Yatay zekâ

Babamın tam da şu an ağzını çok kötü bozmak istediğini tahmin edebiliyordum. Ama sabretti. Sadece, “Lan oğlum, beş senedir oynadığın oyunu geçen ay 500 liraya sattın diye sanal ticaretin pîri olduğunu mu sanıyorsun?” diyerek ekranda yazan haberi abimin gözüne sokarcasına uzattı cep telefonunu: “Metaverse evreninde sanal arsalar bostan oldu.”

ABİMDEKİ ışığı ilk annem fark etmiş olmalı. Ve bu fark ediş, muhtemelen onun her zamanki gibi yattığı yerden ürettiği ve annemin çok hoşuna giden yapay zekâlı projelerinden biri sonrası olmalıydı.

“Hasan” dedi babama bir gün, “Bu çocuğu üstün zekâlılar okuluna gönderelim. Yoksa buralarda zayi olacak”. Abimin zekâsı konusunda tereddütleri olan babamın cevabı ise ironikti: “Huriye, Türkiye’de bunun kadar üstün zekâlıları okutacak ne okul var, ne de öğretmen.”

Ama annem, abim Mete’nin yattığı yerden öncelikle kendi hayatını kurtaracağını, tabiî bize de ufak tefek faydaları olacağını düşündüğümüz projelerini sıraladıkça heyecana kapılarak bu üstün zekâlı okul ısrarını uzun bir müddet sürdürdü.

Bir bayram öncesiydi, yattığı yerden salon perdelerini takmakta zorlanan anneme doğru seslendi abim: “Seni bu işten kurtaracağım anne! Bu defa kararlıyım, perde takan ev tipi dron yapacağım. Hem seni, hem de bütün ev kadınlarını bu eziyetten kurtaracağım. Hem bu alet sadece perde takmakla kalmayacak, mutfakta başka işler de yapabilecek. Meselâ masa hazırlayabilecek. Tabak, kaşık, çatal taşıyabilecek. Hemen bu akşam projeyi çalışmaya başlıyorum.”

***

Oğlunun zekâsına hayran olan anne ve annesini sevindiren oğul görüntüsü salonu neşelendirirken, benim de kulağımın dibinde yüzlerce arı birden vızıldamaya başladı. Korkunç bir durumdu. Kulağımı kapatıp abime seslendim: “Sessiz olabiliyor mu bu dronlar?” Gözünü ekrandan ayırmadan, “Sabret, senin de hologramını yapacağım, okula gitmek zorunda kalmayacaksın” dedi. Bu tür muhabbetlerin döndüğü kaç ev vardır bu ülkede bilmiyorum, ama abim sayesinde teknolojik ufkumuz her gün biraz daha genişliyor ve geleceğe yönelik umutlarımız artıyor, şükürler olsun.

Dilinden yapay zekâlı projeleri düşürmeyen abim, genelde salona girer girmez iri ve hantal cüssesini patates çuvalı gibi üçlü koltuğun üzerine atar. Salonda sığabildiği tek yer orasıdır çünkü. Koltukla buluşur buluşmaz iki eliyle kâh göbeğinin üzerinde, kâh havada tuttuğu cep telefonuyla, sırt üstü yatar pozisyona geçer, ardından yemekte ne olduğunu sorar. Hoşlandığı bir yemekse sesini çıkarmaz, hoşlanmadığı bir cevap almışsa memnuniyetsizliğini en sert şekilde dile getirdikten sonra uflayıp puflayarak cep telefonuyla hemhâl olmaya devam eder. Genelde kıvırcık, uzun, yağlı saçlarıyla saatlerce aynı pozisyonda kaldığından, yastığın yüzü ertesi gün renk değiştirmiş olur. Kendisinden önce oraya oturmuş biri varsa ve kaldırabileceğinden eminse mutlaka kalkmasını söyler -ki bu genelde ben ve annem olur-. Eğer abimin sürekli işgali altında olan koltuğa ondan önce babam oturmuşsa, ona kalkmasını söylemeye cesaret edemez; yaklaşık seksen okka çeken bedenini sığıştıracağı alternatif yerler arar salonda.

