BUNDAN neredeyse tam
dört yıl önce, 20 Mayıs 2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, toplanan
Genel Kurul’da tarihî bir karar aldı.
Anayasa’da
öngörülen bir değişiklik için 550 vekilden 371’inin “Kabul” oyu vermesiyle,
milletvekillerinin -kürsü hakkı hâriç- dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Bu,
ne anlama geliyordu?
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kamu vicdanının temsil edildiği Meclis’e halkın seçimiyle
parlamenter olarak giren her ismin yargılanma yolu böylece açılmıştı.
Meclis
Başkanlığı’nın da işleyiş bakımından elini güçlendiren bu karar, halkta da
Meclis’e ve milletvekillerine bakışı değiştirecekti…
Ama
olmadı!
Maaşları
ve dokunulmazlıkları ile halkın gündeminde daima potansiyel yer edinen
parlamenterlerin böyle bir durumdan arınmaları, Türkiye’de algı açısından dahi
kullanılamadı.
Bugün
kamuya açık bir anket yapılsa ve “Milletvekillerinin dokunulmazlıkları
kaldırılsın mı?” diye sorulsa, cevap kesinlikle “Evet” olur. Ancak kimse “Zaten
kaldırılmıştı!” cevabını vermez.
***
Parlamenterlerin
dokunulmazlıklarının kaldırılmasından bir yıl sonra, Türkiye, Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Modeli’nin de içinde yer aldığı bir dizi Anayasa’da değişiklik
maddesini referandumla oyladı.
Sonuç,
halkın parlamenter sistemi Türkiye Cumhuriyeti tarihine gömdüğünü resmetti.
Bundan
böyle kuvvetler ayrılığı ilkesinin daha net yaşanacağı bir ülke için kuruluma
yönelebilirdik.
O
güne kadar devletin başını Başbakan zanneden kamuoyu, bugünden sonra gerçek
başın Cumhurbaşkanı olduğunu doğrudan görecek ve yürütmenin sorumsuz üyesi
sandığı Cumhurbaşkanlığı mâkâmını hesap sorulabilir ilk adres olarak direkt şekilde
hissedecekti.
Bu
konuda hiçbir sıkıntı yaşanmadı.
Zira
geçiş, Başbakan’ken de devletin bütün sorumluluğunu alan Recep Tayyip
Erdoğan’ın kelle koltukta tek tabanca şahsiyetinin varlığı sırasında
gerçekleşti.
Fakat
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Modeli, Anayasa’da yapılan değişikliklerle yasama ve
yargı erklerine daha büyük alan açıyor olmasına rağmen, halktaki algı, artık
Meclis’in ve Meclis’tekilerin bir işe yaramadığı yönündeydi.
Zira
Meclis’tekiler bunun böyle olduğunu zannediyorlardı.
Ah,
özür dilerim!
“Meclis’tekiler”
diyerek sayısı 600’e çıkarılan bütün milletvekillerini aynı kümeye aldım. “AK
Partili vekiller” demem daha doğru olacaktı sanırım…
Cumhur
İttifakı’nın diğer üyeleri MHP ve BBP’nin Meclis’e taşıdığı yasa teklifleri ve
önergeler, bu söylemin “AK Partili vekiller” şeklinde telâffuz edilmesine
sebep…
Ve
tabiî CHP, İP ve de HDP’nin Meclis’i nasıl kullandıkları daha da ileri bir
neden…
***
Başta
belirttiğimiz üzere, 2016 yılında parlamenterlerin dokunulmazlıkları,
Parlamento kararıyla kaldırıldı.
Ancak
şartı neydi?
“Kürsü
hakkı” hâriç…
Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Modeli’nin işlediği günden beridir, Türkiye’deki yasama erki TBMM’nin
yetki ve alan genişliğini en iyi ve şiddetini arttırır şekilde kullanan siyâsî
parti, Cumhuriyet Halk Partisi…
Bakmayın
bu sisteme ne kadar karşı çıktıklarına, onlar bu sistemin kaymağını bal döküp
yalıyorlar.
Hem
de her gün!
Yaptıkları
açıklamalara, Cumhurbaşkanlığı mâkâmına yönelttikleri hakaretlere her gün nasıl
da çıldırdığınızı görüyor ve bundan haz duyuyorlar.
