olayım” diye yazmamıştır. Eserleri dünya klâsikleri arasına girmiş yazarların hayatlarını incelediğimizde, çoğu meşhur yazarın eserleri, yaşadığı dönemde itibar bile görmemiştir. Meşhur olmuş bazı yazarların hayatı yoksulluk içinde geçmiştir. Bizler yazarken, yazmış olmak için değil, isteyerek yazmalıyız. “Ağızdan çıkan söz kulağa, kalpten çıkan söz kalbe gider” der Hazreti Mevlâna, sözü zihinde harmanlayıp yürekte onaylayarak söylersek, etkisi ve kalıcılığı daha güçlü olur.

Yazar mısın?

Yapılan her iş ve eylemin, atılan her adımın, alınan her nefesin bir amacı vardır. Her yazının da mutlaka bir amacı olmalıdır. Yazıya başlamadan önce yazma amacı ve vermek istenen mesajlar ne ise bunlar net olarak belirlenerek yazıya başlanırsa, kurgu oluşturma, konu bütünlüğünü yakalayarak sürdürme aşamalarında son derece faydalı olacaktır. Kafamıza göre veya aklımıza estiği gibi yazamayız. Yazının mutlaka kendi içinde bir mantık örgüsü olmalıdır. Okuyucunun verilmek istenen mesajları, doğruyu, yanlışı veya önermeleri amaca uygun mantık örgüsü içinde almasını sağlamalıyız. Okuyucu bilgiyi bazen doğrudan alır, bazen de verilen bilgi ve yargılardan faydalanarak yeni bir yargıya varır. Okuyucu, olay ve bilgilerin arasındaki ilişkileri en az hatâ yaparak, hattâ hiç hatâ yapmadan veya yanlış algılamalar ve yargılara sebebiyet vermeden kolaylıkla kurabilmelidir.

 

Okuyucuyu sıkmamak, kendimizi sürekli tekrardan korumak için düz ve tekdüze anlatımlardan kaçınmak gerekir. Tekdüze (monoton) ve düz anlatımlar hem yazan kişiyi, hem de okuyucuyu sıkar, kişide bıkkınlık oluşturur. Yazma ve okuma keyfini azaltır. Azmi yok eder. Uzun soluklu yazma ve okuma performansını düşürür. Tatmin duygusunu törpüler. Verilmek istenen bilgiler ne kadar özel olursa olsun, iletilmek istenen mesajlar çoğu zaman amacına ulaşmaz.

Mantık örgüsü olmayan bir yazı, aynı arazide tur atmak gibidir; ne yöne gideceğinizi bilmeden bir yerlere savrulursunuz veya döner dolaşır, aynı yeri gezersiniz. Tat vermez. Ancak iyi bir mantık örgüsü içinde yazılan yazı, rotası belirlenmiş olarak “Nerede ne zaman neresi gezilecek ve görülecek, ne yenilecek, neresi ziyaret edilecek, nerede konaklanacak, hangi yoldan gidilecek?” şeklinde plânı yapılmış keyifli bir yolculuk gibidir. Rotayı belirlemek için harita bilgisi, gidilecek güzergâh hakkında bilgi birikimine ihtiyaç duyulur. Aynı şekilde iyi bir mantık örgüsü için de yazılacak konu hakkında yeterli bilgi birikimine ihtiyaç olacaktır.

Tekdüzeliğin önüne geçmek için sürekli okumak, araştırmak, farklılıklar ve yeni fikirler oluşturmak, yorumlar katmak gerekir. Yazının gücünü ve etkisini arttırarak verimliliğini yükseltmek için konuların doğru şekilde uygun yerlerde örneklerle desteklenmesi gerekir. Düz anlatımlar, salt tanımlar ve teoride kalan bilgiler iz bırakmadan çabuk unutulurlar. Sözün kalıcı olmasının temel şartlarından biri de konuların doğru şekilde örneklenmesidir. Verilen örnekler, benzerlikler, kıyaslamalar, zıtlıklar, açıklamalar, konu ile ilgili rakamlar, sayılar, tarihler, mekânlar, istatistikler gibi veriler yazının etki gücünü arttırır.