Abim söz konusu olduğunda benim zihnimde canlanan en bariz resim işte böyle bir tablodur. Annemin ve babamın bütün ısrarlarına, nasihatlerine, teşviklerine, hatta tehditlerine rağmen üniversite sınavlarında işe yarar bir puan almamak için direndi. Okuyacağı fakültenin kendisini körelteceğini, bu eğitim ve öğretim sisteminin insanları eğitmekten ve bir şeyler öğretmekten çok uzak olduğu konusunda annemi ikna ettiğini biliyorum. Annemi bir konuda daha ikna etmişti abim Mete: Anneme kalırsa o, Türkiye’deki en zeki gençlerden biriydi. Yattığı yerden her gün ürettiği projelerle annemi kendisine bir hayli inandırmış, hatta hayran bırakmıştı diyebilirim.

Abim, yapay zekâyı ayakkabı çekeceğinden giyeceğin çorabı seçmeye kadar bireysel hayatın her alanında kullanabileceği projeleriyle Çinlileri kıskandıracak düzeye erişmişti. Babam zaman zaman annemi, “Bu çocuğa ben yokken dikkat et Huriye, Çinliler elimizden almasın, yoksa sen oğulsuz, Türkiye de John McCarthy’siz kalacak” diyerek uyarmayı ihmâl etmez.

Sürekli evde olduğundan dolayı mı, yoksa annemi çok sevdiğinden mi bilemiyorum, ama çalışmalarına ev kadınlarının işlerini kolaylaştıracak projelerden başlayacağını söyler hep. Yalnız bu kararında annemin onun bütün projelerini beğeniyor olmasının payının büyük olduğunu düşünüyorum. Hedef kitle olarak ev kadınlarını seçmiş olmasının sebebi bu olabilir.

Her konuda anında devreye giren ana yüreği, abim Mete’nin absürt projeleri konusunda da otomatik olarak kendini aktif etmiş anlaşılan. Belki de bu yüzden abim Mete’nin bahsettiğim bu yaşam biçimine sanırım tek şaşırmayan annem. Genellikle yapay zekâ konseptli bütün teknolojik projelerini onun ev hayatı üzerine kurguladığından mıdır, yoksa gerçekten çok orijinal bulduğundan mıdır bilmem ama annemin abimi hâlâ çok zeki bulduğu bir gerçek. Eve bir misafir gelmeyiversin, öve öve bitiremez oğlunu. Komşular, akrabalar, onun akranı olan kendi çocuklarının kazandıkları fakültelerle, çalıştıkları işlerle övünedursunlar, o da abimin Zihni Sinir projeleriyle övünür durur sürekli. “Mete de yapay zekâlı patates soyacağı yapacakmış” diye başlar, sese duyarlı musluktan, “Yan, sön” komutlarını algılayan ampulden çıkar.

Annem için, ayarlı bıçağı olan çipli patates-salatalık soyacağından tutun, yemeklerin baharatlarının ölçüsünü ayarlayıp sesli olarak uyaran robotlara kadar birçok ürün tasarlayan evimizin dâhisi, babamın kendisine bulduğu bütün işleri de çok önemli projeleri olduğunu gerekçe göstererek ve üstelik kendisinin engellendiğini iddia ederek reddetti. Babam, insanlık için çok gerekli bir bilim insanının ortaya çıkmasına engel oluyormuş, o marangoza çırak olacak biri miymiş? Teknoloji ile alâkalı bir yer olsaymış hadi neyseymiş…

Hâlbuki babam o sektörü de denemiş, bilgisayar satışı ve aynı zamanda tamiratının da yapıldığı bir yerde iş bulmuştu kendisine. Pazarlama elemanı olamayacağını, düşünce adamının tamirat yapamayacağını gerekçe göstererek bu işi de kabul etmeyince babamın sabır sınırlarını zorladığını hatırlıyorum yakın zamanda…

***

Yıllar önceydi. Bir gün Şeyma’nın abisinin okul çıkışı sinirini duvarlardan çıkarışını görmeseydim bir abim olduğunu hatırlamam için daha kaç yıl beklemem gerekecekti, bilmiyorum. Hoş, hatırladım da ne oldu? Ne oldu? Biyolojik varlığının aslında gerçek hayatta bir yeri olmadığını fark etmiş oldum.

