Yaşam manzumesi

Sanat, edebiyat ve bilim alanının dışında, tüm ilişkilerimizde, birbirimize karşı nasıl bir yaklaşım göstermemiz hususudur. Bu elbette dilin ilkeleriyle yani üslup kavramı ile açıklanabilir. Çünkü dil, yalın hâliyle değil, ilkeleriyle daha zengin anlamları barındırıyor; konuşma şekilleri, yöntemleri, beden dilleri, sözcüklerin seçimi gibi…

İlkeli olmak

İNSAN yetişme biçimine, eğitimine ve kendi gelişimine göre, edindiği düşünceleri ve davranış biçimleri ile toplumda yerini alır. Toplumdaki ilişkiler içerisinde “nasıl” düşünecek ve “nasıl” davranacaktır? Her bireyin bu “nasıl”lara göre davranışlarının bileşenleri ve onların uygulamaları, o bireyin “ilkeleri” olur. Bu şekilde ilkeli yaşamak, insanın önem vermesi gereken en öncelikli konu olmalıdır.

“İlke”, “prensip” ve “kural” sözcükleri yaklaşık olarak aynı değeri ifade eden eş anlamlı sözcükler grubundadır. İlkeli olmak; sınırsız hareket etmemek, düzenli ve kararlı olmak, prensip sahibi olmak, belirli sınırlar içinde toplum inancının değer yargılarına göre yaşamak, hayatın negatif akışına kendini kaptırmamak demektir. Çünkü “ilkeli olmak” denince akla ilk gelen doğruluk, güvenilirlik, dürüstlük, açıklık, tutarlılık, çalışkanlık ve olumlu değerlere sahip olabilme düşüncesidir.

Onurlu, erdemli (ilkeli) olmak düşüncesi ne kadar önemli ise, bunları yaşamak da en az o kadar önemlidir. İlkeli insan, üstlendiği sorumlulukları ilkelerini bozmadan, onları temel doğru olarak kabul eder ve yaşamını bunlara göre sürdürür. Çeşitli çıkar ilişkileri ve bunlara bağlı olarak gelişen veya bunlardan bağımsız gelişen bazı nedensellikler irade zayıflıklarına neden olabilmekte ve bunlar, ilkeli olma kavramını deformasyona uğratabilmekte. Toplumsal anlamda bazı yaşantılarda her türlü ilkesizliğin onların kişiliklerine iyice yerleştiği görülebilmektedir. Günümüz düşünce atmosferinde, söyleminde ve yaklaşımlarında “ilke” kavramının yerinin gittikçe azaldığı görülmektedir.

İlkeli davranmak, en başta bireyin ve ailenin öncülüdür. Toplumdaki yansımaları ise bu öncülün ne kadar önemsendiğinin bir göstergesidir. İlke, sadece bir grup insana, mesleğe ve belli bir inanca ait olmayıp, insan olan herkes için olması gereken önceliktir. İlkeli olmak sadece bazı insanların ve bazı düşünce sahiplerinin becerebildiği bir özellik de değildir.

Kendimize bazı sorular sorarak “ilke” kavramının düşünce ve davranış dünyamızdaki yerini daha net görebiliriz: Bir insanın olumlu bir kişilik sahibi olması ilkeli olmasıyla eşdeğer midir? İlkeli duruş sahibi insan, kimliğini her zaman koruyabilir mi? İlkeli insan başkalaşabilir mi? İlkeli insan kolayca satın alınabilir mi? İlkeleri kimse küçük çıkarların, küçük hesapların arkasından yalınayak koşar mı? İlkeleri olan kişi ikiyüzlü olabilir mi? İlkeli insan makam ve mevki için eğilir mi?

İlkeli insanın düşüncesi açık, tutarlı ve belirgindir ve de onun savunduğu değerleri vardır. Kararları gökkuşağı gibi değildir. Yani dün “kara” dediğine bugün “beyaz” demez. İlkeli insanın söylemi ile eylemi örtüşür. İlkesi olan, denge noktasında tutarlıdır, doğrultusu ve yönü bellidir. İlkesi olan bir insan hiç kimseye bilerek yanlış yapamaz. Zira o, söylediklerini yapan, dürüst bir insan demektir. Çünkü ilkeli olmak, aynı zamanda adam olmak ve adam kalmaktır.

