
MAŞERÎ zayiatımızı, ferdî düşüşlerimizi, müstakbel soluk alışverişlerimizdeki nitelik firesini hesap etmeye yeltensek, ümit kırıcı, düş vurucu bu pozisyonumuz, fikirlerde düşman silahının kıyıcı taarruzunu hissettirirdi. Çünkü tüm bu yaz üşüten kayıplar, hayatın cüzlerini iflasa sürükledi.
Evet, sanırım iflas etmiş bir zaman geçişinin cebi cepkeni delik mealleriyiz. Bu, yeis dolu bir travmadan dökülen eklenti serzenişler değil, çürümüş cihetlerimizi iyileştirme hedefine hizmet eden bir tedavi kürü mahiyetindedir. Sözcükleri lügat tarifinin dışında/ üstünde kabul edebilenler için cümlelerin donanımı, iyileşmeye, kaybedilen değerleri kömürden elmas çıkaran maharetle geri kazanmaya davetkâr.
İlk kayıptan başlayalım o hâlde…
Biz, birliği kaybettik… Aynı inanca sahip ve aynı cennete talip ruhlar olarak biz, birlik içinde aksiyon almamızı engelleyen çıkmaz sokaklara sürüklendik. O çıkmaz sokaklarda can havliyle binalara, çeperlere, rüzgâra ve önümüzde yükselen yığma engellere açtığımız savaşta, birliği kaim kılan hissedişleri katlettik. Bu cansiperane kavgamız ve ben hizmetkârı eylemlerimiz, bir başkasıyla kurabileceğimiz taburları mümkünsüz bıraktı. Hepsi birer hissediş, her biri zihin meşguliyeti kavramlardı; o kavramlardan biz’e doğrultulmuş silahlar icat ettik. Çıkmaz sokakların yoksulluğunda, çıkış yolunu bir başkasının üzerine basıp geçmekte aradık. Ne ana caddelerin refahına erişebildik ne de hudutlarla bölünmüş daraç mekânlarda el ele verişin kıymetini koruyabildik… Biz bütün kavramlardan tuzaklar, mayınlar ve hırs yapımı bombalar türettik. Birliği pasajlara ayıran, bütün fasiküllerden bizi okyanuslara ulaştıracağı hayâliyle kâğıttan gemiler yapan biziz. Ve biz, okyanuslara değil, yapay göletlere bile ulaşacak bir gidiş tesis edemedik. Haset, hırs, kibir ve kinle pas tuttu idraklerimiz. Ben tutkusunu körüklemeyen hiçbir dokunuşu meşru göremez olduk. Bize ait olmayan meziyetlerimiz, bizden kaynak almayan varlığımızı kutsamamızdan başka hiçbir fayda vermedi… Ki bu kutsayış, pozitif anlam sızıntılarından birikinti bir irin meydana getirdi. El bizim değildi ama el ile övündük, dil bizim değildi ama lisana düşen kabahatleri elimine ettik, onu yekpare bir letafette ödüllendirdik. Yol da bizim değildi ama sahiplendik, kardeşçe ayak izlerini dahi yan yolların ıssızlığına terk ettik. Evler ve evleri bina eden kudret de bizim değildi, göğsümüzde atan kalp de, akledişi harekete geçiren beyin ve hücreler de, bilim ve sanatın ilhamına tutunan ruhlar da bizim değildi; hepsini ferdî bir alan açmada enstrüman olarak kullanıma sunduk.
Şimdi biz neredeyiz, ne için’iz, ne zaman’ız ve ne’yiz?! Cevapları bile ilkel benliğin talimatları üzere kaleme döktük. Bir olmak için her şeyden evvel bir’leşmek icap eder. Birleşebilmeyi kesintiye uğratan barikatları yıkmak gerek. Hasetten taşlar, hırstan tuğlalar, kibirden höyükler, kinden balçıklar yığdık aramıza. Takdir etmek, şükran duymak, anlamak ve dinlemek ardiyelere bırakılmış tozlu sandıklarda unutuldu.
Biz, bizi kaybettiğimizden beri kâinatta varlığımızın yankısı da duyulmaz oldu. Milyarlarca ben olduk, bir tane biz’in tesirine milyarda bir oranda bile temas edemedik. Gücümüzü, iktidarımızı, değerlerimizi de bu benlik sevdasında yitirdik.
Bizi kaybeden neyi bulabilirdi ki?
Bu hudutsuz hürriyetler, biçimsiz aşklar, korkusuz haramlar, hesapsız tüketişler, ferdi kutsayan masallar, köksüz milletler, tarihsiz medeniyetler, faydasız ve varışsız koşturmacalar ÇAĞI’nın mihrakında biz, direnişi de kaybettik.