Sanırım büyümek için acele etmemiz gerektiği bilincinin çoktan oluşmaya başladığı yıllardı. Ortaokuldaki son senemiz olsa gerek, çünkü diploma, kavram olarak gündemimizi hayli meşgul ediyordu. Söylediklerine göre alacağımız bu belge, bize ciddi level atlatacaktı ya da şöyle, atlayacağımız levelde bu belge ciddi pay sahibiydi. Böyle kalmış aklımda. Bu seneden sonraki okul hayatımın nerede ve nasıl devam edeceği ile ilgili çocuk aklımı yorarak okula gidip geldiğim günlerden birindeydi. Bir gün ders bitimi, okulu çevreleyen duvarın köşesinde Şeyma’yı abisiyle hararetli şekilde konuşurlarken gördüm. Yanlarına yaklaştım, durup durmamak arasında biraz tereddüt ettikten sonra geçip gitmemin daha münasip olacağına karar vererek yürümeye devam ettim. Ama yanlarından geçerken duyduklarımdan anladığıma göre Şeyma, okuldan birilerini abisine şikâyet ediyordu. Her saniye biraz daha sinirlenen cevval abinin hedefe oturttuğu o şanssız arkadaş her kimse, ağzının burnunun kırılacağından habersiz, muhtemelen bir günü daha bitirmiş olmanın sevinciyle evinin yolunu tutmuştu…

Sonrasında olayların nasıl geliştiğini, ne olduğunu hatırlamıyorum. Çünkü beni ilgilendiren boyutu daha farklıydı. İlk defa o gün, sadece fizikî varlığı ile hayatımda olan abimin, “Su getir” diye durmadan buyuran biri olmaktan daha farklı bir işlevi de olabileceği geldi aklıma. Benim de bir abim vardı ve üstelik Şeyma’nın abisinden birkaç yaş daha büyüktü. Yeni ve kocaman bir şey bulmuş gibi sevindim birden -ki abim o gün bile normalin üzerindeki kilosuyla gerçekten kocaman görünüyordu gözüme-.

Kız çocukları babalarının varlığına çok sevinirler. Zira babaları onları her türlü tehlikeden koruyup kollayacak olan güçtür ve babalar her zaman kız çocuklarının kahramanıdırlar. Babalarının saçlarını okşayan ellerinin, sarıp sarmalayan, güven veren kollarının onları hayat boyu koruyacağından emindirler ya, “Abiler de öyleymiş” diye düşündüm. Az önce gördüğüm manzara bunu söylüyordu bana. Bizim için büyük ama babalar için küçük bazı mevzular abilerle hâlledilebilirmiş. Bir kız çocuğunun abisinin olması büyük şansmış.

O gün, evimize giden ve her gün tırmandığım yokuşu çıkarken aklımı meşgul eden şeylerdi bunlar. Eve geldiğimde, Şeyma’nın abisinin yaptığını abimin benim için yapıp yapmayacağını düşündüm. Abim benim için kavga etmeyi göze alır mıydı? Bana zarar veren ya da verme ihtimâli olan birine hâddini bildirir miydi? Beni korumak için böyle bir teşebbüste bulunur muydu? Bu düşüncelerle inceledim bir müddet her zamanki gibi yatar pozisyondaki abimi. Bir ara sadece ikimizin olduğu bir ortamda, “Şeyma’nın abisi okula geldi bugün” dedim. Sebebini sordu doğal olarak. “Hiç” dedim, “Şeyma’yı almaya gelmiş”. “Koskoca kız evinin yolunu bilmiyor mu?” dedi istifini bozmadan. “Sen de beni almaya gelsene” diyecek oldum, alacağım cevabın az öncekiyle aynı olacağını bildiğimden vazgeçtim: “Evin yolunu bilmiyor musun?”