İnsanlığın gelişim süreci içerisinde temel davranış ilkeleri ve davranışın özü olarak ortaya çıkmış olan evrensel ahlâk, kendi başına zaten birçok temel ilkeyi kapsar. Devlet yönetiminde hukuk kurallarına uymak da bir ilkeler bütünü demektir ve ancak böylelikle bir hukuk devleti olunabilir. Zira toplumların evrensel kapsamda oluşturduğu temel düşünme ve davranış biçimleri uzun yıllar içerisinde oluşur. Bu nedenle de “sağlıklı toplumlar” denildiğinde anlaşılması gereken, ahlâka ve onun temel kurallarına, ilkelerine uygunluk önceliğidir.

Sağlıklı ve dengeli bir toplum için sadece yasal düzenlemeler yetmeyeceği için ahlâkî ilkeleri önceleyen yasaların yanı sıra temel davranış biçimleri ve düşünce modellerinin kavramsallaşması için temel ilkeler, ulusal eğitim ve öğretimin içerisinde ele alınıp uygulanabilirliği sağlanmalıdır. Toplumun her zaman inanca dayalı ahlâk kurallarına ihtiyacı vardır. Bu bağlamda toplumu “modern” gibi devşirme bir tanıma zorlamak ilkesizliğe yol açar. Bazı toplum bilimcilerin iddia ettiği şekilde “Modern toplumun artık eskiden kalma ahlâk kurallarına bir ihtiyacı yoktur” gibi düşünceleri çok yanıltıcı ve çok tehlikelidir.

Hırsızlık, yolsuzluk, kural tanımazlık, kayırmacılık, partizanlık, tarafgirlik vesaire hızla artıyorsa, o toplumda ilkelerin önemi ve hukukun üstünlüğü yitiriliyor demektir. 

Modern toplumda artık “Ahlâk gerekli değildir” ya da “Ahlâk eski bir kavram” denildiğinde ilk akla gelmesi gerekenler şunlar olmalıdır: O toplumda etkin hâle gelmek üzere olan zihin yönetimi programları sistematikleşmiştir. Çünkü bu yöntemler ile toplumun değerlerinden bir bölümünün yok edilmeye başlandığı anlaşılmaktadır. Onun yanı sıra, toplumun güçlü ve sağlıklı işlemesini, özgür birey ve iradeyi olumsuz etkileyecek yeni kavramlarla karşılaşıldığını saptayabiliriz.

İlkeli davranış konusunda şunları da kabul etmek gerekir: Ahlâk ve ilkeler, “ilkeli yaşamak” denildiğinde çoğu birey için sadece yuvarlak ve pek de içeriği tam anlaşılmamış kavramlardır. Bunun böyle olmasının ana nedeni, uygulanan temel eğitim ve öğretimin bir boşluğu ve eksikliği olabilir. Buna bağlı olarak da yetişkin bireyin kişisel gelişim eksikliği zamanla ortaya çıkar. Sadece bazı okullardaki eğitimin iyi olması, oralara birçok imkânın gitmiş olması veya bir iş ve bir meslek edinmiş olmak her şeyin tamamlandığı anlamına gelmez. Böyle düşünerek ve bu doğrultuda raporlar hazırlayarak yönetimin yanıltılması ise düşünceyi öncelik kabul eden idarî mekanizma için varsayım olsa bile çok yanıltıcı ve çok tehlikelidir. Çünkü yaşam devam etmektedir. Bireyler kendilerini ilkeler doğrultusunda yetiştirmeli ve geliştirmelidir.

Öte yandan, insanın en önemli varlığı olan beyni de devamlı yenilenmek, sürekli etkinleştirilmek, üretmek ister. Bilgi yüklenmeyen, işlenmeyen, geliştirilmeyen beyin, sağlıklı ve işe yarar yeni düşünceler üretemez ve o insanı doğru da yönlendiremez. İnsanın çok erken yaşlarda okuma alışkanlığı edinmesi, eleştirel düşünceyi öğrenebilmesi ve araştırmacı olabilmesi, ilkeli gelişimi için çok önemlidir. Öğrenme isteği ve bunun sürdürülebilirliği ile kişi kendini geliştirir, olgunlaştırır ve kendi ana ilkelerini edinerek onları yaşamında uygular.

