YAZI üzerine kaç defa
yazdım, bilmiyorum; ama yazmaya devam edeceğim. Her yeni düşünce yolculuğunda
yeni şeyler fark etmek umuduyla yol alıyorum. Yazmak ise görmek bir anlamda
benim için. Düşünceler, bulutlar gibi bir varlar, bir yoklar. Yazarak
bulutlarda gördüğüm şekilleri kâğıtlara çivilemiş oluyorum. Hem kendime, hem
paylaşacağım okuyucuya iz bırakıyorum. Bu nedendendir ki bir konu, farklı görüş
açıları yakalanmış olması adına yeniden defalarca yazılabilmeli.
Siz
hiç bu kadar güzel bir kitap okudunuz mu? Ellerinizde kalem ya da parmaklarınız
klavye üzerinde geziniyor ve düşen her kelimeyi önce siz okuyorsunuz. Canlı
yayın ile kendi kitabınızı okuyorsunuz. İçinizi, dışınızı, bildiklerinizi,
bilmediklerinizi, bakış açınızı, neyi istiyorsanız kendinizle ilgili yazmaya ve
okumaya başlıyorsunuz.
Size
en azından çevremde pek talep almamış bir şeyi pazarlamak niyetindeyim bir
yandan da. Yazmak ile ilgili heyecanımı… Bunu düşünmenizi istiyorum. Şu an
büyük bir yazar değilim. Yazmaktan büyük bir heyecan duyan biriyim. Kelimelerin
cümleler hâlinde sıralanışını, ben yazdıkça arkası asla kesilmeyecek bir
kelimeler kervanını izlemek olağanüstü benim için.
İçeriği
çok zengin ve çok kaliteli olmayabilir bir yazının. İlginç! Aslında böyle
yaparak bir anlamda sonsuzluğa burun kıvırdınız bence. Size öyle bir imkân
sunuyorum ki sonsuzluğu hissedebilesiniz. Yazmaya başlıyorsunuz ve bir daha
durmuyorsunuz.
Düşündüğünüzde
elinizde, bilincinizde ne kadar da sınırlı kelime var, değil mi? Tıpkı sayılar
gibi… Rakamların çeşitliliği çok daha az değil mi kelimelere göre? Öyleyse bir
bakın şu Pi sayısının rakamlar ile uzandığı sonsuzluğa. Peki, ya kelimeleriniz ve
onlarla kuracağınız kelime kombinasyonu? Aman Allah’ım!
Hâlâ
mı hissedemediniz yoksa? O hâlde yolculuğa devam…
Düzenli
bir devamlılığı olan, yazdıkça güzelleşen, kalitesi ve kişinin kendisi ile
birlikte topluma da katkısı artarak devam eden bir yazı alışkanlığı elbet kolay
olmasa gerek. Örneğin iyi bir okuma alışkanlığı olmalı kişinin ya da sanatsal
faaliyetler içinde olmalı. Hayâl gücü çok renkli veya akademik hayatı, belki iş
yaşamı tecrübeler ile dolu mu olmalı sizce?
Şimdi
bazı arkadaşlarım şöyle diyorlar, onları duyar gibiyim; bende bunların hiçbiri
mevcut değil. Kitap okuma isteği, yazma isteği yok. Öyle özel bir yeteneğim
yok. Önemli biri değilim. İyi okuyamadım ve orta düzey bir işyerinde sıradan
bir çalışanım. Yaşadığım şeyler sıradan. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Ve
bana, “Bende mi yazmalıyım, ne yazabilirim, neden yazmalıyım?” diyorsun. “Bahsettiğin
bu heyecandan, bana getireceği şeylerden biraz daha bahseder misin?” diyorsun.
Elbette! Buradaki en güzel amaç sensin zaten.
Bir
sahil kenarındasınız, mevsimlerden bahar. Dokunuşlardan tatlı ılık bir rüzgâr...
