Yazmak dünyayı değiştirir mi?

Yazamamak, konu bulamamak diye bir durum yoktur. Yazarlar dönem dönem tıkanma, durgunluk yaşayabilirler. Böyle durumlarda okumaya yönelmek iyidir. Yazmak için illâ oturup ilham gelmesini beklememek gerekir. Emekle, çalışarak, okuyarak, pratik yaparak kendimizi geliştirebiliriz. Soyut-somut her olay, durum, varlık, eylem veya eylemsizlik, yazarın esin kaynağıdır.

Yazmanın sorumluluğu

YAZMANIN/yazarlığın insana yüklediği sorumluluğu tam olarak bilsek, yazabilir miyiz? Bu soruyu zaman zaman kendime sorarım. Cevaplaması hem kolay, hem de zor. Yazmaya başladığım ilk dönemlerde, her şeyi yazmak ister, cümlelerle oynayarak bir şekilde yazmanın yolunu bulmaya çalışırdım. Yıllar geçtikten sonra gördüm ki, yazıyor olmak veya kelimelerle oynamak, yazmak değilmiş.

Yazmak, akla gelen her türlü düşüncenin aktarılması değil, kültürün, sanatın, edebiyatın, estetik düşüncenin, bilgi ve tecrübenin mesaj veren her araçla aktarılması, sözlerle gönül defterine iz bırakmaktır. İnsana mahsus bir eylem olan okuma ve yazmayı bilmek dünyayı değiştirmez ama insanın kendisini bulmasını sağlar. Kendini bulan veya bulma arayışındaki insan, okuyarak ve düşüncelerini yazarak hayatın ve düşüncenin akışını değiştirebilir. İyi yazılan fikirler ise dünyanın akışını değiştirir.

Yazmak keyiflidir, aynı zamanda düşünceyi kayıt altına almaktır; bu yüzdendir ki yazmak, vicdan sahibi yazara ağır sorumluklar yükler. Yazarın etkisi ilk okuyanla sınırlı değildir. Yazılan bir yazının karşılık bulması, kartopu etkisi gibidir. Öyle ki okuyan, okuyacak olan, okuyarak etkilenen ve bu etkiyi yansıtan, yansıttığı kişilerin dünyasına ve o yansımanın başka dünyalara etkisine kadar ilerler.

Yazma sorumluluğu ağır bir yüktür aslında. Çok masum görülen, etkisi olmayacağı düşünülen, masum olarak değerlendiren bir söz dahi insan hayatının akışını değiştirebilmektedir. Bilerek ya da bilmeyerek insanların yaşamlarını olumsuz etkileyebilecek bir duruma düşmek, ciddî anlamda bir vebâl oluşturur. Yazmak, yazılan/söylenen her sözün sorumluluğunu almaktır. Yazmak, ağzına gelen her sözü fütursuzca kelimelere dökmek değildir. Bir konu hakkında saatlerce, gerekirse günlerce düşünerek yazmak gerekir. Araştırmadan, sormadan, sorgulamadan, kulaktan dolma bilgileri aktarmak değildir yazmak. Birilerine hoş görünmek, mâkâm mevki atlamak için basamak oluşturmak, birilerini dışlamak, kendi reklâmını yapmak değildir. Yazmak, ego tatmin etmek hiç değildir.

Bazısı, “Ben yazarım, içimden geldiğince söylerim/yazarım, karşıdaki nasıl anlarsa anlasın, bu benim için çok da önemli değil” dese de durum aslında hiç de öyle değildir. “Gerçek yazar” bunun bilincindedir ve sorumluluk sahibi olarak hareket eder, yazılarına özen gösterir. Şu bir gerçek ki, atılan her adımın, söylenen her sözün, yapılan her icraatın bir sorumluluğu ve kişiye yüklediği bir vebâl vardır. Hayatımızın her safhasından, her adımımızdan, her nefesimizden hesap gününde sorguya çekileceğimizin farkındayız. Bunu asla unutmamamız gerekiyor.

Yazmak için okuryazar olmak yeterli değildir. Her okuryazar, “yazar” değildir. Yazmak bilgi, tecrübe ve sorumluluk ister. Yazmak nasihat etmek, nutuk çekmek, toplumu/insanları yönlendirmek ya da olayları, düşünceleri manipüle etmek değildir. “Sınırsız özgürlük” söyleminin arkasına sığınarak, aklına geldiğince yazmak hiç değildir.

Farklıyı, doğruyu, vicdanî ve insanî olanı insanca aktarmak gerekir. Kelimelerle ince ince oynamak, lâfı gediğine hiç tereddüt etmeden bırakmak gerekir. Yazmanın görünenden çok, görünmeyen sorumluluğu daha fazladır. Elin kalem tutması, kelimelerle oynamak değildir. Bilgi ile dolu olmak, düşünceyi yazmak için üslûp, yürek ve cesaret gerektir.

Yazarlık notları

Yazarlık atölyelerinde yaptığımız dersler ve çalışmalar esnasında değindiğimiz hususları ve tuttuğumuz notları paylaşmaya devam ediyoruz…

Yazarken ve çalışma yaparken, zaman tuzaklarına ve hırsızlarına karşı dikkatli olmak gerekir. Bu tuzaklar kişiyi detaylarda boğar, çamura batmış canlı gibi kurtulmaya çalıştıkça batırır. “Estetik detayda gizlidir” sözü doğrudur, ama detaya girince onda boğulma ihtimâli de göz önünde bulundurmalıdır. Eksik, yetersiz, bilinmeyen, yabancı olunan konularda yazmak problemdir. Bir kap, dolmadan taşmaz. Dolmadan yazmak, dönüşü olmayan hatâlara düşürebilir. Yazıyı kimin, hangi amaçla okuduğunu bilemeyiz. Yazılanların, söylenenlerin mutlaka bir dayanağı ve sözlerin bir karşılığı olmalıdır. Eğer bilinçli yapılmıyorsa, verilen örnekler, yapılan açıklama ve kıyaslar tartışmaya mahâl bırakmamalıdır. Verilen bilginin, yapılan iddia ve tezin mutlaka karşılığı olmalı, hesap verilebilir olmalıdır.