Her mekanizma için farklı ilkeler bütünlüğü ve kullanılabilirliği gerekmektedir. İlkeli olmak, yalnızca bireye özgü bir kavram değildir. İlkeli olmak kurumlar, vakıflar, cemaatler veya sivil toplum kuruluşları dediğimiz dernekler, sendikalar için de geçerlidir. Siyâsî partiler de kendi ilkelerine bağlı kalarak davranmalıdır. Bir siyâsî partinin ilkeleri iyi seçilmiş ve uygulanabilir ilkeler ise, o parti daha başarılı olur. Bunun için de üyelerinin ilkeli kişilikler göstermeleri ve tutarlı olmaları gerekir. Böylelikle toplumda saygınlık kazanır ve yine kendilerine ilkeli taraftarlar, nitelikli bireyler kazandırabilirler. İlkesiz siyasetçilerden, seçmenini ve partisini yarı yolda bırakanlardan, çıkarcılardan ne ülkeye, ne de partilerine bir yarar gelmeyeceği aşikârdır.

Her türlü çıkar peşinde koşan ve yalanlarla iş çeviren kişilerden ilkeli olmaları beklenemez. Tutarsız ve altyapısı olmayan, içi boş kitlelerden ise bir şey beklemek çok yanıltıcı olacaktır. Bu nedenle kabul etmeliyiz ki kişilik biçimlendirilmesinin temeli küçük yaşlarda atılmalıdır. Yaşamın içerisinde zamanla daha da olgunlaşmalı ve olumlu biçimler alabilmelidir. Bir insan emek harcayıp düşünce üreterek özgün ve tutarlı ilkelerin ışığında düzgün kişilik sahibi olabilir.

Devlet-toplum-yurttaş ilişkilerinin zayıfladığı ülkelerde çöküntüler arttıkça ve dengeler bozuldukça ilkelerin savunulması gittikçe zorlaşır. Hırsızlık, yolsuzluk, kural tanımazlık, kayırmacılık, partizanlık, tarafgirlik vesaire hızla artıyorsa, o toplumda ilkelerin önemi ve hukukun üstünlüğü yitiriliyor demektir. Bir toplumun düzgün, güvenilir, sağlıklı ve başarılı olabilmesi, bu ilkeleri hedefleyen bireyler yetiştirmekle mümkün olabilir.


Sağlıklı ve dengeli bir toplum için sadece yasal düzenlemeler yetmeyeceği için ahlâkî ilkeleri önceleyen yasaların yanı sıra temel davranış biçimleri ve düşünce modellerinin kavramsallaşması için temel ilkeler, ulusal eğitim ve öğretimin içerisinde ele alınıp uygulanabilirliği sağlanmalıdır. 

Öncelikli olmak

Öncelik belirlemek ve ilkeli olmak, başarıyı artıran en önemli etkenlerdendir. Öncelikler listesinde her öğrenilenin çok önemli olduğu düşünüldüğü için mi her gün tüm görevler tamamlanmaya çalışılır? Bu görevleri başarmak için zaman sorunu yok mu? Cevap “Evet” ise, o zaman hayatımızda net bir öncelik listemiz yok demektir.

Zamanı etkili bir şekilde yönetmek ve ilkeli hedefler doğrultusunda ilerlerken neyin önemli olduğunu bilmek için net bir öncelikler listesine sahip olmak gerekir. Sürekli olarak çok fazla sorumluluk ve zorunluluk üstlenmek sadece strese neden olur.

Hedefler, gelecekte ulaşılmak istenen yaşamı ilkeler doğrultusunda öncelemelidir. Öncelikler, bu yaşam hedefine ulaşmak için belirlenmelidir. İlkeler doğrultusunda önceliklere odaklanmak gerekir. Her bir bireyin bir öncelikler ve ilkeler listesine sahip olması, onun yaşam tarzıyla uyumlu değişiklikleri ve kararları uygulama şansını artırır. Zira hayatın her alanında konu edinilen gerek sosyal bilimler ve gerekse fen ve matematiğin her alanı o alanlarla ilgili ilkelerle sınırlandırılmıştır. Bu ilkeler hem zamanın verimli kullanılması için düşünsel bir güdü oluşturur, hem de yanlışlardan uzaklaştırarak hedeflere daha kararlı ulaşılmasını sağlar.

Her yaşam ve her alan farklı olduğu gibi, herkes birbirinden farklıdır ve her bir birey farklı şeyleri önemser. İlkeler daha çok bu farklılıklara göre şekillenir. Ancak, bazı ortak konular bireyleri birbirine bağlar. Öncelikler listesindeki her bir ilke, bir başkasının öncelikler listesi ve onun ilkeleriyle rezonansa girmeyebilir; ancak muhtemelen birkaçı veya birçoğunda örtüşün fonksiyonlar oluşabilir. Öncelikler konusunda netlik yok ise, öncelikle ilkeleri belirlemek için çalışılmalıdır. Bunlar düşüncelerin ve enerjinin nereye, nasıl ve hangi oranda serpiştirilmesi gerektiği konusunda yardımcı olur.

