Yaslı

İnanmanın getirdiği büyük mucizeleri ve imkânsız zaferleri az da olsa bir yerlerde okumuş veya şâhit olmuşsunuzdur. “Bir yerlerde birileri yapmış, benle alâkası yok bunların. Benim etim ne, budum ne? Maddî durumum, çevrem, sağlığım, yaşım uygun değil. Gücüm yok, içimden gelmiyor” gibi ne tür bahaneleriniz var, söyleyin! Ne kadar çok şeye yaslanıp bıraktınız kendinizi?

BİR yandan yasını tuttukları arttığı için, diğer yandan yaslandığı şeyler çoğaldığı için yaslı bizim yaşlı…

Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız. Oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız. Toplumsal olarak ortak bir şekilde edindiğimiz anlayışlar bizi ortak geleceğimize sürükler. İstisnaların dışında kalan büyük kısımda yaşlılık sebepleri ve bu sebepler sonucu yaşanılacak hayat şekilleri maalesef çok benzerdir. Buna göre gençlik ve orta yaş üretkenliği düşüşe geçecek, bireyler ilerleyen yaş sebebiyle kaygı dönemine geçecek, sonuç olarak da bir yandan yapamadıklarının yasını tutmaya başlayacak, diğer yandan kendine dayanak noktası olabilecek, yaslanabileceği alternatifler arayacaktır.

Hepimiz birer yaşlı adayıyız. Şimdiden nelerin yasını, pişmanlıklarını tutacağımızı belirleyelim mi?

Allah ömür yazdı ise, yolumuzdaki son durak yaşlılık. Bu son durakta geçireceğimiz zamanın ille de zorluklarla geçmesi şart değil. Her yerde her zaman söylemek isterim ki, medyanın halkın tarafına, milletin özüne dönmesi şart! Geniş kitlelere doğru anahtarlar ile ulaşmamız şart! Bu anahtarın bence en önemlisi, eğitim anlayışını ve öğrenim amacını ömrün tamamına dengeli bir şekilde yaymaktır. Bu şekilde bir neslin ilkokul çağından ömrünün son durağına kadar öğrenim içinde olacağı ve bu sayede engin bir kişiliğe, derin bir bilgi birikimine ve çok değerli bir yaşam tecrübesine sahip olacağı gayet açık olacaktır. Arkadan gelen nesiller, önden gidenlerin bu tecrübeleri ile daha verimli bir yolculuğa sahip olacak ve bu sayede yaşam ve kişilik kalitesi artmak sûretiyle her aşamada çıtayı yükseltecektir.

Medya aracılığı ile toplumsal bilinç arttırılmalı. Yoksa diğer taraftan her yaşlılık bir bilgi ve tecrübe yeri değildir. Allah korusun, bazı rahatsızlıklara yanlış reçete kullanmak gibi, yanlış/eksik bilgi ve hatâlı tecrübe aktarımı, istenmeyen sonuçlara sebep olabilir.

Bir duruma farklı bir açıdan bakmak istiyorum…

Klâsik bir sözdür; “Küçüklerimizi sevelim, büyüklerimizi koruyalım, yaşlılarımıza iyi bakalım, saygıda kusur etmeyelim”… İnsanı çok parçalamadan yapılabilir birçok şey. İnsana iyi bakalım, sevelim, koruyalım, saygı duyalım, gelişimine destek olalım, değerlerde yüceltelim… İnsanı bir bütün olarak ele almalıyız. Doğumundan ölümüne, bireysel ve toplumsal olarak ele almalı, yaşamsal her sürecine doğru katkıları sunabilmeliyiz. Şu veya bu kişi ile şu veya bu kurumun görevi olarak değil, bir milletin kendini yüceltmek adına kendine yatırım yapması, kendi için emek harcaması, kendini sürekli geliştirmek sûretiyle kendine değer vermesi gerekir. Bu şekilde, birlik olarak, doğabilecek birçok toplumsal rahatsızlığa karşı direnç göstermiş oluruz.

