Yaşadığımız tek gün var: Bugün

Evlerimizde canımızın sıkılmasının yegâne nedeni, kendimizi tanımamamız. Kendimizi tanımış olsaydık, evlerimizi maddî doyuma göre değil, mânevî doyumun nihâî amaç olacağı şekilde donatırdık. Mânevî doyum noktasına ulaşmış olsaydık, maddî açlık korkutmazdı bizleri esasen. Rızkı veren Hüda’dır…

DÜNYA insanları olarak ilk kez bir konuda yekvücût olabildik. Dünya çapında pandemi ilân edildi ve bizler karantinaya aldık kendimizi. Peki, karantina ne demek?

Karantina, İtalyancada “kırk” anlamına geliyor. “Quarantena” da “kırklık” yani “kırk günlük” süreye tekabül ediyor. Venedikliler, 1600’lerin ortalarından itibaren şehirlerine yanaşan gemilerdeki yolculara, hastalık getirmesinler diye kırk günlük karaya çıkma yasağı uygulamışlar.

İtikâf, bir mescitte ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek demek. “Akif” kelimesi ile aynı kökten. Akif ise, “bir şeyde sebat eden kimse” demek. Peki, Allah sabredenlerle beraber değil midir? “Yeryüzü bizlere mescit kılınmamış” mıydı? Öyleyse kendi evlerimiz de birer mescit sayılmaz mıydı? Öyleyse bu süreç bize zül değil, aslında bir lütuf değil midir? Rabbimin merhametine suâl olmaz.

Dünya çapında görülen ve dünya insanlarını bunca yıldan sonra aynı görüşün çatısı altında toplamayı başaran Koronavirüs, biz insanlara hatırlatıcı oldu. “Neyi hatırladık?” derseniz… Unuttuklarımızı…

Hep daha çoğu isterken temel ihtiyacımızın insan kalabilmek olduğunu hatırlattı. Tüm kavgaların boşuna olduğunu, insanın asıl kavgasının kendiyle olduğunu hatırlattı. Kendimizi dünya telâşına kaptırıp kaybolduk, bunu anımsattı. İnsanoğlu her şeyin sahibi değildir, sahip olan tek varlık Allah’tır, bunu hatırlattı. Biz insanoğlu olarak aciz mahlûklarız, bunu bir tokat gibi yüzümüze çarptı. Yarınlarımız varmış gibi yaşarken, aslında bir yarınımızın olup olmayacağını bilmediğimizi hatırlattı. En mühimi, dinimizin öğütlediği şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu bizlere tecrübe ettirerek gösterdi.

Hayatta hiçbir şeyi ertelememiz gerektiğini (“Erteleyen helâk olur” denilmişti bizlere), her bir işimizi zamanında hâlletmemiz gerektiğini hatırlattı. Zamanını aşan şey eziyete dönüşüyor, bunu göstermiş oldu bizlere. “Temizlik imanın yarısı” idi ve imanlı olanlar Allah dışında hiçbir şeyden korkmazlardı, bunu hatırlattı. Yarınlarımız varmış gibi yaşıyorken ölüm her zaman yanı başımızda, Allah bize şahdamarımızdan dahi daha yakındır, bunu anımsattı. Yediğimiz yemeğin, içtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın bir hakkı vardı, bunu hatırlattı.

Kendi yaşam alanlarımızın aslında “yaşamak” için olmadığını gösterdi bizlere; zira insanın en mahremi, en kendine ait olan yeri kendi eviyken, kendi evlerimiz karantina sürecinde zindandan farksız oldu bizlere. Bunun temel nedeni, bizler evlerimizi dahi fenaya göre inşâ eder olduk. Evlerimizin şehir merkezlerine yakın olmasını önemsedik, işlerimize, okullarımıza daha rahat ulaşım sağlamak için rahatsız evlerde yaşar hâle geldik. Doğadan uzaklaşmayı medeniyet saydık, gözlerimizi yeşilden men ederek grilere bulandık. Topraktan gelmiş olan bizler, rûhumuzu beton kalıplarda sıkıştırdık.

Dünyada yaşıyoruz fakat dünyadan bîhaber; yeryüzünde yıllardır işgalci devletlerin hegemonyasında yaşama tutunmaya çalışan mazlumları görmezden geliyoruz. Gözle görülmeyen küçücük bir virüsle evlerimizde hapsolduk, sizce de bu ironik bir mesaj değil midir?

Filhakika, kendimizi bile tanımıyormuşuz, bunu hatırlattı bizlere Koronavirüs. Evlerimizde canımızın sıkılmasının yegâne nedeni, kendimizi tanımamamız. Kendimizi tanımış olsaydık, evlerimizi maddî doyuma göre değil, mânevî doyumun nihâî amaç olacağı şekilde donatırdık. Mânevî doyum noktasına ulaşmış olsaydık, maddî açlık korkutmazdı bizleri esasen. Rızkı veren Hüda’dır…