Kişisel yaşam ilkeleri insana anlam ve mutluluk verecek önceliklerdir. Bunlar, başarılı olmanın ötesinde, yaşam tarzını belirleyen, yaşamı verimli kılan ve başarı odaklı çalışmaları sağlayan öznelerdir. Hayattan ne isteniyor? İlkelere bağlılıktan ödün vermeden farklı şeylere alan açıldığında, onlara yaşamda izin verildiğinde hedeflere ulaşılabilir. Öncelik belirleme konusu düşünülürken misyona göre ilkeler net tanımlanmalı ve yaşamdaki amaca ulaşmak için yapılması gereken şeyler belirlenmelidir. Yaşam misyonu belirlendikten sonra ise aslî görevler düzenlenerek öncelikler listesindeki her ögenin bu misyonu doğru tanımlaması sağlanmalıdır. Bir öge yaşam amaçlarıyla uyuşmuyorsa, üzerinde çalışma ve düşünme reddedilmelidir. Öncelikler listesi kişisel ilkelerin ve profesyonel yaşam hedeflerinin bir ifadesi olmalıdır.

İlkeleri uygulayabilmek için her durumda sağlıklı ve dengeli olunmalıdır. Bundan dolayı çok boyutlu sağlık, öncelikler listesinde ilk sırada yer almalıdır. Refah, rahatlık ve genel tutumu sağlık belirler. Bu bir denge hâlidir. Öyle ki, hem zihinsel, hem bedensel, hem de gönül dilini kapsar. Kötü sağlık veya dengesizlik, aslî mutluluktan mahrum eder ve genel verimi azaltır. Bu nedenle kötü sağlık döngüsü ve kararsızlık hâlleri aciliyet gerektirir. Genel sağlık, diğer önceliklere imkânlar tanır. Sağlıklı birey daha üretken ve odaklanmış olur. Fizikî ve ruhî kalite artacağından, daha sağlıklı bir iletişim dili kullanılır. Yaşam görevleri ifa edilirken daha enerjik olunur. Kaliteli bir özgüven, kişiliğe pozitif görüntü kazandırır. Her şekildeki sağlıklı beslenme, bireyi her anlamda daha enerjik tutar. Sağlığın bozukluğu özgüven eksikliğine de yol açar.

Aileyle kaliteli zaman geçirmek başka bir önceliktir. Ama bazı kesimlerde geleneklere ve aşırı iyimserliklere sığınılarak aile genelde arka plâna atılır. Fakat iş yerinde kötü bir zaman geçirildiğinde desteğin ilk ayağı her zaman ailedir. Aileyle geçirilen zaman, benlik saygısını artırır, olumlu alışkanlıkları teşvik eder ve yeni yeni anılar oluşturur. “Sıla-i rahim” olarak da tanımlanan yakın aile ile zaman geçirmeye öncelik verilmeli ve bu zaman iyi değerlendirilmelidir. Ailenin ilkeleri doğrultusunda her türlü eylem yapılabilir. Yürüyüş, egzersiz, sinema, konser, okuma ve oyunlar oynama ilk akla gelenlerdir. Maksat, beraberliğin önceliğidir. Zira gerçek bir huzur, işinden ve evinden mutlu olmayla kazanılır. İş ve aile hayatı birçok ikilemi ortadan kaldırarak birleşik bir benlik hissi kazandırır. Bu nedenle hem iş hayatında, hem de aile yaşamında daha başarılı olunarak, biri, diğeri için feda edilmemiş olur.

Hayatı anlam ve amaçlı kılan öncelikli ilkelerden biri de dengeli ilişkidir. Aileden sonra arkadaşlar, meslektaşlar veya sosyal statü gereği yer alınan topluluk üyeleri de hayatın akışında hayâl edilenin çok ötesinde önemli roller oynar. Sağlıklı ilişkilere öncelik vermek, stresten sorumlu olan hormonun üretimini azaltır. Birçok araştırma, sağlıklı ilişki kuran insanların psikolojik stresle yaşama ihtimâllerinin düşük olduğunu açıklamaktadır. Bunun nedeni, ilişkilerin sunduğu duygusal ve sosyal desteğin stres için mükemmel bir tedavi olmasıdır. Zira sağlıklı ilişkiler sağlıklı alışkanlıklara yol açar. Sevgiye lâyık görülenler, hesap verilebilir olanlar, dostlar ve alanında uzman eğitimciler hedeflere ulaşmada çok önemli roller oynar. Bu nedenle ilkeli bir insan, kendine ilham verenleri hayatının dairesi içine alırken, toksik ilişkiler kuranları hayatından izole ederek yeni bir ilke daha belirlemiş olur.