Yazar dünü (yaşanmışları), bugünü (yaşananları), geleceği (yaşanacakları) kaleme alır. Her yazıda zaman ve mekân olgusu mutlaka vardır. Zaman, mekân ve yaşantı uyumuna dikkat edilmediğinde, mantıksal örgü tamamen yok olur. Zamanın değişkenliğini ifade eden yapısıyla dil, geçmişi, şimdiyi, geleceği, düşünceleri ve olayları tasnif eder. Bir metni okurken, dil yapısından, dilin kullanım biçiminden dört boyutu algılarız: Dilin kullanılan biçimi, yazarın dili kullanma kabiliyeti, bilinen dört boyutu çok daha fazla boyutlara kadar götürebiliriz.

Bilhassa edebî ve fikrî/düşünsel yazılar, okuyan kişiyi bilindik zaman ve mekân algısından kopartır; bununla insan, tahayyül ufkunun sınırlarını zorlamalıdır.

Özellikle romanların, hikâyelerin, senaryoların, gezi ve benzeri olayları anlatan yazıların zamandan ve mekândan ayrılması mümkün değildir. Zaman ve mekân algısının olmadığı bazı roman, hikâye ve fikir yazıları olduğu iddia edilse de, bu yazılar incelendiğinde zaman ve mekânın olduğu da görülecektir. Olayın veya düşüncenin geçtiği bir mekân mutlaka vardır; bir olay veya düşünsel bir eylem varsa, mekânın olmaması imkânsızdır. Burada bazen şu söyleniyor: “Düşüncenin bir mekânı yoktur…” Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: “Düşünce nerede oluşuyor?” Biz zaman ve mekân kavramını nerede algılıyor ve şekillendiriyoruz?

Denge her şeyin temelidir

Net ve emin olunmayan, savunulamayacak konularda yazmaktan kaçınmalıyız. Söylenen sözlerde, savunulan fikirlerde herhangi bir çelişki ortaya çıktığında, yazılan yüzlerce sayfa bir anda değerini yitirebilir. Bu yüzdendir ki, her zaman dikkatli ve titiz olmak, buna göre yazmak gerekir. Belli bir tecrübe ve ustalık düzeyini yakalamadan iddialı cümlelerden kaçınmak gerekir. “İddia sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir” diye bir söz vardır. Savunulamayacak, ispat edilemeyecek sözler sarf etmemeye özen göstermek gerekir.

Her işte olduğu gibi, temel ve denge, yazıda da oldukça önemlidir. Yazıdaki yazı bütünlüğü bozulmamalıdır. Yazma derslerinde ve yazmayla ilgili notlarımızda ısrarla vurguladığımız bir hususa bir daha değinmek durumundayım: Sürekli gözlem yapın, değerlendirmelerde bulunun, kıyaslamalar yapın ve gözlemlerinizi, değerlendirmelerinizi, yorumlarınızı sistematik olarak gözden geçirerek aksatmadan yazın. Yazmak, kişiyi iç dünyasında özgürleştirir. Yazdıkça kişi rahatlar. Bu yönü ile yazının insanı rehabilite eden bir yanı vardır. Ama şu gerçeği de unutmamak gerekir: Yazmak, kısa süreli içsel özgürlük ve rahatlama sağlasa da, uzun vadede sorumluluk yükler.

Önyargı ve duygusallığın etkisi altında kalmak zarar verebilir. Bu yaklaşımlar ayak bağı olur. Çünkü önyargılar, duyguların etkisinde kalarak yapılan eylemler, ilerlemenin önündeki en büyük engellerdir. “Oldum! Ben biliyorum, artık öğrenmeye ihtiyacım yok” dediğiniz an, bittiğinizin resmidir. Eleştiri, sorgulama, inceleme ve değerlendirme, düşüncenin, hattâ bilimsel düşünmenin temelini oluşturur. Ama bu eleştiri yıkan, parçalayan bir üslûpla olmamalıdır. Eleştirirken dengeyi göz önünde bulundurmalıyız.

Eleştirel düşünce, fikir ve öneri zenginliğinin kaynağıdır. Düşünce ufkunun açılması, değişim ve gelişime uyum, eleştirel yaklaşım, bu eleştirilere sunulan alternatif yöntemlerle sağlanır. Bir konu hakkında eleştiri yapılacaksa önce araştırma-inceleme, sonra eleştiri yapılmalı. Araştırmadan yapılan eleştiriler kişiyi hüsrana uğratabilir. Birini eleştirecekseniz, kişiliğini değil, tutum, davranış, tavır ve hareketlerini eleştirmelisiniz. Kişiye, kişiliğine, değerlerine hakaret, saldırı, yıkıcı eleştiri çok faydalı olmadığı gibi, kin ve nefreti çoğaltır.

Yazamamak, konu bulamamak diye bir durum yoktur. Yazarlar dönem dönem tıkanma, durgunluk yaşayabilirler. Böyle durumlarda okumaya yönelmek iyidir. Yazmak için illâ oturup ilham gelmesini beklememek gerekir. Emekle, çalışarak, okuyarak, pratik yaparak kendimizi geliştirebiliriz. Soyut-somut her olay, durum, varlık, eylem veya eylemsizlik, yazarın esin kaynağıdır.