Örneğin İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nı ziyaret ettiğimizde görkemi ile etkileniriz. Fakat iyi bir rehber eşliğinde döneme, yaşantıya ait tarihî bilgilerle dönem kıyaslamaları yapıldığında, tarih, sayı, oranlar, istatistiksel bilgilerle desteklendiğinde hayranlığımız artacak ve gezdiğimiz yerlerin etkisi artacaktır.

“Yazının etki gücünü arttıracağım” diyerek yapılacak uzun açıklamalar, peş peşe sıralanacak örnekler, benzerlikler, zıtlıklar, kıyaslamalar, açıklamalar, sayılar, istatistikler veya oranlar kullanmaksa okuyanı sıkar. Ayrıca buna dikkat etmek gerekir. Verilen bilgiler açık, net ve yeterli uzunlukta olmalıdır; bu, okuyucuyu sıkmayacak ve abartı hissi uyandırmayacaktır. Nasıl ki sarraflar altın değerleri hakkında gerekli bilgileri vermeleri yeterli olduğu hâlde abartılı açıklamalar yaparak pazarlamaya çalışınca müşteride şüphe uyandırırlarsa, abartılı yazılardaki bilgiler de kuşku ve sıkılma uyandırır.

Hayatı güzelleştiren en temel unsurlardan biri de estetiktir. Estetik, hayatı güzelleştirerek anlamlı kılar. Haz duygusunu harekete geçirir ve mutluluğu arttırır. Kişiyi düşünme zenginliğine ulaştırır. Yazı türleri tamamen kelimeler üzerine kurulu olduğundan, yazı türüne göre uygun kelimeleri doğru şekilde kullanmak, estetik yönü destekler. Burada yazarın kelime kültürü, bilgi dağarcığı, üslûbu ve yazma şekli ayırt edici özelliktir. Estetik yönü geliştirmek içinse edebiyat türleriyle, sanatın farklı yönleriyle, felsefeyle, görsel sanatlarla ilgilenmek gerekir.

“Estetik, ayrıntıda gizlidir” sözünü çoğu kişi duymuştur. “Yazıya estetik kazandıracağım” diyerek ayrıntıya dalmak, hattâ ayrıntının da ayrıntısına girmek ve ayrıca örneklerle doldurmak pek fayda sağlamaz. Yazıyı fazla ayrıntıya boğmak okuyucuyu sıkar ve sözün gücünü azaltır. Ayrıntıya girilecekse net, somut ve güncel örneklerle desteklemek, detayda boğulmayı önler.

İyi yazar olmanın olmazsa olmazlarından biri, kelime dağarcığı/söz zenginliğiyle birlikte iyi bir dil hâkimiyetinin olmasıdır. Dile hâkimiyeti olmayan, dil zenginliği bulunmayanların yazar olamayacağı, yazdıklarının pek kıymet-i harbiyesinin bulunmayacağı bilinmelidir. Yazarın veya yazar adaylarının dil hâkimiyetlerinin üst düzeyde olması ve sürekli öğrenmesi, kalıcılığının daha güçlü olmasını sağlar. Dile hâkim olabilmek ve kullanabilmek içinse dilin yaslandığı temel kalıplar çok iyi bilinmelidir. Kelimelerin, cümlelerin ve her türlü ifadenin farklı biçimde kullanım şekilleri vardır. İşini bilen biri için ister yazarken, ister konuşurken, karşısındaki kişi(ler)nin rûh hâllerini, iletişimin niyetine göre duygu durumlarını değiştirmek çok da zor değildir. Bunun için bilinçaltına hitap eden hipnotik dil kalıplarını öğrenmek ve kullanmak gerekir. “Her iletişim bir hipnozdur” der uzmanlar. Dikkatle seçilen kelimelerle kurulan ve karşımızdakilerin algılarına göre plânlayarak kullanılan cümlelerin etki gücü, tahminlerin de ötesinde olmaktadır.

Hipnotik dil kalıpları kullanılarak kurulan cümleleri beyin çoğu zaman sorgulayamaz ve verilmek istenen mesajı süzgeçten geçirmeden alarak bilinçaltı düzeyde harekete geçirir. Daha sonra biraz daha uzun paylaşacağım hipnotik dil kalıplarını öğrenerek kullanan yazarların eserleri incelenebilir. Uzun soluklu bir yazı olarak düşündüğüm bu konuyu ilerleyen aylarda işlemeye devam edeceğiz.