HİÇ şamar oğlanına ihtiyaç duydunuz mu? Büyük bir ihtimalle siz de bir şamar oğlanına ara sıra şamar atıyorsunuz.
Birkaç tane şamar oğlanı var ve çoğumuz zaman zaman ona veya onlara hakikisinden bir Osmanlı şamarı aşk ediyoruz. Eminim, çevrenizde tanımadığım ya da tanışma fırsatım olmamış şamar oğlanları vardır. Hepimizin bildiklerinden birkaç tanesini şuracıkta yazıvereyim: Hükümet, belediye, İstanbul trafiği, para, mevzuat, eğitim sistemi, tanıdık, erkek milleti, Suriyeliler, diyet, dış güçler, “Kitap okumuyoruz” vesaire.
Son birkaç yıldır gözlemliyorum da yaş/yaşlılık gibi bir konunun da şamar oğlanı olarak işe alındığını fark ettim. Yanlış bilmiyorsam “şamar oğlanı” ifadesi, “alâkalı alâkasız ortaya çıkan bir sorunu başka bir kavramla ilişkilendirip sebebinin o ilişkilendirilen kavram olduğunun söylenmesi” şeklinde kullanılıyor. Meselâ İstanbul’da yaşayanlar bir yere gecikmenin sebebini “İstanbul trafiği” olarak söylerler. Hâlbuki zamanında varmak önemliyse, son zamanlardaki ilgisizlik ve bakımsızlıktan bozulmalar ve aksamalar hariç raylı sistemler gayet iyi şekilde ve zamanında sizi varacağınız yere götürür. Erken çıkarsınız ve zamanında varırsınız.
Eskiden “Kadın olmasaydım…” gibi bir şamar oğlanı vardı. Şimdi kadınlar kadın olarak da istediklerini yapabildiklerini gördüklerinden, bugün bu şamar oğlanını işten çıkardılar.
Bugünlerde bol şamar yemesinden anladığım kadarıyla harıl harıl çalışan, “yaş” adlı şamar oğlanı. Hatırlamalarımdan, hafızamın güçlü oluşundan övgüyle bahseden ve yaşı benden küçük bir arkadaşım, hatırlayamadığı bir şeyden dolayı tutup da “Artık yaşlanıyoruz” demesin mi? Zaten tembelliğini, üşengeçliğini, uyuşukluğunu, kendini geliştirmeyişini yaşlılığa bağlayanları göre göre iyice dolmuşum, fırsat bu fırsat, döndüre dolandıra, evire çevire bir konferans vermişim, sanmam ki bir daha ağzına alsın o lafı.
Kızcağız gerçekten inanıyormuş o söylediğine. Bunu fark edince, doğrusu yüreğim de parçalanmadı değil. Bu durumu neye benzetirim, biliyor musunuz? Cebinde 10 bin TL var fakat parası olmadığını zannedip açlıktan neredeyse ölecek kimsenin durumuna… Bu durumdakilere birinin iyilik yapıp para mara falan vermesi gerekmiyor, sadece, “Ceketinin cebindeki delikten kayıp astarın içine gitmiş olabilir, istersen bir bak” dememiz yeterli. Teknik tabirle, “Gerçek sebep bu mu? Tüm ihtimalleri araştırıp başka alternatif olup olmadığından emin misin?” diye sormuş oluyoruz aslında.
Sen zihnini yönetmek için çaba sarf etme, spor yapma, göz, kulak, kas sağlığını ihmal et, kendini geliştirmeyi, güncellemeyi bırak, ondan sonra da gel Lokman’a, “Ah bu yaşlılık!”, “Bu yaştan sonra” diye başlayan cümleler kur… Bu yazdıklarım onlara az bile, zira şimdi yazacaklarımı görün!
Bu şamar oğlanını bu tiplerin elinden kurtarmazsam, ben de ne olayım!