Zamanı etkili bir şekilde yönetmek ve ilkeli hedefler doğrultusunda ilerlerken neyin önemli olduğunu bilmek için net bir öncelikler listesine sahip olmak gerekir. 

İlkeli yaşamın olmazsa olmazlarından biri de ruh sağlığıdır. Bu öyle bir önceliktir ki, her bireyin aklının bir köşesinde mutlaka olmalıdır. Çünkü her bir insan her zaman iş, sosyal sorumluluklar, çalışmalar, aile ve günlük aktivitelerle meşguldür. Bu ise zihinsel sağlığın öncelikli öneme sahip olmasını gerektirir. Meselâ meşgul olunduğunda veya çok çalışıldığında odaklanmanın nasıl hissedildiğini araştırmak ve bunun için bir rutin oluşturmak gerekir. Otokontrol için bazı fonksiyonlar dikkatle izlenmelidir. Bazı zihinsel denetimler gerçekleştirilmelidir. Meselâ, bir olay hakkında ne hissedildiği, ne düşünüldüğü veya ne söylendiği ve bunların ruh hâlini olumlu veya olumsuz olarak nasıl etkiledikleri not alınmalı ve kırmızıçizgiler tanımlanmalıdır. Bunlar düşüncelerde, duygularda ve alışkanlıklarda ne zaman ve nasıl bir değişim yaşadığını gösteren uyarılar olmalıdır. Ayrıca tükenmişlik veya stres yaşandığında da ruh uyarılır. Neyin yanlış olduğu ne kadar erken anlaşılır ve sorunları çözmek için başa çıkma stratejileri geliştirilirse, yola sağlıklı devam etmek de o kadar hızlı ve kolay olur. Heyecanı tetikleyen nedenlerin iyi tespit edilmesi gerekir. Sağlık sorunları, artan iş yükleri veya ilişki zorlukları gibi bazı görevlerin, olayların, alışkanlıkların veya deneyimlerin zihinsel sağlığı etkilediği fark edilir ki bu dönemlerde kişi kendine iyi gelen şeyleri uygulamalıdır. Bu bencilce bir davranış değil, aksine daha fazla görev üstlenebilmek için yeniden kararlı denge kazanmaktır. Yorulunca farklı işler yapmak veya yeniden iman etmek gibi…

Gönül zenginliği gibi finans da oldukça önemli bir önceliktir. Mutluluğu satın almasa da, mutlu kalmak için en azından ihtiyaçlar için paraya ihtiyaç vardır. Bilinen klasik cümle gereği, “hayatınız boyunca para için çalışmak yerine, paranın sizin için çalışmasını sağlayın”. Burada söylenmek istenen, ilkeler doğrultusunda tasarruflar ve yatırım hedefleri üzerinde çalışmaktır. Bunun için malî durumun öncelikler içine dâhil edilerek plânlamalar yapmak gerekir. Meselâ gelir getiren varlıklar ve gelir azaltan yükümlülükler, öncelikler olmalıdır. Sonra varlıkları artırma yolları aranıp, yükümlülükler ise mümkün mertebe azaltılmalıdır. İsraftan kaçarak tasarrufa yönlenmeli ve yeterince yetinme öğrenilmelidir. Birey, keyfî borçlanmadan kaçarak mağduriyetlerin önüne geçebilir.

Kişisel öncelik ise, bir yaşam kalitesi ve bir tarzdır. Bir düşünür, “Ya büyüyorsun ya da ölüyorsun!” diyerek insanın insana ulaşacağı önemli bir yolu tanımlamıştır. Zor da olsa insan, sıradanlık ve gönül rahatlığından kaçınarak hayâllerinin sultanı olabilir. Zira insanın kendini geliştirmesinin birçok yolu mümkündür. Hayatınızı olumlu yönde etkileyebilecek ve ilkelerinizle ters düşmeyecek birçok film izlenebilir, kitaplar okunabilir, sanat, zanaat veya daha farklı beceriler öğrenilebilir. Bunlar hem ruh, hem gönül, hem de beden açlıklarına iyi gelir. Çünkü öğrenmek yaşamayı sürdürür, sevmek ise yaşayanı gençleştirir. O hâlde severek ve isteyerek yaşam kalitesi artırılabilir.

