Yası tutulmayan hayatlar

Burası, meclislerinden kan kokusu yayılanların dünyası. Kanunlarına göre, elinde bir şişe suyla eve dönen Rüveyda tehlikeye atar dünya barışını. Bir kurşun gelir, kanatlarından kavrar onu ve emanet eder meleklere. Burada “Merhamet” dedin mi, boş kovanlar ağır basar dünya liderlerinden…

DAHA yaşarken kendi yasını tutanların dünyası burası. Burada hayat yalnızca üç gündür. Sapsade üç gün… Bilmem, kaçıncı gününde doğar insan yahut ne vakit ölür. Bir cenazenin ardından kaç gün dizlerini döver sağ kalanlar? Burası ölüp de kurtulanların dünyası. Burada bir ömür, yalnızca üç gündür.

Kimsecikler bilmez hikâyesini düşerken bu topraklara. Bu bir iman meselesidir. Sorgu kabul görmez. Ölü bedeninizin hangi ülkenin karasularına vuracağını bilemezsiniz. Dönüp hesap da sorulmaz; soramazsınız. Çünkü burası, tüm hesaplarının mahşere kalmasıyla meşhurdur.

Ne kadar kalabalık olduğunuzla ilgilenmez dünya. Ne denli didinirseniz didinin, bu topraklarda, bir balıkçılın petrole bulanan kanadı kadar karşılığı yoktur beş bin kişinin Akdeniz’i geçerken alabora olmasının. Burası, ziyan olanların dünyası. Burada insan, insanı bir çırpıda kurutur. Birileri kendi devrini doludizgin tamam ederken, vurulur kuşlar kanatlarından. Bir anne, çocuğunu Cennet’le avutur.

Yalnızca yaşamaya yetecek kadar umut barınır bu topraklarda. Her hayâlin önüne bir hudut koyulur. Bir savaş başlar umut sınırı aşınca. Onurlu bir ölümün önünde çocuklar durur heyecanlı ve ürkek. O çocuklar ki, paylarına düşen, âdî bir namludur.

Acılı hayatların sessiz vedâlarıyla meşhurdur buralar. Bir sabah, bir serçe ansızın vurulur, aynı gün unutulur. Burada sükûnet, en kuvvetli tabudur. Daha doğarken öğrenirler bunu insanlar. Ağıt da yoktur. En kanlı şarkıyı bir kurşun tutturur.

Dibi geniştir dünyanın. Gök diye izlenen, kara bir buluttur. Burada güneşi düşlemek, ona dokunmaktan zordur. Çoğunluktadır denizi görmeyenler yüzme bilenlerden. Öyle kolay kolay ağlamaz çocuklar. Sanki öğreniyor gibi yürümeyi, deniyor gibi büyümeyi ve biliyor gibi yerini…

Burası, kırık dökük hatıralardan kendine yama yapanların dünyası. Buraya ait ne kadar güzellik varsa gözle görülen, hepsi kirli bir camın ardında sunulur insanlara. Burada, ömrünü üç güne sığdıranlara biçilen pay işte budur! Herkesin usta birer oyuncu olduğu devrandır bu. Her birinin üstüne düşense, çamura bulanan ziynetin kirine rağmen ışıltısını hayâl edip gözlerini ovuşturmaktır. İşte akıp giden böyle bir zamandır!

Burası tüm mektuplarını, aslında onları hiç tanımayanlara yazanların dünyası. Burada bir şiir adamı vurur, sesi üç gün sonra duyulur. Bir duvar yıkılır, bir ev târumâr olur, bir bebek büyür Nil’in gölgesinde, asâ mucize olur ve yarılır deniz, bir dağ titrer sesin kudretinden… Fakat bunca hayrete rağmen insan, insana kör olur. Bir intihar mektubu okunur, kırkı çıkmadan unutulur.

Burası, köşe bucak kaçmak istediğine müptelâ olanların dünyası. Çağdaşların buna nasıl bir isim koyduğu yahut literatüre hangi kavramlarla geçtiği kimsenin umurunda değil. Adını sır koyup gittiler öncekiler. Onu aşikâr edenin inceldi zırhı. Çünkü burada insanlar, sırdan birer kabuktu.

Hiçbir zaman denk olamadı Hint’in altını Alpler’in ineğine. Doğu’dan ne gelirse gelsin, muhakkak bir fark olurdu Batı’nınkiyle arasında. Fakat bilirdi Şark’ın oğulları, bir Aylan bin Haçlıyı tam kalbinden vururdu.

Burası, meclislerinden kan kokusu yayılanların dünyası. Kanunlarına göre, elinde bir şişe suyla eve dönen Rüveyda tehlikeye atar dünya barışını. Bir kurşun gelir, kanatlarından kavrar onu ve emanet eder meleklere. Burada “Merhamet” dedin mi, boş kovanlar ağır basar dünya liderlerinden…

Burada hayat üç gündür: Doğduğun, durduğun, öldüğün… Kimi ölü doğar, kimiyse bir başka doğuma ölür. Hiçbir ölüm eşit değildir diğerine. Ve insan, ziyan olur kendini dünyaya denklemeye çalışırken.

Burası, hayatın ve hâfızanın tuzaklarından sakınamayanların dünyası. Burası bu kadar işte, olduğu kadar!