Emek harcamayı, üretmeyi, gelişmeyi bu aralar farklı ve yanlış bir alana taşıyor gençlik ve sonrasında ona takılan orta yaş grubu. Bu gidişatın sonuçları pek olumlu olmayacak gibi… Yeni bir dünya açıldı ve her geçen gün büyümekte. Sanal olan bu dünya, gerçek dünyamızdan her geçen gün daha fazla zaman çalmakta. İçindeki faydalı alanların bir yem olarak kullanılmasıyla tuzaklara gönüllü atladığımız çok sinsi bir dünya bu. Sosyal medyasının en büyük aldatıcı yanlarından biri de kişilerin buradan paylaşım yapmak veya yapılan paylaşımlara destek, katkı, eleştiri getirmek sûretiyle kendilerini bazı insanî görevlerini yapmış gibi göstermeleri, tatmin etmeleri. Açıkçası artık insanı, oturduğu yerden yaşamsal görevlerinin birçoğunu yerine getirebileceği bir dünyaya açmış olduk. Hepimize hayırlı olsun.

Vatanımızı sevmeyi, korumayı, üreterek destek olmayı, küçüklerimize sevgiyi, yaşıtlarımıza desteği, büyüklerimize saygıyı, yanlışa ve zulme karşı durmayı artık çok daha hızlı ve konforlu bir şekilde, elimizdeki bir cep telefonu ile evimizde yapabiliriz. “Paylaş, beğen, şikâyet et” butonlarını sosyal medyada aktif kullanmak yeterli.

Bana kattıkları mı, benden aldıkları mı daha önemli?

Yeni nesil yaşlılığımız, sosyal medya yaşlılığı olacak. O kadar çok yönden sarsacak ki bu durum bizi, sonuçlarını hayâl etmek zor. En başta hareketliliğimizi kısıtlayacak. Bedenin hareket sistemi, enerji ve vücut direnci ile doğru orantılı. Evren en küçük yapısına kadar hareketten doğan bir enerjiyle sağlığını korumakta. Bu hareketi yavaşlatmak, dengeye vuracağımız büyük bir darbedir. Zihinsel ve bedensel olarak sürekli hareket gerekli. İşte teknolojinin bize getirdiği yeniliklerden biri de hareket alanımızı daraltmak. Yolları kısaltmak, üretimde insanlarla makineleri yer değiştirmek, sevdiklerimize veya düşmanlarımıza en kısa yoldan, emek harcamadan, yolun vereceği tecrübelerden mahrum kalarak çabucak ulaşmak, birçok vatandaşlık görevini sabit kaldığımız yerden yapabilmek gibi fonksiyonlar, yerimizden kıpırdamayalım diye kolaylaştırılıyor.

Buradan teknolojiye karşı olduğum gibi bir yargı çıkarmak isteyen olursa, istediği gibi düşünebilir. Kendi adıma söyleyeyim, böyle giderse yaşlılığım hiç iyi geçemeyecek. Ben de bir sosyal medya bağımlısıyım şu an. Facebook, Instagram, Pinterest gibi yerlerde sayfalarım var, paylaşımlarım var, bunların takibi için oldukça fazla zaman harcayabiliyorum bazen. Ve bağımlılığım oranında hareket alanım daralıyor. Bazen iki satır bile yazmakta zorlanıyor, yürüyüşleri daha erken bitirebiliyorum. Bir anlamda bu yazı, kendime isyanım!

Şimdi bu yazıyı, balkonda, sabah güneşinin doğuşunu seyrederken, ılık bir havanın eşliğinde, dizüstü bilgisayarımın konforlu alanında yazıyorum. Office programı sürekli yakamda. “Şurayı hatâlı yazdın, düzelt” diyor. Tabiî sağladığı kolaylıklar da var; özellikle zaman kazandırması çok iyi. Yalnız teraziye iyi bakmalı. Aldığını ve verdiğini iyi değerlendirmeli. Bana kattıkları mı, benden aldıkları mı daha önemli?

İnsanın varlığının her aşaması, evrendeki en inanılmaz görkeme sahiptir. Bu görkemli yapıyı yaratan Mevlâ’mız, insanın kendisinin farkında olmasını bekler. Çok az insana nasip oluyor kendi görkemine şâhit olmak. Kendi mucize varlığından habersiz olan insan ise başka mucizelerin peşinde tüketiyor ömrünü. İnsanın özüne, görkemine dönüşü farkındalıkla olacak. Şâhit olmalı bu yaratılışa insan. Kâinatın ve içindeki sonsuzluğun yaratılışına, kendi varlığının oluşuna şâhit olmalı. Bununla yeniden dizayn etmeli hayatı. Yıkarak değil yaparak, nefret ile değil severek, anlayarak, inanarak varlığını sımsıkı kucaklamalı.

