
Yazmanın
sorumluluğu
YAZMANIN/yazarlığın insana
yüklediği sorumluluğu tam olarak bilsek, yazabilir miyiz? Bu soruyu zaman zaman
kendime sorarım. Cevaplaması hem kolay, hem de zor. Yazmaya başladığım ilk dönemlerde,
her şeyi yazmak ister, cümlelerle oynayarak bir şekilde yazmanın yolunu bulmaya
çalışırdım. Yıllar geçtikten sonra gördüm ki, yazıyor olmak veya kelimelerle
oynamak, yazmak değilmiş.
Yazmak,
akla gelen her türlü düşüncenin aktarılması değil, kültürün, sanatın, edebiyatın,
estetik düşüncenin, bilgi ve tecrübenin mesaj veren her araçla aktarılması, sözlerle
gönül defterine iz bırakmaktır. İnsana mahsus bir eylem olan okuma ve yazmayı
bilmek dünyayı değiştirmez ama insanın kendisini bulmasını sağlar. Kendini
bulan veya bulma arayışındaki insan, okuyarak ve düşüncelerini yazarak hayatın
ve düşüncenin akışını değiştirebilir. İyi yazılan fikirler ise dünyanın akışını
değiştirir.
Yazmak
keyiflidir, aynı zamanda düşünceyi kayıt altına almaktır; bu yüzdendir ki
yazmak, vicdan sahibi yazara ağır sorumluklar yükler. Yazarın etkisi ilk
okuyanla sınırlı değildir. Yazılan bir yazının karşılık bulması, kartopu etkisi
gibidir. Öyle ki okuyan, okuyacak olan, okuyarak etkilenen ve bu etkiyi
yansıtan, yansıttığı kişilerin dünyasına ve o yansımanın başka dünyalara
etkisine kadar ilerler.
Yazma
sorumluluğu ağır bir yüktür aslında. Çok masum görülen, etkisi olmayacağı
düşünülen, masum olarak değerlendiren bir söz dahi insan hayatının akışını
değiştirebilmektedir. Bilerek ya da bilmeyerek insanların yaşamlarını olumsuz
etkileyebilecek bir duruma düşmek, ciddî anlamda bir vebâl oluşturur. Yazmak,
yazılan/söylenen her sözün sorumluluğunu almaktır. Yazmak, ağzına gelen her
sözü fütursuzca kelimelere dökmek değildir. Bir konu hakkında saatlerce,
gerekirse günlerce düşünerek yazmak gerekir. Araştırmadan, sormadan,
sorgulamadan, kulaktan dolma bilgileri aktarmak değildir yazmak. Birilerine hoş
görünmek, mâkâm mevki atlamak için basamak oluşturmak, birilerini dışlamak,
kendi reklâmını yapmak değildir. Yazmak, ego tatmin etmek hiç değildir.
Bazısı,
“Ben yazarım, içimden geldiğince söylerim/yazarım, karşıdaki nasıl anlarsa
anlasın, bu benim için çok da önemli değil” dese de durum aslında hiç de
öyle değildir. “Gerçek yazar” bunun bilincindedir ve sorumluluk sahibi
olarak hareket eder, yazılarına özen gösterir. Şu bir gerçek ki, atılan her
adımın, söylenen her sözün, yapılan her icraatın bir sorumluluğu ve kişiye
yüklediği bir vebâl vardır. Hayatımızın her safhasından, her adımımızdan, her
nefesimizden hesap gününde sorguya çekileceğimizin farkındayız. Bunu asla
unutmamamız gerekiyor.
Yazmak
için okuryazar olmak yeterli değildir. Her okuryazar, “yazar” değildir. Yazmak
bilgi, tecrübe ve sorumluluk ister. Yazmak nasihat etmek, nutuk çekmek, toplumu/insanları
yönlendirmek ya da olayları, düşünceleri manipüle etmek değildir. “Sınırsız
özgürlük” söyleminin arkasına sığınarak, aklına geldiğince yazmak hiç değildir.
Farklıyı,
doğruyu, vicdanî ve insanî olanı insanca aktarmak gerekir. Kelimelerle ince
ince oynamak, lâfı gediğine hiç tereddüt etmeden bırakmak gerekir. Yazmanın
görünenden çok, görünmeyen sorumluluğu daha fazladır. Elin kalem tutması,
kelimelerle oynamak değildir. Bilgi ile dolu olmak, düşünceyi yazmak için üslûp,
yürek ve cesaret gerektir.
Yazarlık notları
Yazarlık
atölyelerinde yaptığımız dersler ve çalışmalar esnasında değindiğimiz hususları
ve tuttuğumuz notları paylaşmaya devam ediyoruz…
Yazarken
ve çalışma yaparken, zaman tuzaklarına ve hırsızlarına karşı dikkatli olmak gerekir.
Bu tuzaklar kişiyi detaylarda boğar, çamura batmış canlı gibi kurtulmaya çalıştıkça
batırır. “Estetik detayda gizlidir” sözü doğrudur, ama detaya girince onda
boğulma ihtimâli de göz önünde bulundurmalıdır. Eksik, yetersiz, bilinmeyen,
yabancı olunan konularda yazmak problemdir. Bir kap, dolmadan taşmaz. Dolmadan
yazmak, dönüşü olmayan hatâlara düşürebilir. Yazıyı kimin, hangi amaçla
okuduğunu bilemeyiz. Yazılanların, söylenenlerin mutlaka bir dayanağı ve sözlerin
bir karşılığı olmalıdır. Eğer bilinçli yapılmıyorsa, verilen örnekler, yapılan
açıklama ve kıyaslar tartışmaya mahâl bırakmamalıdır. Verilen bilginin, yapılan
iddia ve tezin mutlaka karşılığı olmalı, hesap verilebilir olmalıdır.