Her birey, kendine uygun bir kişisel gelişim plânı yapıp uygulayabilir. Bu yapılırken mutlaka ve mutlaka güçlü yönlere odaklanmalı, belirlenen hedeflere ulaşmak için eksiklerin farkında olunmalıdır. En önemlisi de, neden onları gerçeğe dönüştürme isteğine sahip olunduğu doğru ve abartısız şekilde tanımlanmalıdır. Bunların nasıl faydalar sağlayacakları düşünülmelidir. Görülecektir ki, asıl mutluluk bu nedenselliklerin yol ayrımlarında saklıdır.

Meselâ, hedeflerinize ulaşacağınızı hayâl edin. Yaşam plânlarında revizeler yapın. Bir tasarım yaparak onu uygulamaya koyun. Orası uzak bir yer ise oraya nasıl gideceksin? Ne gerekecek? Yeni bir şey mi öğreniyorsun? Bir kursa mı abone oldun? Daha da iyi hissiyat için atılması gereken tüm adımları atın, eyleme geçmek için sadece içinizden ilham bekleyin ve gerekirse kendinizi biraz zorlayın. Başarılara ulaştığınızda kendinizi ödüllendirin ve sonrası için küçük kilometre taşları belirlemeyi de unutmayın.

Şayet ilkeler içinde önemli önceliklerin ne olduğu hususunda eminlik yok ise, derhâl önemli olan önceliklerin listelenmesi gerekebilir. Meselâ tükenmişseniz, yoksunsanız ve bunlar sağlığınıza zarar veriyorsa, o zaman sağlığınıza öncelik vermeniz gerekir. Sağlıklı değilseniz, odaklanmak ve üretken olmak mümkün değildir. Bir sonraki adımda tükenmişliği önlemek için neler yapılabileceği vurgulanabilir. Farkındalık, bir psikolog veya size iyi geldiğine inandığınız bir dostunuzla konuşmak veya imkân varsa işe süreli ara vermek şeklinde de olabilir. Doğru yolda olup olmadığınızı anlamak için bir öz değerlendirme yapın. Bunu yorumlayıp değerlendirmek için iş arkadaşınız, dostunuz, ortağınız, eşiniz veya akıl hocanızla konuyu irdeleyin. Bir düşünür, “Harika bir adamın işareti, hayatî olanları başarmak için önemli şeyleri ne zaman bir kenara bırakacağını bilmesi ve uygulaması ile anlaşılır” demektedir.


Hayatınızı olumlu yönde etkileyebilecek ve ilkelerinizle ters düşmeyecek birçok film izlenebilir, kitaplar okunabilir, sanat, zanaat veya daha farklı beceriler öğrenilebilir. Bunlar hem ruh, hem gönül, hem de beden açlıklarına iyi gelir. 

İlkeli üslup

Dil, varlıklar içinde sadece insana has kılınan temyiz bir haslettir. Elbette her mahlûkun bir dili vardır. Konuşabilme yetisi, çok farklı bir nimettir. Diğer yaratılmışlarda böyle bir durum söz konusu değildir. Dil bilimcilerin bu konudaki tanımı, “İnsanların duygu ve düşüncelerini anlatmak için kullandıkları ses ve işaretlerdir” şeklindedir.

Dilin erdemi, onun çıktığı yüreğin ve aklın erdemidir. Bu bir fazilettir, nimettir, terbiyedir. Birey ilkeli davranabilen seviyede ve önceliklerinin de farkında ise, dil, bunlarla mücehhez hâlde terennümler sergiliyor. Kalemin ucundaki renk, divitin içindekine bağlıdır. İlkeli ve öncelikli insan, dilini kaybettiği zemin ile dilini aradığı zeminin farkında olmalıdır. Dil, sözcüklerin mayalandığı zemine aracılık eder. Burası toplumun medeniyet havzasıdır ve medeniyetin insanı taşıdığı bir adresi vardır. Adresin öncelikli coğrafyası da ilkelerdir. Zira o havuzda her türlü sözcük yer alır. Meselâ üslup o şekilde kendini açık eder ki hangi kültüre mensup olunduğunu, hangi medeniyet havzasından beslenildiğini açık eder. Yani sözcükler sanıldığı kadar masum değillerdir. “Dilin ilkesi” denildiğinde, onun Rabbin büyük bir nimeti olduğu, onunla insana vahyettiği, fıtratın ve emirlerin muhafaza edilmesi ile insanla anlamlı bir bütünlük anlaşılmalıdır.