Kâinattaki en büyük hazîne, insan. En büyük amaç ve sır sensin! Zirvenin en tepesi sensin! Durum bu iken, neden aşağılara atarsın kendini? Birkaç kuruşa, biraz güce ve mâkâma neden değişirsin bu yüce değerini? Hiç mi sorgulamazsın bıraktığın izleri?

Yaşlanacağız ama yas tutarak değil. Kırk beş yaşındayım şu an ve benim de şimdiden yasını tuttuklarım artıyor. Bahanelerime yaslanarak kendimi avutuyorum. Oysa yaşlılığımda elimde bastonumla değil kitaplarımla, tuvallerimle, şiirlerimle dolaşmak isterim. Huzurevlerini düşünüyorum, adı “huzur” diye, buralarda huzur bulunabiliyor mu acaba? Kim nerede huzur bulabiliyor? Evinde, köyünde, bakımevinde? Kendi içimizde kendimize huzuru sağlayamadıktan sonra, bir mekândan, etrafımızdaki insanlardan mı bekliyoruz bize huzur alanları açmalarını? Kendimize iyi davranmayıp, dengeli ve sağlıklı beslenmeyip, düzenli spor yapmayıp, gelişim odaklı düzenli ve dengeli zihinsel çalışmalar yapmayıp, yaşam nehrinde akıntıya karşı hiç durmayıp, geldiği noktadan birilerini suçlamaya çalışmak ne derece mantıklı olur?

Üret!

Millet olarak hemen şu an kazanmalıyız kendimizi. Hepimiz kendimize bir randevu verip geride kalan yaşamımızı sorguya çekmeli, toparlanmalı ve Allah’tan yardım istemeliyiz. Sonra birlik olmalı, Devletimize destek olmalıyız. Ülkece her alanda içsel ve dışsal olarak kalkınmalıyız. Yaşlılarımıza vereceğimiz değerin göstergesi, onlar için kalacakları yerler değil, uçacakları yerler inşâ etmektir. Kim istemez ki ömrünün son dönemini en güzel yerlerde en değerli insanlarla, en güzel katkı ve katılımlarla geçirmeyi ve bu sayede tebessümle dünyaya vedâ etmeyi?

Bunları başarabiliriz. Öylesine konuşmak ve yazmaktan geçelim. Öylesine yaşamaları bırakalım. Evimden başladım ben. Bu evde uzun süreli asık suratla dolaşmak yasak. Erken kalkıyoruz ve yeni güne, yeni bize “Günaydın” deyip sabah sporuna geçiyoruz. Çocuklarla kahvaltı öncesi sohbet yapıyoruz ve kahvaltıdan önce mutluluk, kahkaha, muhabbet demliyoruz. Sarılıyoruz. Kahvaltı sonrası -biraz televizyon dahi olsa- belirlenen aktiviteleri uygulamak için heyecanımız var bizim. Okuyorsak neşe, oynuyorsak coşku ile yapıyoruz. Duyuyorum sağdan soldan, “Ben çocuklara televizyonu yasakladım, şu kursa gönderiyorum, bu okula gönderiyorum, saat saat programımız var”... Tamam, hepsi güzel ve seçimlerinize diyecek bir şeyim yok ama tek bir isteğim var sizden: Belli dönemlerde siz ve çocuklarınız karşı karşıya geçip gözlerinizin içine bakın ve sorun, ne kadar ışık var? Yüzünüzde ne kadar coşku var? Kalbinizde ne kadar heyecan var? Yoksa yüz hatları keskinleşmeye, ışığınız düşmeye, coşkunuz ve kahkahalarınız eksilmeye mi başladı? Yoksa siz çok önemli ve güzel şeyleri yapmak adına yaşlanmaya erken mi başladınız?

Neyi ne ile takas ettiğimizin gerçekten sorgulanması gerek. Şu soruyu her zaman sorun: İyi bir kariyer, iyi bir maddî gelir, lüks bir hayat ve ciddî bir bakış açısı mı, yoksa ömür boyu sürecek bir keşif macerası mı daha güzel durur? Zengin ve başarılı olmak neden olmasın, yeter ki içiniz cıvıl cıvıl olsun, etrafınıza ışık saçsın, sizi gören korkmasın, bakan soğumasın sizden… Erkenden yaşlanmayın, ne olur!