Bir tarafınız yeşil, bir tarafınız mavi… Yürüyorsunuz tatlı tatlı. Kumlar ılık
ve narin… Âdeta ayaklarınızı öpüyor. Yüzünüzü seven rüzgâr, kollarınızı iki yana
açtırıp özgürlüğünüzü kutlatıyor. Orada biraz dalga sesi, ama çokça huzur ile
kendinizden geçiyor ve zamana aldırış etmeden kaybolmak istiyorsunuz.
O
anlar bir şekilde bitiyor. Büyük şehrin büyük gürültüsü karşılıyor sizi.
Aslında dört kelime size yetip de artıyordu. Deniz, orman, kum ve gökyüzü…
Şimdi ne olacak bu trafik, iş hayatı, ev işleri? Savaşlar, sapıklar, açlıklar,
edepsizlikler ne olacak? Ne olacak iyilerin bütün çabasına rağmen kötülüklerin
her gün bin bir çeşidinin meydana korkusuzca inişi şimdi bütün bu yaşam
hengâmesi içinde?
Yazmak
mı? Ne yapacaksınız ki yazıp da? Ne yazacaksınız, nasıl yazacaksınız ve ne
işinize yarayacak Allah aşkına?!
Büyük
yazarlara ait “yazmak” hakkında büyük sözleri biliyorsanız, onları da bir yere
bırakın…
Güneşin
arkanızda bıraktığı gölgeye bir bakın. Sonbaharda ağaçların dallarından düşen
rengârenk yaprakları izleyin. Dışarı fırladığı gibi koşmaya, âdeta mesafeleri
uçarak aşmaya çalışan küçük çocukları izleyin. Düşüncelerinizi, gözlerinizi
kendi üzerinizde ve geride bıraktığınız yaşam hikâyesinde dolaştırın. Haberleri
bu sefer biraz farklı değişik bir hisle takip edin.
Gerçekten,
ne oluyor etrafınızda? Nedir bu çocuklarla büyüklerin yaptıkları? Doğa nasıl
bir hareket içinde? Gerçekten gün boyu ne konuştuğunuzun farkında mısınız?
Güneşin,
ağaçların, çocukların, sevginin, savaşın, huzurun, vahşetin, ihanetin,
şehitliğin ardında hep bir iz kalıyor. Bu izlerin bize vermek istediği mesajlar
merakınızı çeker miydi?
Bir
adım öteye geçelim. Ben ya da sen yaşarken, geride nasıl bir iz bırakıyoruz? Yüce
Yaratıcı, sonra bütün bir kâinat, şu ağaçlar, serçeler, etrafımızdaki şu
çocuklar, sahi, bizim yaşam yürüyüşümüzü nasıl okuyorlar?
İstersen
ağzından hiç söz çıkmamış olsun. Hiç hareket etmemiş ol. “Beni kimse görmedi” de.
Sen varsın. Var edilen sonsuzluğun önemli bir parçasısın. Var Eden öyle yüce
öyle bir ilim sahibi ki, bir zerreyi, bir kelimeyi, bir parçayı var etmişse,
büyük bir nedeni büyük bir önemi vardır. Sen varsan, hem Allah’ın sana söylemek
istedikleri vardır, hem Allah ve yarattığı bütün varlığın senden bir beklediği
vardır.
Tam
bu noktada yazar, şair, doktor, mühendis, işçi, ev hanımı, öğrenci türünden ne
olmuşuz, ne olmamışız, hiçbir önemi yok! İnsan mıyız? Bitti!
Sağa
sola gidip bir şeyler konuşmayı bırakalım bir seferliğine, öylece düşüncelere
dalıp, akşama kafadan geçen binlerce düşünceden geçip gitmeyi bir seferliğine
bırakalım. “Defterin ya da bilgisayarın karşısına geçip bir şeyler de yazalım”
demiyorum, dikkatle…
Konuşalım!
