ONU,
eşi Erkan Tamer ve arkadaşı, aynı zamanda yakın akrabamız olan Osman Yurtkuran
ile S.Ü.T. Sanat Üretim Topluluğu’nda Tamer Yılmaz Hocamızdan “drama” dersleri
alan kızlarımla birlikte tanıdım…
Onu, rehberimden evvel, içi içine sığmayan, insan
sevgisiyle dolup taşan, güler yüzlü biri olarak belleğime kaydettim. Onu, ilk
günkü tebessümünü, filmin başından sonuna kadar sürdüren azmiyle resmettim.
Onu, kendisi hâriç, herkesin “hasta” olduğu inancıyla çevresine “umut” taşıyan
ve yorgunluk nedir bilmeyen heyecanıyla hatırladım...
Sonra, birlikte oturup uzun soluklu sohbetler
gerçekleştirdik. Her şey iyi ve güzeldi. Tâ ki o acı gerçeği öğreninceye kadar!
Evet, sanki hasta olan biz, o ise refakatçimizdi. Bize
telkinde bulunma rolü biçmişti kendisine. Hastalığı sürekli basite alıyor ve “Yeneceğiz”
diyordu. Açık söylemek gerekirse, bu konuda da oldukça başarılıydı.
Kanserle dans seansları
Onu, amansız hastalıkla mücadelenin olduğu her plâtformda
en ön saflarda ve başrollerde gördüm, gördük. Birkaç kez de o destek
plâtformlarında yan yana gelip omuz omuza verdik. Zaman zaman bünyesinde
erimeler, zayıflık emâreleri olsa da yüzüne yerleşen ve güneşin kıskandığı tebessüm
hiç mi hiç değişmiyordu.
Sayısını hatırlayamadığım kadar operasyon geçirdi.
Onun ifadesiyle, “kanserle dans seansı” … Her operasyon sonunda, tedavi ve
hijyen adına hayattan biraz daha uzaklaştı. Her ayrı kalma süresi onu
özlememize, merak etmemize neden oldu. Artık kendi sesini seyrek sayılabilecek
şekilde duyuyor, sağlığı hakkında sosyal medya hesabıyla kendi ağzından yahut sevgili
eşinden veya Osman’dan bilgi alıyorduk.
Yeryüzünde her nesneyi durduracak bir mekanizma,
yürüyen, ilerleyen, yüzen, hattâ uçan vâsıtaların bir hız sabitleme, durdurma
ve fren tertibatı illâ ki vardır, galiba olmayan ve durdurulmayan tek şey “zaman”
olsa gerek. Evet, bu gerçeği bildiğimizden dolayı zamanı durdurma girişimimiz
hiç olmadı. Tıpkı onun hayattan, sevdiklerinden ıraklaştığı çileli günlerde olduğu
gibi...
Aslında her geçen günün bize umut ve sevinç haberleri
taşıyacağını umuyorduk. Ama olmadı. Dönüp dolaşıp geldiğimiz ve teslim
olduğumuz yer hep aynıydı: “Kader”… Evet, bu bir kaderdi ve her canlı kendi
sevincini, kendi kederini ve kendi kaderini yaşıyordu. Öyle de oldu.
O, yalnızlaştığı dünyada sayısız dost edinmişti ve
kaderleri de ne yazık ki aynıydı! Kızlarımın yüzme hocalığını da yapan bir
arkadaşının ölüm haberini ondan duyacak, sonrasında ise, 21 Şubat 2016
tarihinde kaybettiğimiz şair, merhum Tülin Şen Altınlı, ölümünden iki buçuk yıl
önce, 29 Kasım 2014 tarihinde kaleme aldığı, “Zaman akıp geçiyor; durdurmak mümkün değil... Ama yüreğindeki çocuğu
koruyup saklamayı ve gönlünce gülüp oynamasına izin vermeyi bilenler için, ‘yeni
yaş almak’ dışında hiçbir önemi yok bunun... Yeni yaşın kutlu olsun
Yaseminciğim...” şeklindeki doğum günü mesajını da ikisini kaybettikten
sonra okuyacak ve çifte sevinç yerine çifte hüzün yaşayacaktık.
O sıcak dostluğunu, o güzel varlığını haber veren Osman’a,
bu sefer bir daha dönmemek üzere bizi terk ettiğini bildirme görevi düşecekti.
