Yaşasın saçmalık!

Peki, ya kimi çocuklar kendi kendilerine şöyle bir yargıya varırlarsa: “Aklımı ne kadar susturursam o kadar saçmalayabilirim. Öyleyse ‘akletmekten’ artık vazgeçmeliyim! Akıllı, fikirli olmanın bir faydasını mı gördüm sanki? Yok! Okullarda yaramazım diye aptal muamelesi yapılmadı mı? Notlarım düşük diye anne-babamdan az mı azar işittim? El âlemin akıllı çocuklarıyla az mı kıyaslandım? Öyleyse akıllı olmanın bir âlemi yok, bir faydası hiç yok!

TELEVİZYONCULARIN “ekmek parası” olarak tabir ettikleri, sosyal medya ağlarının pazar olarak kullanıldığı reklâmlar artık sadece ürünü pazarlamanın derdinde değil. Sair ülkelerde reklâmlar aynı düzlemde mi hazırlanıyordur bilemiyorum, ancak ülkemizde reklâm anlayışının pazarlama alanı olmaktan fazlasını kapsadığı gün gibi ortada.

Modern dünyanın hizmet kabulü, kapitalist kaygılarla ürünün kapımıza kadar getirilmesini hedeflemekle birlikte, allanıp pullanıp çekilmiş reklâm filmleriyle her gün, her saat başı, hatta cep telefonunuzda (internet bilfiil açıksa) dakika başı kör gözümüze sokulması ve dikkatimizi celbetme çabasıyla birlikte sunuluyor.

Evet, kolayca hizmet almak dilerken, ürünlerin kapımıza kadar getirilmesini konfordan sayarken, giyinip kuşanmadan, iklim şartlarına maruz kalmadan, oturduğumuz yerden alışverişlerimizi gerçekleştirirken, modern dünyanın nimetlerinden faydalanırken hesaplayamadığımız risklere ve deformasyona kucak açtığımızın pek farkına varamıyoruz.

Farkındalık bir yana, toplumun büyük kesimi, ürünlerin reklâmlar aracılığı ile kendisine ulaşmasını faydalı buluyor, hatta sosyal medya alanlarında “Keşfet” adlı alanları izlemekten keyif almakla birlikte estetik sektöründeki gelişmelerden, diyet paketlerinden, yeni çıkan ürünlerden haberdar olmaktan gayet memnuniyet duyuyor.

Bu memnuniyet tayfası yetinemeyip eşiyle dostuyla, “Nerede ne kadara yüz gerdirilir, hangi çay ile kilo verilir, hangi tasarımcının kreasyonu trenddir?” gibi bilgileri paylaşmak prime, maaşa talip olmaksızın ayaklı reklâm panosu işlevi görüyor.

Zaman zaman hepimiz bu tür tavsiye merkezli hatalara düşüyor, reklâm sektörünün efsununa yenik düştüğümüzün ayırdına varamıyoruz.

Her birimizin imtihanı olan heva ve heveslerimize galebe çalacak kadar her alandan pompalanan reklâmlarla fikretme mekanizmamızın yavaşlatılmaya çalışıldığını anlayamıyoruz.

“Neden acaba?” diye sorduğumuzda, ilkin temel ihtiyacımız olmamasına rağmen edindiğimiz herhangi bir ürünün ihtiyacımız olduğunu iddia ediyorsak, ürün farklılıklarını teselliden sayıyorsak, bilelim ki, zihnî bir sürmenaj hâli musallat olmuş demektir.

Evet, televizyon, tablet, telefon, dizüstü bilgisayar gibi dijital bir ekrana dönükse yüzümüz -ki modern dünyanın işlev kabiliyetinin büyük oranı bu ekranlar aracılığı ile gerçekleşiyor- sıklıkla reklâmlara maruz kalmamız kaçınılmaz oluyor. Neredeyse bir nevi zorunluluk hâli… Doğal olarak sıklıkla karşılaştığımız ürün reklâmları, kışkırtıcı cıngıl ve görsel yeterlilikleriyle bir süre sonra ihtiyaç duyma mekanizmasını tetikliyor ve normalleşen bir eğilim ile etkileşime girmemizi sağlıyor. İşte bir kez bu normalleşme hissiyatına tutulmuşsak, o vakit aslında patolojik bir sorun hâline gelmiş etkileşimleri kontrol etmek hayli zorlaşıyor!

Çünkü kolaylık sunan internet ağları aracılığı ile verilen hizmetlerden faydalanmamızın bir kefareti var ve bizler o kefarete mecbur kılındığımızın ayırdına varamayacak kadar meşgul, hızlı ve pratik adımlar atmayı maharetten sayabiliyoruz.

Büyükten küçüğe, gençten yaşlıya ve esasen yetişkinlerin tüm hareket alanlarını ele geçirmeyi hedefleyen dijital dünya, başarılı tüketicilere sahip olmakla kalmayıp değerlerini hedef alma hâdsizliğini de görevden sayıyor.

Reklâmlarla kuşatılarak tüketime sevk edilmemizden daha patolojik, daha kronik ve daha feci bir durum var ki, zihin tutulmasını ve aklın fikretme yetisini yok etmeyi hedefliyor.