Diyorlar ki, “Efendim, beden zamanla yıpranmıyor mu?”. Bakımını, gereğini tam yaparsan ne diye yıpransın? Beden bir eşya. Bir eşyayı, bir gıdayı bakterilerden, kimyasal ve fiziksel reaksiyonlardan koruyacak tedbirler alırsan niye yıpransın, bozulsun ya da zarar görsün? Meselâ bir ahşabı kaplıyorsun; vernik, cila, boya yapıyorsun ve evladiyelik oluyor. 3 günde bozulacak hıyarı turşu yapıyorsun, aylarca bozulmadan duruyor. Süt en çabuk bozulan gıdalardan. Öyle bir işleme tâbi tutuyorsun ki, meselâ kaşar yapıyorsun, aylarca, yıllarca bekliyor, değerinden bir şey kaybetmediği gibi eski kaşar olup daha kıymetli hâle geliyor. Argoda kullanılan “kaşar” da olmamak lâzım tabiî.
Yaşlılığın hikâye olduğunu şuradan anlıyorum: Aynı yaşta iki insan var. İkisi de 60 yaşında. Biri telefonda mesaj göndermek için torununu bekliyor; diğeriyle konuşuyorum, üniversitede çevrimiçi vize sınavından çıktığını söylüyor. Telefonda mesaj gönderememenin sebebi yaşlılık mı, yoksa ceketinin cebindeki delikten kayıp giden paranın farkında olmamak ve o ihtimali bilmemek mi?
İki kişiyle tanışıyorum. İkisi de 75 yaşında. Biri balkona girip çıkarken yaşlılıktan dolayı hareket edemeyişini anlatıyor, diğeri hafta sonu bisikletle gittiği kilometrelerce yolun kenarındaki tabiatı.
Engelliler de “engellilik” şamar oğlanını çok çalıştırırlar. İşe girecektir, meslek edinmez; işsizliğinin sebebi “engellilik”tir. Karşı tarafın ilgisini çekecek, onunla birlikte mutlu olacak, beraberlikte üzerine düşenleri yapacak becerileri kazanmaz ama evlenemeyişinin sebebi “engellilik”tir. “Niçin liseyi yarım bıraktın?” sorusunun cevabını tek gözünün görmemesi diye söyleyen bir misafirime, “Bari bunu iki gözü de kör olan bana söylemeyeydin” demek durumunda kalmıştım bir keresinde. Lütfen dikkat buyurun, yaşlılığa göre “engellilik” daha mantıklı gibi bile gelmiş olabilir, gerçek öyle değil.
Yaş meselesi hafife alınacak basit bir mesele değil. Eğer insanlar olumsuzlukların sebebinin yaşlılık olduğuna bir inanırlarsa çok ciddî sorunlar yaşamaya başlarlar. Çünkü yaşlanma edilgen, pasif bir süreçtir. Şuraya bir çöp de koysanız, insan da koysanız, yıllar geçer. Yaşlanmayı sorun ve sıkıntıların sebebi ilân etmek herkesi pasifize eder. Hâlbuki sorunların sebebinin arkasında yatan hakikat çok farklıdır. Yaş ile ilgili şahsen kabul ettiğim bakış açısı şu: Biz doğduğumuzda, Dünya’nın Güneş etrafında dönmesini saymaya başlamışlar. İlk döndüğünde, bana “Bir yaşındasın” demişler, 6 defa döndüğünde ilkokula yazdırmışlar, 18 kere döndüğünde “Artık sen, yapıp ettiklerinden sorumlusun!” demişler, 20 kere döndüğünde erkek olduğumdan askere çağırmışlar, 40 defa dönünce de “Şu bu renk elbiseleri giyme, yaşına (Dünya’nın Güneş etrafında dönme sayısına) göre giyin” demişler… 65’ten fazla dönünce ise bir sözleşme yapacağımda doktor raporu isteyecekler.
Dönme sayısının şahıslara göre etkisinin farklı olduğu durumlar yok değil. Meselâ ülkeyi yönetenler için bu 65 kere dönme olayı farklı sonuç verir. 65 yaşından büyüksen ve ülke yönetiyorsan senden rapor istenmez. Yani her türlü sözleşmeyi raporsuz imzalayabilirsin. Şimdi dönen Dünya aynı, etrafında dönülen Güneş aynı, o zaman bu durum ne?
Bu konudaki son sözü şöyle söyleyelim: Zamanın yaratılış hikmeti, bize şekil versin, kendi zafiyetlerimizi örtsün diye değil, işimizi gücümüzü doğru plânlayabilelim diyedir.