Yaşam destek ünitesi: İran

İran-İsrail arasında kurgulanan mizansenin Filistin’e hiçbir katkısı olmadığı gibi, İsrail’e hem dünya kamuoyu önünde, hem de Netanyahu’ya iç siyasette yaşam destek ünitesi niteliğindeydi.

TERÖRİST İsrail’in hezimetleri saymakla bitmiyor. Daha en başta o çok meşhur Demirkubbe HAMAS’a karşı zaman zaman başarısız oldu ve “yenilmezlik” efsanesinin ne boş ve ne geçersiz bir rivayet olduğu tüm dünyaya yayıldı. 76 yıldır işgal, zulüm ve baskı ile abluka altına aldığı Gazze’ye 7 Ekim’den beri bilfiil havadan ve karadan saldırıya geçmiş olan bu kanı bozuk kavim, arkasına ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın ve çeşitli Siyonist uşağı liderlere haiz Orta Doğu ülkelerinin desteğini almış olmasına rağmen, Yasin 105 füzeleri ve taşlarla direnen yalnız bir halkı etkisiz hâle getirmeyi dahi başaramadı.

Daha en başında Filistin’i terörist göstermek ve HAMAS’ı insan haklarına aykırı eylemlerden sorumlu tutmak için teknolojinin ve basının bütün nimetlerinden faydalanan bu iftiracı örgüt, HAMAS’a sempati duyanların her geçen gün artmasına mânî olamadı, üstüne kendisinin terörist olduğu gerçeğini kulaklardan, akıllardan ve kalplerden de kazıyamadı.

İsrail, karadan ayak bastığı tüm Filistin topraklarında ağır kayıplar verdi. Halka açıklanan zayiat tablosu, sağından solundan kırpıla kırpıla gerçek verilerden bir hayli ufaltılmış olmasına rağmen, HAMAS’ın onca kısıtlama ve baskı altında bile IDF leşlerinin mutlak değerini aşikâr etmesinin önüne geçemedi. 

Terörist kavim, Gazze’ye tonlarca bomba yağdırdı, binlerce çocuğu şehit etti. 200 bin civarında binayı yerle bir etti. Hastanelerden okullara kadar hedef aldı. Sonunda Filistinli şehitler Cennet’e giderken, soykırımcı kavmin elde ettiği tek şey Cehennem’deki sıcaklık artışından başkası değildi.

Bir şehir, sadece bir şehir Gazze… Öyle bir şehir ki, on yıllardır denizden ve karadan düşman mukavemeti ile baskılanmış, dönem dönem bombalar altında ağır kayıplar vermiş, maddî manevî hasara uğratılmış, her metrekaresi şeytanın dünyadaki iş arkadaşları tarafından talan edilmiş bir şehir...

İsrail, bırakın dünyanın herhangi bir yerinde askerî bir üstünlük sağlayabileceği safsatasını, böylesi avucu altındaki bir şehri dahi 76 yıldır kendi kirli sermayesine katmayı başaramadı. Çaldı, talan etti, öldürdü, evet. Bir eşkıya takımının, bir beldeye dadanmış terörist sürülerinin, bir bahçeyi talan eden tarla farelerinin, ahşap evlerin içine sızmış tahta kurularının, elmayı içten dışa kemiren sinsi kurtların ve ne kadar bulunduğu mekâna ait olmayan ama oradaki hayatı kemire kemire durma noktasına getiren asalak varsa hepsinin işgal ettiği zeminde vereceği zarar gibi zarar verdiler. Bu kadar.

Öldürmekten ve zulmetmekten sadist ve narsist bir şetaret duyan sapkınlar olsalar dahi -ki öyleler- imkânları, eylemleri ve sonuçları derleyip bir muhasebe yaptığımızda, İsrail’in eline geçen tek şey, satılık ruhlarındaki terör bağımlılığının kainattaki en tenha sokağı bile inletecek kadar ayyuka çıkmış olmasıdır.

Siyonizm kendi kendini bitirmeye ve dünya insanından alabileceği en devasa nefret derlemesine hak kazanmaya yemin etmiş bir psikopat gibi debelenmekte. Ve bir yandan dünyaya terörist iftirasıyla takdim etmek istedikleri HAMAS’ın kahramanca ülkesini savunan bir şeref ve haysiyet hareketinin eylem ordusu olduğunu, bizzat kendisi delilleriyle birlikte, en vurdumduymaz gözlere bile eriştirmiş bulunuyor. Tüm bu hayvanî plânları ve İsrail’in kendine verdiği zararları hesap etmeye kalksak, Gazze’deki eli boşluğu bile basit bir yitik olarak tarihe geçer.

Biz Siyonizm’in dünyayı menfaatperest bir doymazlık üzere kurgulamakta olduğunu, Siyonizm’in doğu kolu İsrail’in bebek öldüren, masum kanı akıtan, hırsız ve işgalci bir asalak güruhu olduğunu, ABD’nin ve İngiltere’nin Siyonizm’i doğuran ve doğurduğu garabetin emri altında modern bir köleliği kendi ayaklarına prangalayan absürt bir kurgunun baş mimarları olduğunu gayet iyi biliyorduk da bunu dünyaya haykırmak için yeterli argümanımız, imkânımız ve saplantılı fikir zaviyeleri içinde boğulurken inandırıcılığımız müsaade etmiyordu.

İsrail, bütün ahlâk dışı varlık öyküsünü dünyaya ilk ağızdan anlatan ahmaklığıyla da hezimetin dibini sıyırmış bulunuyor.

