Yarım bakışlara tam hükümler

Eskilerin kimi söylemlerinin günümüz gözlemlerine uy(a)madığını gördüğümüzde eskideki söyleme sadakat adına mazide diretemeyiz. Nitekim Hazreti Mevlana’nın da buyurduğu üzere, “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım”.

TANIMLAR, ancak gözlemler çoğaldıkça sağlıklı hale geliyor. Siyasetten spora, beşerî ilişkilerden hukuka değin geçerli olan bu yargıyı isterseniz doğa ve Türkçe üzerinden örnekleyelim.

Malum, “kaplan” diyoruz, “aslan” diyoruz, “sırtlan” diyoruz. Her üç hayvanın da isimleri “-lan” hecesiyle bitiyor. Bu durum tesadüfî müdür? “Olmaması lazım” düşüncesindeyseniz, bu üç gözlemin vermiş olduğu ilham ile “Türkçede ‘-lan’ eki yırtıcı hayvanların isimlerinde kullanılır” diyebilirsiniz. Oysa “yılan” diye bir kelimemiz daha var. Şimdi yılan yırtıcı bir hayvan mıdır? Teoriden bakacak olursak, ‘-lan’ eki ile bittiği için yırtıcı sayılmalıdır. Peki, pratikte durum nasıl? Her ne kadar insanların canını yaksa da netice itibariyle yılan yırtıcı bir hayvan değil. 

Ne oldu şimdi? Önümüzde üç yol var: 

a) Her ne kadar pratik durum içimize sinmese de evvelce emek verilmiş olan teorinin hatırına yılanın yırtıcı bir hayvan olduğunda ısrar edeceğiz. 

b) “-lan” eki ile hayvan isimleri arasında bir ilişki olmadığını düşünerek bu tür konularda teorik izahlar yapılamayacağına hükmedeceğiz. 

c) Eski teoriyi bir şekilde geliştireceğiz. Belki de yepyeni bir teori bulacağız. 

İsterseniz şimdi de disiplin değişikliği yapalım ve aynı örneği muadil meseleler üzerinden ele alalım. Görürüz ki, (a) şıkkınını seçen fıkıhçı, kendi sahası açısından “İçtihat kapısı kapanmıştır. Evvelki nesillerin her şeyi düşünüp ilmi tastamam ettiklerine inanıyoruz” demektedir. (b) şıkkına yönelen kişi ise, “Din her şeyi izah etmek zorunda değil” derdindedir. 

Her ikisinin ortak paydası nedir? Daha fazla akledememek veya akletmekten korkmak… Nitekim böylesi durumlarda ilkine “din(i)dar yobaz”, ikincisineyse “seküler yobaz” diyoruz.

Peki, (c) şıkkına yönelenler ne yapacaklar? Öncelikle gözlemlerini arttıracaklar. Eski teoriyi inceleyecekler. Eskideki hükmün sebebine eğilecekler. Yani onun özünü, ruhunu anlamaya çalışacaklar. 

Örneğin kendisine dönecek olursak, bu kez şunu görürüz: Aslan olsun, kaplan yahut sırtlan olsun, hiç fark etmez, her üçünün de saldırı esnasında kullandıkları en etkili organları dişleri. Ne oldu şimdi? Bu yoruma kolaylıkla “yılan”ı da ekleyebiliyoruz. Bu son tespitimizi nazarî bir dile aktaracak olursak, diyebiliriz ki “Türkçede ‘-lan’ eki, dişleriyle avlanan veya dişleriyle düşmanlarına saldıran hayvanlar için kullanılır”.

Böyle yapınca “eski” doğrumuz, “yeni” gözlemi ve ihtiyacı da kapsayacak şekilde ifade buldu. Ta ki yepyeni bir gözlem, şu anki teoriyi de zorlayana değin… 

Evet, belki kimi okurlarımızın aklına çoktan “ceylan” kelimesi de gelmiştir. Evvelce aslan, kaplan ve sırtlan için kurduğumuz, sonrasında yılanı da dâhil ederek revize ettiğimiz teorimiz bu son örnekle birlikte çöküverdi. Karşımızda yine (a), (b) ve (c) seçenekleri belirdi. Akletmeyi ve bu uğurda uğraşmayı vazeden son şıkka yönelecek olursak, bu beş hayvan ismini de kuşatıcı olan yeni bir teoriye ulaşmak zorundayız. Bu kez söylemimiz şöyle belirebilir: “Türkçede ‘-lan’ hecesi ile biten hayvanların derileri beneklidir.”

Evet, bu son izah beş örneği de kuşatmış durumda. Yırtıcılıktan keskin dişlere uzanan teori, derinin görünümüyle nihaî halini bulmuş oldu. Tabiî yine biricik şartla: Bu teorinin kapsama alanına giren mevzuda yeni ve aksi bir örnekle karşılaşana değin… 

Tüm bu beyin jimnastiğinin nihayetinde Zümer Sûresi 18. ayeti hatırlıyoruz: “Onlar sözün tamamını dinlerler ve en güzeline tâbi olurlar.” Bu ayetin ışığında şunu da anlıyoruz ki, bakışlar yarımken tam görüşler çıkamıyor. 

Yazımızın başında da ifade edildiği üzere, yukarıdaki örneği siyasetten spora, beşerî ilişkilerden herhangi bir bilim dalına değin hayatın her alanına yayabiliriz. Ve eskilerin kimi söylemlerinin günümüz gözlemlerine uy(a)madığını gördüğümüzde eskideki söyleme sadakat adına mazide diretemeyiz. Nitekim Hazreti Mevlana’nın da buyurduğu üzere, “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım”.

Dünü aşan ve yarını da kuşatacak olan bugünün sözlerinde bulaşabilmek ümidiyle…