Yarım hoca

Lokman Hekim olmaya soyunmuş hocalar (!) şifâ anlatıyorlar. Bilir bilmez uygulanan reçetelerle insanlarımız sağlığından ediliyor. Sosyal medyada reklâmları çokça çıkan zayıflama çayları, hapları ve şuruplarına “Dur” diyen bir merci yok ülkemizde. Kaç tanıdığım bu ürünler yüzünden hastanelik oldu, sayısını bilmiyorum!

DERLER ki, “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder”. Dinimiz hakkında ahkâm kesenler için ne denir, ne yazılır, bilemem, ama “Yazmamak vebâl olur” diye düşünerek sarıldım kaleme.

Yıllardır aradığım, geçen yıl Öğretmenler Günü’nde bulduğum öğretmenimin söylediklerini yazmam gerektiğini hatırlattı bana bu düşünce. 80 yaşındaki öğretmenim, malûm, Atatürk İlke ve İnkılâplarına son derecede bağlı bir Cumhuriyet kadını. Kur’ân-ı Kerîm’i Arapça okunduğu için hiç anlamadığını, “Abdestsiz, başı açıkken okunmaz” denildiği için hiç eline almadığını söylemişti. Tâ Yaşar Nuri Öztürk’ü dinleyinceye dek... Böylece Türkçesini okumaya başlamış. Anlamış. Sadece anlamış. Ama hiçbir hükmünü uygulayamamış. “Yaş geçti tabiî” dedi, “Umreye gittim ama örtünmedim. Çünkü örtünmek şart değil”. Buna bir şey diyemem, kendi tercihi, ama gel gelelim, dinimize verilen zararlara üzülmemek elde değil.

Verdikleri fetvâlarla insanımızı nasıl da zehirlemişler! Yıllar yılı sevgili din adamlarımızın yetersizliği yüzünden dinimiz kimlerin eline kalmış?! Tabiî din adamları korkutan, ürküten ve zorlaştıran fetvâlar verince, bu gibi bana göre sözde ilâhiyatçılar, şirin görünmek adına tavizlere kapı açtılar. Tabiî hayatlarında namaz, Kur’ân veya oruç yer almayınca, nefislerine kolay gelen fetvâlar yön verdi bir kısım insana. “Abdest şart değil”, “Namaz üç vakit yeter”, “Örtünme emri Kur’ân’da yok” gibi söylemler kabul gördü.  Yıllarca din yasaklandığı için öğrenemeyen millet, böyle şahısların dümen suyuna bıraktı kendisini.

Bizler şanslı kesimdeniz, elhamdülillah. Rahmetli babacığım beş vakit namazını kılan, Ramazan’da her iftar ve sahur vakitlerine çok değer veren, oruç tuttuğumuzda bizleri ödüllendiren, dini hikâyeler anlatan, Kur’ân’dan kıssalar okuyup aktaran biriydi. Anne tarafından sülâlemse tıpkı öğretmenim gibi din ve imandan bîhaber ömür sürdüler. Allah taksiratlarını affetsin.

Dayım askerdi. O zamanki ordu malûm... Anneannemi namazdan men etmişti. Çok üzülürdü garibim. Dayımın evde olmadığı saatlerde gizli gizli kılardı. O olunca kılamadıklarını kazâ ederdi. Beş kız kardeşin tek erkek kardeşi idi. Mizaç olarak sert biriydi, bu yüzden aile fertleri dediğinden çıkamazdı. Rahmetli anacığımın başörtüsünü açtırmaya kalkınca babacığım resti çekmiş, bir daha bayramlar dışında görüşmez olmuşlardı. Ben anneanneme aşırı düşkün olduğumdan, hele yatılı okullu olunca sık sık anneannem ile kalırdım. Dört teyzem de dayımın etkisinde kaldıklarından, güzel dinimizin hiçbir gereğini yerine getiremediler. Tabiî biraz da işlerine geldi sanırım. Merhametli ve dürüstlerdi, o yönleri dolayısıyla taksiratlarını affetsin Allah.

Dinimizde yeri olmayan hurafeler revaçtaydı onlarda. Mübarek gün ve gecelerde helva yapmak, komşulara dağıtmaktı işleri. Ne yazık ki, ibadetleri bundan ibaretti. En küçük teyzem, dedem namaza durduğunda reçel dolu kâseyi secde edeceği yere koyar, sonra geçip karşısına gülerdi. Adamcağız gülme krizine girer, namazı bozardı. Namazın değerini bilmeyince, bunun adı da “şaka” idi...