Dilin ilkesi, dilin kemiğe bürünmesidir. Hani üsluba dikkat etmeden konuşanlar için “Dilinin kemiği yok” denir ya, onun gibi. Dil, bu şekilde kendini kontrol edebilir ancak. Dil hem amellerin, hem de karakterin tercümanı olabiliyor. İlkeli yaşam sahibi, hangi coğrafyada olursa olsun, güzel şeyler terennüm eder ve güzel şeyler yazar. Meselâ ilkeli bir şair, şiiri için oturup saatlerce ilham beklemez. Çünkü onun yaşamının her adımında ilhamlar vardır. Yani beklesin de mehtap doğsun, yakamoz olsun, gece dinginliği olsun da yazsın olayı yoktur. Onların öncelikleri ve ilkeleri belli olduğu ve hayatlarla her an iç içe yaşadıkları için bulundukları her ortam onlara ayrı ayrı ilham kaynağı olabilmektedir. Dil, yaşamın birincil öncelikli fonksiyonudur. Hayranlık uyandıran her dilin arka plânı iyi tetkik edilmelidir.

Dil, insanların ana sütü gibi emdikleri ve sonradan hayatlarını inşâ ettikleri bir değerdir. Aile ve toplum bu anlamda önemlidir. Üsluplar buralardan emilir. Dil, bu anlamda düşünüldüğünde bireye aile içinde kazandırılan bir harstır. İlkeleri olmayan bir üslup sahibini sonraki yıllarda büyük sıkıntılar bekler. Bu ciddî bir ıstırap hâlidir. Ailenin çocuklarla geliştirdiği dil, eşlerin kendi aralarındaki dili, öğrenci-hoca arasındaki dil veya herhangi biri için kullanılan dil ilkelerimizi ve önceliklerimizi dikkate almıyorsa, o dil, hem çok cılızdır, hem de herhangi bir ihtişama sahip değildir.

O vakit şu soru akla gelebilir: İlkeleri olan bir dil nasıl inşâ edilebilir?

Yaşamlarında öncelikleri hak ve hakikat olan toplumlarda dil, yalanlardan arınır. Kullanılan deyimler, semboller, şarkılar, türküler, fıkralar ve hikâyeler dili daha nesnel kılıyor. Bunların tamamı dile farklı değerler katıyor. Bundan dolayı gerek aile, gerekse toplum, ilkeli bir dilin oluşumu için attığı her adımda dilin tekabül ettiği bir gerçeği, bir olguyu dikkate almak zorundadır. Dilin bir diğer boyutu da taklittir. Bundan dolayı fiiller çok önemlidir.

Birçok kaynakta “ilkeli dil, erdemli dil” vurgusu öne çıkmakta, “Bunlar nasıl gelişecek?” diye konunun uzmanları fikirler sergilemekte. Dil mi dini anlatır, din mi dili oluşturur? Bu bir üslup sorunu gibi aslında. “Üslup çalışması nasıl yapılır?” sorusu da akla gelebilir. Aslında bilimsel olarak üslup incelemeleri henüz kesin metotlara ulaşmış hâlde ve ölçütleri de yaygın olarak belirlenmiş değildir. Üslup çalışmalarının kesin bir disipline bağlanamamasının birçok nedeni vardır. Zira her bir alanın ilkeleri, öncelikleri ve dili farklıdır. Bu çokluk ve karmaşıklık, edebî değerin ilkelerine ulaşmayı zorlaştırır. Bu dil için öngörülen tüm ilkeler, sanatın ve hatta varoluşun sırları ile doğru orantılı olmalıdır ki dil, dini tanımlayabilsin. Bu bağlamda, “Bu nedir, niçin böyledir, nasıl olabilir?” gibi birleşik sorular, dilin ilkelerini belirlemede yararlı olabilmektedir. Ve üslubun oluşumuna katkı sunmaktadır. Toplumun değişen ve gelişen yapısı düşünüldüğünde bunu bir dereceye kadar normal kabul etmek gerekir; ancak bir dil, üslup yönüyle şu şekilde düşünülebilir: Bir dili oluşturan toplumun dikkat edeceği üslup bilgisi ve bir toplum oluşturulurken gerekli olan üslup bilgisi…


Dil, insanların ana sütü gibi emdikleri ve sonradan hayatlarını inşâ ettikleri bir değerdir. Aile ve toplum bu anlamda önemlidir. Üsluplar buralardan emilir. Dil, bu anlamda düşünüldüğünde bireye aile içinde kazandırılan bir harstır. 