Bazen küçük, masum yalanlar söylemek zorunda kalabiliyor insan. Turnusol kâğıdı vazifesi gören bu yalanlar bazen küçülerek kaybolurken, bazen de kartopu gibi gittikçe büyüyen bir sarmala dönüşebiliyor. Ben de şimdi abime küçük bir yalan söylemeyi düşünürken, söyleyeceğim yalanın büyüyüp kontrolümden çıkabileceğini de hesaba katmadan edemiyordum. Yine de abimin benim için neler yapabileceği hususundaki merakımı gidermek için bu minik oyunu oynamaya karar verdim ve “Beni okulda rahatsız eden birisi var” dedim pat diye. Bana askıntı olduğunu, okula gidip gelirken yolumu kestiğini, rahatsız ettiğini söyledim.

Yattığı yerden doğruldu bir hışımla. “Hemen bana adını, soyadını söyle!” dedi. Ardından cep telefonunu istedi. Bu tepkiyi beklemiyordum. Hadi diyelim, ismi uydurdum da telefon numarasını nasıl yapacaktım? Bocalamaya başladım, zaman kazanmam lâzımdı. “Ne yapacaksın telefon numarasını?” dedim. “Sen ver telefon numarasını, ben ne yapacağımı biliyorum” dedi. “Ne yapacağını söylersen veririm” dedim.

Abim birden çocuğun telefonunu isteyince, ertesi gün onun ağzını burnunu dağıtmadan önce telefonda bir güzel haşlayacağını düşünmüştüm. Cips yerken bile yorulan abimin bu tavrı beni çok şaşırtmıştı. Belki de kavga etmek için ona yer ve saat bildirecekti. Sevinmek ve korkmak arasında bir yerde donup kalmıştım. Tehlikeli bir yola girmiştim ama Allah’tan gerçekte böyle biri yoktu. “Ver telefonunu, bak, anında ben ona neler yapıyorum”… Anında? Yani bu kadar çabuk mu? Aman Allah’ım, abim ne yaman biriymiş de benim haberim yokmuş!

Birden karşımda ağzı burnu kan revan içinde birilerini hayâl ediyordum ki, “Tabiî, anında!” dedi, “Saniyesinde telefonunu çökertip bütün sosyal medya hesaplarını nasıl hackliyorum, görsün o alçak Mete’nin kardeşine sataşmak neymiş?”. Ben neden şaşırdığıma şaşırmıştım bu sefer de. El âlemin abisi kız kardeşi için dövüşür, ölümü göze alır, bizimki de sosyal medya hesaplarını kullanılamaz hâle getirecekmiş. Ah ben! Evimizin teknoloji dâhisi, yapay zekâ uzmanı, bugünlerde ise metaverse emlâkçısından neler beklemişim?!

***

Birkaç gün önceydi, arkadaşlarıyla buluşacağını söyleyerek babamdan para isteyen abime, “İki gün önce yeterince para vermiştim sana, ne çabuk harcadın?” diye sorunca, babam, abimin işi farklı bir boyuta taşıdığını da o gün öğrenmiş oldu. “Köprüye yatırdım” dedi abim gayet normal bir alışveriş yapmış gibi. “Köprüye mi?” diye şaşkınlıkla karşılık verdi babam. “Evet baba, ne zamandır kovalıyordum, satışa sunulmasını bekliyordum Metaverse’de. Dün satışa çıktı, çok hesaplıydı, üç köprüyü de aldım. Bir iki yıl sonra bana teşekkür edeceksiniz. Çok değerlenecek çok! Siz anlamazsınız, ticaret artık bu mecralar üzerinden yürüyor. Bunlar işte hep yapay zekâ işi baba!”

Babamın tam da şu an ağzını çok kötü bozmak istediğini tahmin edebiliyordum. Ama sabretti. Sadece, “Lan oğlum, beş senedir oynadığın oyunu geçen ay 500 liraya sattın diye sanal ticaretin pîri olduğunu mu sanıyorsun?” diyerek ekranda yazan haberi abimin gözüne sokarcasına uzattı cep telefonunu: “Metaverse evreninde sanal arsalar bostan oldu.”

Sonra parmağını ekrana uzatıp kaydırdı sola doğru, başka bir haber vardı bu sefer ekranda: “İstanbul’da sanal Sülün Osmanlar türedi.”

Babam, evde olduğu saatlerin neredeyse tamamını iki seksen vaziyette geçiren abime döndü: “Keşke sende de biraz zekâ olsaydı da yapay olsaydı. Çünkü sendeki olsa olsa yatay zekâ!”