Kendimizle
yaşadığımız üzüntüler, mutluluklar, acılar ile… Anne ne demek bizim için? Baba,
ağaçlar için ne düşünüyoruz? Hani şu bütün bir ömrünü bize hizmete adamış
ağaçlar hakkında… Bebeklere bakınca, koşturup duran çocuklara bakınca ne
hissediyorsunuz? Bütün bir ömrünüz boyunca hiçbir karşılık beklemeden atan
fedakârlığına ne diyorsunuz kalbinizin?
Gerçekten,
söyleyebileceğimiz şeyler olmalı olacak onca yağan yağmur ve kar için? Bu kadar
yağış sadece yaşama, sadece toprağa düşmemeli. Benim için bir anlamı olmalı.
Benim
için bir anlamı olmalı yavaş yavaş toprağı uzaklara iteleyen, parklara, çitli
bahçelere, ücretli mesire alanlarına hapseden anlayışların. Ayağımı elimi
topraktan meneden asfalt yolların bir söylediği olmalı.
Söyleyecek
sözü olmalı bunca doğumun, bunca ölümün. Estetikten, renkten uzak bu kalabalık
apartman ahalisinin verdiği mesaj nedir sizce? Kafamızdan akıp giden düşünce
nehrinin, biraz sonra birbiri ardına ağzımızdan çıkacak ve nasıl cümleler
oluşturacaklarından habersiz oluşumuzun bir mesajı var mıdır bize? Kalbi
kötülük için atanlar ile iyilik için atanların yan yana olduğu bir yaşamın bir
mesajı olmalı.
Görmenin,
duymanın, sırları sonsuzluğa kapı açmış beynin, kalbin, uzak uzak galaksilerin
bir dili olmalı.
Bir
dili olmalı bütün bu yaşananların, yaşanamayanların. Çok tanıdık
bildiklerimizin, bilemeyeceklerimizin… Bir dili olmalı ve anlatmalı.
İşte
o dil, senin klavyeye dokunan parmağın; o dil, senin deftere iz bırakan
kalemin! Hiçbir bahane, hiçbir kaçış yolu barındırmaz bu hakikat. Bu nadide, bu
özel sorumluluk, bu harika mucize sadece belli bir yazar, düşünür kesimine
bırakılamayacak bir olgu.
İçimizde
ve dışımızda olup bitenin önce bizimle konuşmaya çalıştığını anlamamız gerek.
Bizimle iletişime geçen yaşamın bizim aracılığımızla yaşama mesajı sadece ama
sadece bizim imzamızı taşıyacağını unutmamalıyız. Onlar, bizim geride
bıraktığımız ayak izlerimiz olacak. Önce biz okuyacağız, sonra başkaları. Her
kalemden farklı düşer kelimeler. Yaşam bunun üzerine… Kar tanelerini izleyin,
anlarsınız!
Çok
kolay yapacağınız şey: Bir başlık, yani bir tohum alın elinize ve ekin
defterinize! Bu işinize biraz önem vererek, onu hissederek, o tohumu zihninizde
canlı tutun, kendinizle baş başa kalın ve içinize düşenleri not edin!
Yazdıkça
anlayacağız ki, her şey bizimle konuşmaya ne kadar muhtaç ve biz, yazdıkça her
şeyle nasıl bir bütünlük içindeyiz. Zaten yazdıkça bir başka âleme geçeceğiz.
Yazdıkça okumanın önemini anlayacağız. Yazdıkça, arkamızda bıraktığımız izlere
daha net bakabileceğiz. Ne yaşadığımızı bileceğiz. Gerçekten nasıl
düşündüğümüzü görebileceğiz.
Allah
aşkına, bana bir bakın! Bir kırk sene geçirdim ben bu dünyada; geriye doğru
baktığımda, elimde birkaç resim, birkaç video ve puslu anılardan başka ne var?!
Yazmak,
işte o var ya, çok ama çok uzun zaman önce keşfedilmiş ya da ortaya çıkmış,
hayat bulmuş en ileri teknolojik kayıt cihazı, bütün zamanların fotoğraf
makinesi!
Gelin,
yaşamımızı defterlerimize düşelim! Gelin, sayısız oluşun dili olalım!