7 Ekim’den beri çocukları öldürmeye ve Gazze’den eli boş döneceği akıbeti kabullenemeyen bu eşkıya tutumlu sözde devlet projesine harcadığı ve harcattığı malî iflâs tablosuna değinmiyorum bile… Çocuk öldürmek uğruna harcadığı silahlar, asker gücü ve bilumum teçhizat bir yana, Kassam Tugayları’nın karşı atağını durdurmaya sarf ettiği Demirkubbeciğe ayırdığı bütçeden söz etmeye de gerek yok. Bunca gündür şehitlerin Cennet’e gidişini ağzından tükürükler saçıp öfkesinden kafasını duvarlara vuran bir psikosomatik gibi histerik bir acıyla izlemek dışında Gazze’de ne elde ettiği hakkında en ufak bir fikri olan var mı?

Hiçbir esiri kurtaramadığı, kendi insanını katlettiği, Filistin’de soykırım suçu işlediği gibi hakikatlerin taşa toprağa yayılmış olmasını da kitabın ortasından bildirmek gerek.

Ve Kassam Tugayları son olarak şöyle bir paylaşım yapmışlardı: “Kassam Tugayları Kudüs yolunda…”

Bu sadece bir slogan ya da savaş motivasyonunu harekete geçiren bir tepkime ihtiyacı değildi elbette. Bu, 194 gündür sahada, kısıtlı imkânlara, açlığa, yokluğa ve yalnızlığa rağmen pes etmeyen ve Allah’ın yardımıyla Siyonist teröristleri birer birer Gazze’ye gömen kahramanların önünde beliren ufuktu.

İşte tam da böyle bir vasatta devreye şeytanî akıl girdi. Ve hem berbat olan prestiji yamamak, hem de birkaç adım sonra ayan olacak tarihî yenilgiyi ertelemek, şansı yaver gider de bir domino etkisini harekete geçirebilirse kaybettiklerini ikâme edebilmek için İsrail’i elinden tutup gitgide derine gömüldüğü bataklıktan bir nefeslik atmosfere dâhil eden İran oldu.

İran vuracağı yerleri önceden haber vererek İsrail’in savunmasına destek sağladı ve Netanyahu tam da istediği gibi “Biz güçlüyüz” imajını hem içeride, hem dışarıda sağlamlaştırmış oldu. Burada mevzuyu mezhepçilik güdüsünden kaynak alan bir pespayelik olarak yorumlamaya kalkanlar da baş verdi ama fikrimizi kurcalayan süje asla mezhep değil.

İsrail bu saldırı ile yeniden Avrupa ülkelerinin zorunlu desteğini kazandı. Almanya-Fransa gibi Siyon kuklası ülkeler İsrail ahırını temizlemekte yine ilk günkü enerjilerine dönüş yaptılar. Bu da yine İsrail’e ikinci fayda olarak kayıtlara geçmeli. HAMAS’ın bile daha fazla zarara uğrattığı İsrail’i istese elbette İran yerle bir edebilirdi. Haydi yerle bir etmeyi geçtim, askerî bazda herhangi bir kayba bile yol açmadı. İnsanı daha da öfkelendiren ise, İran’ın yapacağı saldırının tüm detaylarını, hep birlikte İsrail’den öğrenmiş oluşumuzdaki garabet. İsrail duruma o kadar hâkimdi ki ne zaman nereye saldırılacak, her şeyi olmadan önce sükûnetle haber verdi. Eğer bu saldırıda İsrail’in zarar görme rizikosu olsaydı, zarar olsun olmasın, çok daha büyük bir tepki verilirdi. Ama böyle bir risk olmadığını daha en baştan biliyor olmanın iç gıcıklayan şeniyetini nereye sığdıracağız?

Özetle İran-İsrail arasında kurgulanan mizansenin Filistin’e hiçbir katkısı olmadığı gibi, İsrail’e hem dünya kamuoyu önünde, hem de Netanyahu’ya iç siyasette yaşam destek ünitesi niteliğindeydi.

Tekraren söylüyorum; konu İran ya da Şia kavramları ile ilgili değil. Müslüman ahalisi içinde mezhep ayrımını düşmanlığa eviren de İran’ın ta kendisidir. Buna rağmen, Filistinli kardeşlerimize desteğini açıklayan ve özgür Filistin devletini tanımaya hazır olduğunu söyleyen Norveç, İrlanda ve İspanya gibi bizden farklı din mensubu ülkeler bile bu yaklaşımları ile takdirimizi kazanırken, İran’ın İsrail’e ket vuracak gerçek bir hamlesi olsaydı, aynı takdir ve memnuniyet duygusunu yaşayacağımızdan hiç şüphem yok.

Maattessüf, her şey ayan beyan ortadayken “İran İsrail’i vurdu” cümlesindeki trajikomik anlama vakit harcamak bile israfa girer. Bundan sonra İsrail’in misilleme yapıp yapmaması ya da İran’ın bu karşı saldırıda kayıp verip vermemesi de şu ana kadarki tespitler üzerinde müspet ya da menfi bir kıpırdanmaya öncülük edemeyecektir. Zira İran’ın içinde de İsrail’i desteklemeyen organlar elbette var ve İran Devleti bunlardan kurtuluş reçetesini “İsrail bize saldırdı” başlıklı tedavi küründe arayabilir. “İran ne yapsa inandırıcı olurdu?” diye sorulacak olursa, İran, İsrail’e saldırsaydı hakikaten inandırıcı olurdu. Başka sıfata gerek yok!