Söze nasıl başlayacağını, hâl hatır sorma ritüelini gerçekleştiremeyişinden
anladım. Belli ki, söyleyecekleri kimseyi mutlu etmeyecek ve büyük bir ihtimâlle
üzecekti. Öyle de oldu. Yutkunarak, “Abi, Yasemin’i kaybettik!” dediğinde, ağzımdan
çıkan iki kelime, “Şaka yapma!” olmuştu. Gerisini ne ben getirebildim, ne de o.
Sustuk; belki zaman iade eder, “Sehven oldu” der diye. Ama yine o, hızlı
deveran içinde bizden sadece Yasemin’i almamıştı, her geçen dakika kendi
ömrümüzden de kum taşıyordu.
“Bazen susmak en güzel iletişimdir”
Onun en yakınında olanlardan biri de “Güle güle kanser”
diyebilecek cesarete sahip Canan Perdahli’ydi. Sevgili Yasemin’in aramızdan
ayrıldığına dair haberi, sosyal medya hesabından onun vasiyeti üzerine şöyle
verecekti:
“Bu
hayat, eksik yaşandı! Ama yine de çok huzurluyum… ‘Çünkü bu dünyadan daha
güzeline gidiyorum, biliyorum.’ diyordu… Bedenler ölür ama ruhlar asla! Huzur
içinde olduğunu hissediyorum. Ben bir dostumu, bir yol arkadaşımı ve sırdaşımı
kaybettim. Bir söz vermiştik birbirimize: ‘Kim geride kalırsa, kalan, gidenin
elini asla bırakmayacak ve onun bu süreçte yoldaşı olacak, kaygılarını
azaltacak, huzurla gitmesi için çabalayacak...’ Bu, aramızdaki en gizli
yemindi... Ama ardından da şunu söylerdi: ‘Umarım ‘öncelik’ bende olur. Ve sen,
hep yanımda olursun.’”
Her şey onun dilediği gibi oldu
Bu yazıyı da buradan paylaşmamı yine o istedi. İstediği
fotoğrafı cenazede yakalarımıza takmamızı da... Bir de, şunu söylememi istedi
herkese: “Şimdi ben öldükten sonra, ‘Melek oldu, o zaten bir kanatsız melekti’
diyeceklerdir. Kimse böyle söylemesin. (Bu bizim en sevmediğimiz ve dalga
geçtiğimiz söylemdi.) Bunu da belirt!”
Söylememi istediği en önemli şey şu: “Lütfen, baş
sağlığı sırasında kimse annemi üzecek en ufak, gereksiz bir söz söylemesin!”
Yasemin umut doluydu. Sararan ellerine rağmen kendisine uzanan eli sıkıca
kavramış ve “Yaşama tutundum” pozu vermişti. Geride kalanlara verilebilecek en
güzel mesajdı bu. O hâliyle bile sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor,
etrafını fidanla yeşertiyordu.
Önden giden atlılar kervanı
Aslında Yasemin Tamer ölüme yenilmedi. Sadece önden giden
atlılar kervanına katıldı. Şiiri, tiyatroyu, dansı, müziği, aslında hayatın
kendisini yani “insanı” ve insanlığı seviyordu. Programlarıma iştirak etmeyi imkânlar
ölçüsünde ilke edinmişti; arada sırada tebessüm çalıyordu oturduğu yerden.
Sıra bize gelmişti. 8 Ekim 2016 günü, öğle namazını
müteakip, Karşıyaka Mezarlığı’nda ebedî yurduna uğurlamak üzere tüm sevenleri
olarak toplandık. Dostları, onun son vasiyetini yerine getirdi. Kimse annesini
incitmedi. Toprağı atarken bile yavaş yavaş bıraktılar üzerine.
Annesi Havva Hanım, gözyaşlarını kızından saklayarak
eğildi ve toprağını bir çiçek gibi okşamaya başladı. “Fesleğenler kendisine
dokunulmadığı zaman nasıl ki kokusunu vermiyorsa, ben de Yasemen çiçeğime
dokunmasam, sevip okşamasam, o güzel kokusunu benden esirger” dedi, sonra da
derin derin onu kokladı. Mezar başındakiler, Havva Hanım’ın yerine gözyaşı
döküyordu ama o, etrafından bîhaber, “Sen burada üşürsün, korkarsın tek başına,
seni bırakıp nasıl giderim?” diyordu.
Yasemin’in acıları dinmişti dinmesine ama sevenlerinin
omzuna hasret ağırlığı binmiş, gözlerine de belki hiç kurumayacak gözyaşı
birikmişti.
Rabbim, seni mağfiretiyle ve rahmetiyle karşılasın…