Genç kalmak, enerji dolu olmak, içimizdeki meraklı afacanı uzun süre korumak, hoplaya zıplaya yürümek, bütün kâinata el uzatmak, bir olmak… Ama nasıl? Üreterek… Yürümeyin, koşun! Okuduktan sonra yazın! Çocukla çocuk olmayın, hep çocuk kalın! O kadar ciddî olmayın, resim yapın, beste yapın, ağlayın… İnsan ve kâinat bir yapboz. Parçası ve heyecanı sonsuz... Bitmeyecek bir bulmaca bu. Hayatınızın her döneminde farklı parçaları bulup da kendinizi biraz daha tamamladığınızda, içinizdeki hislerin vereceği şeyler şu dünyada peşinden koştuklarımızın hepsinden daha özel, inanılmaz ve değerli.

Kendi adıma kendimi bulduğum her aşamada, içimde öyle bir yaşam enerjisi patlaması oluyor ki ne uyku düzeni kalıyor, ne hareket düzeni. Bu anlarda yapmayı istediğim bir şey var meselâ; maraton koşmak… Bitmeyen bir maraton… Koşmak bana en iyi gelen şeylerden biri. Bunun için illâ yola çıkmanıza gerek yok. İnsan isterse içinde de koşabilir. Kanatlarını takıp kelebekleri kovalayabilir. Okyanusun dibini boylayabilir… İnsan isterse yaşamı bambaşka bir şeye çevirebilir. Doğumu, gençliği, orta yaşı ve son dönemi ayrı ayrı kutlayabilir…

Üret! Bilgi, sanat, neşe üret! Yeter ki yeni güne yeni bir şeyler kat! Kendine bir şeyler kat! Kendine hediyeler ver! İnsan şu dünyada en çok kendini kaybetmiştir. Her bulduğunda daha çok sevineceksin, söz veriyorum. Üretirken, vaktini kendisine ve çevresine katkı sağlarken bu dünyadan geçip gidenden daha bahtlısı kim olabilir? Yaşlılığını dolu dolu yaşayan bir milletten daha güzel ne olabilir?

Şu anki kurulu düzenler, ülkelerin birbirine bu kadar uzak ve soğuk olması, insanın her yerde bir ayrılık oluşturması, birbirine destek olacağı yerde tahammül gösteremediği bir zamanı yaşıyor olabiliriz. Bu bizi karamsarlığa itmesin. Her an bir mucize olup, insan, insanda birleşmeye başlayabilir. Daldığı derin uykudan uyanarak kendine ve çevresine verdiği zararı görüp değişimi başlatabilir. Her şey inanç meselesi!

İnanmanın getirdiği büyük mucizeleri ve imkânsız zaferleri az da olsa bir yerlerde okumuş veya şâhit olmuşsunuzdur. “Bir yerlerde birileri yapmış, benle alâkası yok bunların. Benim etim ne, budum ne? Maddî durumum, çevrem, sağlığım, yaşım uygun değil. Gücüm yok, içimden gelmiyor” gibi ne tür bahaneleriniz var, söyleyin! Ne kadar çok şeye yaslanıp bıraktınız kendinizi?

Sonsuz sayıda penceresi olan kâinatın ve yaşamın sadece birkaç penceresinden bakmakta ısrar ettiğiniz müddetçe her zaman haklısınız, evet, imkânsızı başaramayız, bizde bu güç yok. Siz kim, imkânsızlıkları başarmak kim? Siz kim, yaşlılıkta maraton koşmak, kurslara gitmek, çalışmak, kahkahalara boğulmak kim?

Unuttuğunuz bir şey yok mu? Bu kâinatın var olması da imkânsızdı, sizin var olmanız, kendinize ait bir iradenizin olması da… İçinizdeki yüz trilyon hücrenin uyum içinde, karşılık beklemeden çalışması da imkânsızdı. Daha dün, iki kişinin bir konuda bile anlaşamadan birbirlerine soğuk davrandığını görmediniz mi? İçinizdeki ve dışınızdaki sonsuz evrenin, sonsuz sayıdaki yaratılışın uyum içinde çalışması imkânsız değil mi? Nedir sizin için imkânsızlık?

Her gün farklı bir pencereden bakmaya çalışıyorum ve imkânsız diye bir şeyin olmadığına apaçık şâhit oluyorum. Rabbimden dileğim, insanın her döneminin aynı heyecanla, aynı üretkenlikle geçmesi için imkân vermesi ve bize yardım etmesi. İnsan insanı bulunca, yaşam başka bir şeye dönüşecek. Heyecanla bekliyorum…