Çünkü
TBMM kürsüsünden yaptıkları açıklamalar, kendi aralarında yaptıkları
konuşmalardan yahut sosyal medyada sundukları ifadelerden daha alçakça. Ve
millet, TBMM kürsüsünden yapılanlara daha çok dikkat kesiliyor.
Sosyal
medya hesabından yapılan bir açıklamanın daha fazla yaptırımı varken, kürsü
dokunulmazlığından faydalanmak daha çok işlerine geliyor.
Bütün
bunlar olurken, yetkisi ve bağımsızlığı daha da artmış TBMM’nin Başkanlık
mâkâmı, AK Parti için tâ en başında olduğu gibi bugün de pasif, bugün de cılız…
AK
Parti iktidarının bulunduğu yıllarda TBMM Başkanlığı yapmış isimlere bakalım
sırasıyla: Bülent Arınç, Köksal Toptan, Mehmet Ali Şahin, Cemil Çiçek, İsmet
Yılmaz, İsmail Kahraman ve son olarak Mustafa Şentop…
“Binali Yıldırım’ı
unutmuşsun arkadaş!”
demeyin lütfen, TBMM Başkanlığı mâkâmının kıymetini unutan bir ismi ben niçin
unutayım?
Eğer
Yıldırım’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı sevdâsı olmasaydı, bugün TBMM’de çok
daha güçlü bir profil çizeceğine ve TBMM’nin de daha çok işe yarayacağına,
mâkâmın hakkını vereceğine adım gibi emindim.
Fazla
inanmışım…
Bugün
Cumhurbaşkanı’na ve de hâliyle AK Parti Genel Başkanı’na gözlerinin önünde
hakaret edenlere hakaretin edildiği kürsüyü açmaya devam edip de haklarında
yazılması gereken bir fezlekeyi dahi Genel Kurul’a getiremeyen ve diğerlerinin
de hakaret iştahını kabartarak alan açan TBMM Başkanlığı ve AK Parti Grup
Başkanvekilliği, yürütme ile yasamanın daha da bağımsızlaştığı Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Modeli’ne rağmen hâlâ Cumhurbaşkanı’ndan talimat bekliyor, bizzat aksiyon
alamıyor, sızlanıyor, şikâyet ediyor ve bir de icrada değilmiş gibi itiraf
erdemine sığınıyor…
Mâkâmın
erdemi itirafta değil, istifadadır.
Zira
ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmelidir!
***
Peki
Yargı?
Yargı,
devletin izzetinin korunduğu kurumdur.
Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Modeli’nin hürriyetini ve yetkisini büyüttüğü Türkiye’deki yargı
erkinin bu ülkede hangi tür yayınları takip ettiğini çok merak ediyorum.
Zira
Türkiye’nin haberlerini izliyorlarsa, izledikleri haberlere ne tepki verdiklerini
daha da merak ediyorum!
Bu
ülkede, egemenlerin daima askerle iş tuttukları sanıldı. Ve bu yüzden askerî
vesâyetten bahsedildi daima.
Yıllardır
yazıyorum, söylüyorum: Bu ülkede yargı vesâyeti var!
Verdiği
karar sosyal medyada alınan tepki nedeniyle yeniden soruşturulan bir hâkimin
tek normu kanunsa ve bu kanun sadece egemenlerin hukukunu koruyorsa, bu ülkenin
yargısı, hangi vesâyeti koruduğunu, hangi rejimin sigortası olduğunu tekrar
gözden geçirmelidir.
Kaldı
ki, Devletin izzetini şahsında toplayan mâkâma uzanmış dili koparmayan yargı, sivil
itaatsizlik içindedir.
Çünkü
dokunulmazlığın kaldırıldığı alanda cirit atıp Devlet ile alay edenlere,
pasifliği nedeniyle iştah pompalamaktadır.
Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Modeli’nin özellikle salgın sırasında nasıl işlediğini yürütme
bakımından cümle âlem gördü.
Yasama
ve yargı erklerinin yürütme erkine uyguladığı sürtünme kuvvetini de biz
görüyoruz.
Salgın
sürecinde tavsiye edilen sosyal mesafe kuralını yanlış anlıyor belli ki bu iki
erk.
Zira
hakarette sınır tanımayanlara hâdlerini bildirmemekte ısrar ediyorlar âdeta.
Bu
anlamda tekrar etmeliyim ki, ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli!
“Gitmem” mi dedi biri? Cebren sürülmeli!