İlkeli dil tıp dili gibi, hukuk dili gibi, matematik dili gibi hususî bir dildir. Bunları anlamak için her bir ihtisasa ait hususî bir kültüre ihtiyaç vardır. Ama yazı dili müşterek dildir ve bir ihtisasın ifadesi değildir. İlkeli dil, yazı dili içinde takip edilmekle ve zaman zaman yazı dili anlamıyla kullanılmakla beraber, ondan farklı bir terimdir. İlkeli dil hakkında bilgi veren kaynaklar, önemli ölçüde onun “günlük dil” ve “ilmî dil” ile karşılaştırmasını yaparak bir kanaate ulaşmayı denemişlerdir. İlkeli dil, günlük dilin bütün gerçekçi yapısını kullandığı gibi, gerçek hayatın anlam sınırını aşacak ifadeler ile vücut bulan mecazlar sistemini ve benzetmeler tekniğini sanki daha çok benimsemektedir. Ancak, vurgulamak gerekir ki, bu hükümlerden ilkeli dilin mutlaka mecazî koridorda olması ve imaj, sembol, motif gibi dolaylı bir anlatımı benimsemesi her zaman beklenmemelidir.

Dilde mecaz ise, ilkeli dil ifadesinin tercihlerinden biridir. Didaktik veya pragmatik olan ve mantık sistemi kuvvetle hissedilen ama kurgusal çağrışımlar oluşturan her bir metinde de ilkeli dil kullanılır.

İlkeli dilin en belirgin özelliklerinden biri, onun kurmaca ve hayâlî dünyada vücut bulmasıdır. Günlük dilin ve ilmî ifadenin en önemli özelliklerinden biri ise, gerçek dünyanın anlam kalıplarına ait önermeler taşımasıdır. İlkeli dil, gerçeklerden bahsetse bile, onu kendine has bir üslup ve terkip ile anlatır. Önemli edebî eserlerde sözü edilen olay gerçekmiş gibi bir izlenim verebilir ama o, sanatkârın subjektif dünyasına yansıyan bir gerçektir ve onun dili de böyle bir kurmaca ifade hâlindedir. Zira ilkeli dil, kurmaca özelliği ile insan psikolojisinin ifade edilmesine de çok uygundur ama psikolojiden bahseden her metni ilkeli saymak oldukça güçtür. Pek tabiîdir ki, bütün eserlerde yazarın ulaştığı ufukları okuyucu ile paylaşması söz konusudur. Ama bu ufuklar öncelikli ve ilkeleri olan hedefler midir, bu tartışılabilir bir durumdur.  

Üslup, sosyal hayatın her alanında gerekli olan bir usuldür. Meselâ bir müzik terimi olarak da üslup kullanılmaktadır. Siyasetin de kendi içinde ilkelerle donatılmış üslubu olması gerekir. Her durumda bir olayın sunumu, görselliği, sahneye konuşu, bestelenişi ya da icra aşamalarında kullanılan dilin ifade biçimleri aklımıza kazınır ki bunlar bir dil kültürüdür.

Son olarak özellikle belirtmek istediğim, sanat, edebiyat ve bilim alanının dışında, tüm ilişkilerimizde, birbirimize karşı nasıl bir yaklaşım göstermemiz hususudur. Bu elbette dilin ilkeleriyle yani üslup kavramı ile açıklanabilir. Çünkü dil, yalın hâliyle değil, ilkeleriyle daha zengin anlamları barındırıyor; konuşma şekilleri, yöntemleri, beden dilleri, sözcüklerin seçimi gibi… Nitekim kimileri konuşurken, söz ve hareketleriyle bizleri öyle sıkı bağlıyor ki ne söylediğinden çok, nasıl söylediğine odaklanıyoruz. Kullanılan üslupla sağlıklı ya da kötü bir iletişim sağlandığı gibi, bu doğrultuda hayatın şekillendiğini de görebiliriz. Bir bakıma üslubumuzla karakterimizi yansıtmış olduğumuzu belirtmekte yarar vardır.