Kesme taşlar yontup da emekten harçlarla birbirine tutturduğumuz direnişten kalelerimiz yıkıldı. Artık hantal ve anif parçalardan yapay direnişler tasarlayan ataletimizle hiçbir ulvî şahikaya uzanmamız mümkün görünmüyor. Özlü bir direnişle yudumladığımız çağlarda helalinden bir lokma ekmeğin kıymetine ömür verilirdi. Şimdilerde kâra geçebilmede bütün haramlara el uzatılıyor, kazancın ve faydanın arzusunda haram-helal eleği kullanılmıyor. Hak yemeden, helalinden yaşamaya direnen ruhlarımız kalesiz, şehirsiz, korumasız bir meydanda her türlü saldırıya açık bir vaziyette bırakılmış görünüyor. Hem ibadette ve bir başkasına fayda vermede sebat edecek direnişçi ruhumuzu da kaybettik. Şimdilerde duaya açılan ellerin bile mecali yok. Ki nerede kardeşi için Rabbine yakaran direnişçi diller? Bir bayrak altında vatan ve toprak için zorluğa ve müşküle direnecek emanetimizi de kaybettik. O emanet ki, kendi refah ve bolluk düzeyinden evvel vatanın bekasına ömür verdiren bir ruhtu. Öyle bir direnirdi ki bütün yokluklara, hiçbir varlık boy ölçüşemezdi.
Aile olmanın ve aile kalmanın direnişini de zayi ettik el birliğiyle… Ne zora gelebiliyor, ne emek vermeye kalbimizi ikna edebiliyoruz. Yol ayrımlarını kan ter içinde aynı menzile bağlayan direnişçi ailelerin yerine, bütün sapaklara müfret bir hissedişle adım atan özgürlükçü(!) ve tekil varlıklar olarak yaşamaya meyilliyiz. Sevgi inşâ eden yürekler pas tuttu, vefayı mahfazalara alan eller maharetini yitirdi, güven duygusunu kalplere işleyecek emektar ruhlar yeni düzende pahadan düştü. Şimdi dürüstlüğün ter döktüren yorgunluğuna rağbet yok. Kolayına gelen ve çıkarına denk düşen yalanlarla örüldü kalpler. Bir yuvayı temelden çatıya bina edecek fedakâr kadınlar ve erkekler dünya sahnesinden itildi, hazıra konmaların kuş uçuşu rahatlığında geziniyor günümüz âşıkları.
Sahi biz, her şeye emek veren direnişçi bir karakterden, hazır paket duyguları satın alıp üç güne tüketen bir emeksizliğe transfer olduk.
İstikameti de yitirdik zamanla…
Yer, ayaklarımız altında ne zaman hafifçe sallansa, korunaklı zindanlara kaçtık. Sabit ve sabit durmanın gayretini, süslü konaklarda yan gelip yatmaya değiştik. Hak yolun ve inanç dâvâsının bedellerini ödeyecek cömertliği, çağın kâr-kazanç vadeden kırılganlığında yakıp yıktık.
Her şeyle beraber anlamdan düştük, tanımsızlaştık. Müslüman ve âdem kimliğini hak edecek hiçbir eylemde ön saflarda yer almadık. Hep arka sıraların lakayıtlığında zaman tükettik. Yol açıp da zorlukları bertaraf eden mümin cesametini, biri yol açsa da adım atmaya tenezzül etmeyecek bir değere düşürdük.
Müslüman, yol açan, köprü kuran, medeniyet inşâ eden, ülkü uğrunda yaşayıp şehadet aşkıyla ölendi oysa. Birliğe, kardeşliğe, alın teriyle helalinden ömür sürmeye çok şeyler feda eden bir şerefte yaşayıp giderken; benliğe, bireyselliğe, hazıra konmaya ve bu uğurda Hak hududunu aşıp kâr elde etmeye müptela bir akılsızlığa duçar olduk.
Bütün marazlarımız ve düşüşlerimiz sayfalar dolduracak kadar hacimli. Ama tedavimiz de bir o kadar kolay. İlâhî çağrıya kulak vermek…
Zira Yaradan’ın müminlere emrettiği şekilde bir olmak, hasetten ve kinden ibadetle arınmak, helalinden bir lokmayı dünyanın hazinesine değişmeden, bir başkasına faydayı kendi çıkarımız uğrunda değersizleştirmeden ve değerlerimizi muhafaza edebilmek için maldan ve candan geçecek kadar benlikten izole olduğumuzda; medeniyetimizi yeniden mukavim bir bedene kavuşturacak, tarih ve köklerimizle bağlantılar kuracak ve dıştan gelen hiçbir taarruzda yıkılmayacak bir kudrete erişeceğiz.