Evet, son dönemlerde yeni trend, “saçmalık”…

Çok değil, haftada sadece bir diziyi takip ediyorsak bile, izlediğimiz dizi minimum üç kez reklâmlarla kesilecek ve üç saat TV başında kaldığımızda 20’şer dakikadan 60 dakika yani bir saat reklâmlara maruz kalacağız demektir. “Reklâm izlemiyorum, başka kanala geçiyorum” desek de, geçtiğimiz sair kanal ile izlediğimiz kanalın reklâm zamanlamasının eşitlendiğini görürüz.

Televizyon seyretmeyen, haberleri cep telefonuma yüklediğim iki gazete sitesinden alan biri olarak sadece bir gece, bir dizi filmi izleme sabrını gösterdim. Reklâm aralarında başka şeylerle meşgul olmaya çalıştığım hâlde iki reklâmın defalarca döndüğünü fark ettim.

İki ayrı reklâmın benzerliği hayli dikkatimi çekti. Bir gecelik, acemice yaptığım istatistik bile feci bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlamama yetti. Çünkü her iki reklâm, verilen üç reklâm aralığında tam 9 defa ülkemin insanlarını saçma sapan bir şeye davet ediyordu.

Evet, tam ifade ettiğim gibi, söz konusu iki ürünün reklâm sloganı “saçma sapan”! Yani bu deyimin barındırdığı gibi “akla çok aykırı, çok tutarsız, çok saçma” bir empoze barındırıyordu.

İlki, internet iletişim servisi yapan bir kuruma ait ve o sloganı şu: “Saçma güzel!”

Enteresan… “Manyak güzel”den “saçma güzel”e terfi eden modern iletişim, genç zihinleri popüler yahut onların tabiri ile “influencer/fenomen” olma yolunda sırtlarından rüzgâr olma görevini üstlenmiş görünüyor. Ve reklâm, “İnterneti sömür!” ifadesi ile sonlanıyor.

İkinci reklâm ise bir içecek firmasına ait. Dünya markası bu firmanın reklâmının sloganı ise “Saçmalamaktan korkma!” şeklinde. Farklı versiyonlara sahip. İster kış günü mayo ile havuza atlar gibi kara gömülebilirsiniz, ister ördek kılığına girebilirsiniz vesaire…

Her iki reklâmın hedef kitlesi gençler. Ve ne fecidir ki, 13 milyonluk genç nüfus (14-25 yaş) ve o gençlerin haneleri ve hane halkları hesaba katıldığında devasa bir kitleyi hedef alıyor ve etkileşim alanı genişlemeye hayli müsait.

Her iki ürün, gençler için neredeyse vazgeçilmez düzeyde ihtiyaç hanesinde…

Tamam, ihtiyacımız var ise ve bütçemize uygunsa o markaların reklâmlarından fayda devşirelim ve iletişim ağını edinelim, o içeceği maaile içelim, ihtiyacımızı karşılayalım. Şu materyalist dünyanın dışına taşınamayacağımızdan, her ne kadar reddetsek de kaçınılmaz kapitalist yanımızla istifade edelim, gam değil… Asıl gam, saçmalama davetinde!

Ben genç olsam, influencer olmayı hedeflesem, hangi saçmalıklarımla dikkat çekebilirim?

Saçmalayınca meşhur olur muyum?

Ne yaparsam saçmalamış olurum?

“Ne kadar saçmalık, o kadar takipçi” ise, saçmalığın sınırsızlığına hangi akıl dışılıkla erişebilirim?

Hadi diyelim ki, çok iyi saçmaladım, o saçmalığı ne ile yenileyebilir, hatta yenebilir ve dahası, bir başkalarının saçmalıklarını nasıl geride bırakabilirim?

Aman Allah’ım! İşim hayli zor! Yok, değil aslında. Saçmalamanın bir sınırı olamaz ki… Reklâmda olduğu gibi, ütü olurum, tava olurum. Yetmedi mi, kolumdan bacağımdan olurum…

Peki, ya kimi çocuklar kendi kendilerine şöyle bir yargıya varırlarsa: “Aklımı ne kadar susturursam o kadar saçmalayabilirim. Öyleyse ‘akletmekten’ artık vazgeçmeliyim!

Akıllı, fikirli olmanın bir faydasını mı gördüm sanki? Yok! Okullarda yaramazım diye aptal muamelesi yapılmadı mı? Notlarım düşük diye anne-babamdan az mı azar işittim? El âlemin akıllı çocuklarıyla az mı kıyaslandım? Öyleyse akıllı olmanın bir âlemi yok, bir faydası hiç yok! Ne güzelmiş ‘saçma güzel’likler ve ne güzelmiş ‘saçmalamaktan korkmamak’! İşte yeni trend: Yaşasın saçmalık!”

Böyle derlerse?

Peki, neden saçmalamalı insan?

Sahi, saçmalık nedir?

***

Saçmalık: Yeri ve değeri olmayan söz ya da davranış…

Yani ki, neredeyse akılsızlık yahut delilik…

***

Bu durumda, bu iki ürün reklâmı, glutenli ekmek, lesitinli bisküviler, domuz jambonlu pizzalar kadar tehlikeli!

Şimdi bu iki reklâmın etkisi hem Devlet yetkililerimizce, hem ilgili kurum Radyo Televizyon Üst Kurulunca ve hem de ebeveynlerce enine boyuna düşünülmeli ve söz konusu ürün reklâmları ve gibilerine karşı öz dinamiklerimizle bir refleks geliştirilmeli. Ki saf akıllarıyla geleceği inşâ etmesini dilediğimiz gençlerimizin gözümüzün önünde delirme seviyesinde zirve yapmalarına şahit olmayalım!