Yazar dünü (yaşanmışları),
bugünü (yaşananları), geleceği (yaşanacakları) kaleme alır. Her yazıda zaman
ve mekân olgusu mutlaka vardır. Zaman, mekân ve yaşantı uyumuna dikkat
edilmediğinde, mantıksal örgü tamamen yok olur. Zamanın değişkenliğini ifade
eden yapısıyla dil, geçmişi, şimdiyi, geleceği, düşünceleri ve olayları tasnif
eder. Bir metni okurken, dil yapısından, dilin kullanım biçiminden dört boyutu
algılarız: Dilin kullanılan biçimi, yazarın dili kullanma kabiliyeti, bilinen dört
boyutu çok daha fazla boyutlara kadar götürebiliriz.
Bilhassa
edebî ve fikrî/düşünsel yazılar, okuyan kişiyi bilindik zaman ve mekân algısından
kopartır; bununla insan, tahayyül ufkunun sınırlarını zorlamalıdır.
Özellikle
romanların, hikâyelerin, senaryoların, gezi ve benzeri olayları anlatan
yazıların zamandan ve mekândan ayrılması mümkün değildir. Zaman ve mekân
algısının olmadığı bazı roman, hikâye ve fikir yazıları olduğu iddia edilse de,
bu yazılar incelendiğinde zaman ve mekânın olduğu da görülecektir. Olayın veya
düşüncenin geçtiği bir mekân mutlaka vardır; bir olay veya düşünsel bir eylem
varsa, mekânın olmaması imkânsızdır. Burada bazen şu söyleniyor: “Düşüncenin
bir mekânı yoktur…” Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: “Düşünce nerede
oluşuyor?” Biz zaman ve mekân kavramını nerede algılıyor ve şekillendiriyoruz?
Denge
her şeyin temelidir
Net
ve emin olunmayan, savunulamayacak konularda yazmaktan kaçınmalıyız. Söylenen
sözlerde, savunulan fikirlerde herhangi bir çelişki ortaya çıktığında, yazılan
yüzlerce sayfa bir anda değerini yitirebilir. Bu yüzdendir ki, her zaman
dikkatli ve titiz olmak, buna göre yazmak gerekir. Belli bir tecrübe ve ustalık
düzeyini yakalamadan iddialı cümlelerden kaçınmak gerekir. “İddia sahibi, iddiasını
ispatla mükelleftir” diye bir söz vardır. Savunulamayacak, ispat edilemeyecek
sözler sarf etmemeye özen göstermek gerekir.
Her
işte olduğu gibi, temel ve denge, yazıda da oldukça önemlidir. Yazıdaki yazı
bütünlüğü bozulmamalıdır. Yazma derslerinde ve yazmayla ilgili notlarımızda
ısrarla vurguladığımız bir hususa bir daha değinmek durumundayım: Sürekli
gözlem yapın, değerlendirmelerde bulunun, kıyaslamalar yapın ve gözlemlerinizi,
değerlendirmelerinizi, yorumlarınızı sistematik olarak gözden geçirerek
aksatmadan yazın. Yazmak,
kişiyi iç dünyasında özgürleştirir. Yazdıkça kişi rahatlar. Bu yönü ile yazının
insanı rehabilite eden bir yanı vardır. Ama şu gerçeği de unutmamak gerekir:
Yazmak, kısa süreli içsel özgürlük ve rahatlama sağlasa da, uzun vadede
sorumluluk yükler.
Önyargı
ve duygusallığın etkisi altında kalmak zarar verebilir. Bu yaklaşımlar ayak
bağı olur. Çünkü önyargılar, duyguların etkisinde kalarak yapılan eylemler,
ilerlemenin önündeki en büyük engellerdir. “Oldum! Ben biliyorum, artık öğrenmeye ihtiyacım yok” dediğiniz
an, bittiğinizin resmidir. Eleştiri, sorgulama, inceleme ve değerlendirme, düşüncenin,
hattâ bilimsel düşünmenin temelini oluşturur. Ama bu eleştiri yıkan, parçalayan
bir üslûpla olmamalıdır. Eleştirirken dengeyi göz önünde bulundurmalıyız.
Eleştirel
düşünce, fikir ve öneri zenginliğinin kaynağıdır. Düşünce ufkunun açılması,
değişim ve gelişime uyum, eleştirel yaklaşım, bu eleştirilere sunulan
alternatif yöntemlerle sağlanır. Bir konu hakkında eleştiri yapılacaksa önce
araştırma-inceleme, sonra eleştiri yapılmalı. Araştırmadan yapılan eleştiriler
kişiyi hüsrana uğratabilir. Birini eleştirecekseniz, kişiliğini değil, tutum,
davranış, tavır ve hareketlerini eleştirmelisiniz. Kişiye, kişiliğine,
değerlerine hakaret, saldırı, yıkıcı eleştiri çok faydalı olmadığı gibi, kin ve
nefreti çoğaltır.
Yazamamak,
konu bulamamak diye bir durum yoktur. Yazarlar dönem dönem tıkanma, durgunluk yaşayabilirler.
Böyle durumlarda okumaya yönelmek iyidir. Yazmak için illâ oturup ilham gelmesini beklememek
gerekir. Emekle, çalışarak, okuyarak, pratik yaparak kendimizi
geliştirebiliriz. Soyut-somut her olay, durum, varlık, eylem veya eylemsizlik,
yazarın esin kaynağıdır.