Sevgili öğretmenim şu an, felç geçirdiği için yatağa mahkûm. Her ziyaretine gidişimde pişmanlığını dile getirip gözyaşı döküyor. Bir yanda amansız hastalığa yakalanmış kızı için 70 küsur yaşında camiye gelip duâ etmek isterken hidâyete eren, diğer yanda geç kaldığı ve sağlığı müsaade etmediği için pişman olarak ağlayan iki kadın... Kimler sebep oldu bu durumlarına? Yıllar sonra bulduğum öğretmenimi evimde misafir ettiğim gün söylediklerine o kadar üzülmüştüm ki… O akşam çok duâ ettim onun için.

İki gün sonra İstanbul’a, evine dönecekti. Telefonunu defalarca aradım, cevap alamayınca gelinini aradım. Bizden gittiğinin ertesi günü felç gelmiş, hastaneye kaldırılmış. “Konuşamıyor, yürüyemiyor” dedi gelini. Yoğun bakımda olduğundan, ziyaretine gitmemin bir anlamı olmayacağını söyledi. Ankara’da günlerce hastanede kaldıktan sonra İstanbul’a, evine götürdüler. Artık oraya gittiğim zamanlarda ziyaret ediyorum kendisini. Her seferinde beni görünce ağlamaya başlıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ama anlayamıyorum!

Gürcü bir bakıcısı var; oğlu, sabah akşam uğruyor ve her şeyiyle yakından ilgileniyormuş. Bakıcısı bana, “Sen gelince böyle oluyor, ağlıyor, konuşmaya çalışıyor” dedi. O zaman bana geldiğinde konuştuklarımızı hatırladım. “Namaz, oruç, hac şart değil” demişti, “Kalbin temiz olsun, insanları, hayvanları sev, kolla… O da ibadet!” demişti. Ben de, “Elbette öyle, ama ibadet ile de mükellefiz Hocam” diye karşılık vermiştim. “Hiç öyle bir mecburiyet yok kızım” demişti. Yaşar Nuri Öztürk’ün etkisinde kalıyordu. Zaten devrinin öğretmen okulları da belliydi.

Sonra çocukluk arkadaşım geldi aklıma. Beş vakit namazını kılan dindar bir annenin kızı idi. Kur’ân kursuna gidip her yaz hatim indirirdi. Çok edepli giyinirdi. Sonra öğretmen okulunda yatılı okudu, öğretmen oldu ve aynı öğretmenimin söylediği şeyleri söylemeye başladı. Ramazan ayı yaklaşınca ülserleri tutanlardan oldu. Bir nesil böyle hebâ olup gitti.

Sonra özel televizyonlar girdi hayatımıza. Devlet televizyonlarında her şey uluorta konuşulmadığından, absürt konular işlenemiyordu. Kendisine “hoca” diyen herkes ahkâm kesmeye, böylece beyinler yıkanmaya başladı. Dinde reformcular, milleti zehirlemeye koyuldular. Zaten bilgimiz o kadar azdı ki her denilene inanır olduk. Sonra aileyi bitiren, yakan diziler… Bütün gayr-i meşru ilişkileri mubahmış gibi sergileyen diziler… Çocuklar ve gençler böylece yıllardır zehirlenmeye devam ediyor. Marka merakı ile tüketim pohpohlanıyor, AVM’lerse bunları desteklercesine çoğaldıkça çoğalıyor.

Sağlığımıza gelince… O da Allah’a emanet… Bu konuda da Lokman Hekim olmaya soyunmuş hocalar (!) şifâ anlatıyorlar. Bilir bilmez uygulanan reçetelerle insanlarımız sağlığından ediliyor. Sosyal medyada reklâmları çokça çıkan zayıflama çayları, hapları ve şuruplarına “Dur” diyen bir merci yok ülkemizde. Kaç tanıdığım bu ürünler yüzünden hastanelik oldu, sayısını bilmiyorum!

Ne çok konu var şikâyetçi olduğumuz, bu seferlik bu kadar yetsin! İnşallah sadece tam hoca ve tam doktorlar olsun hayatımızda!