Yargı militanlığı

Mustafa Fevzi Bozer, 1951’de, “Yargıçlara tam teminat verilme lâzımdır. Devletlerin en aslî vazifesi adalet dağıtmaktır” demiştir. Bu görüşün temeli ise adaleti yargıçla eşit görmektir. Yargıçlara istenen teminat, doğrudan yargıç vesayetinin bir safhasıdır. Çünkü yargıçlar bu teminat ile seçilmişlere karşı göğüslerini şişirebileceklerdir.

HUKUK devleti olma çabasının önemli unsurlarından biri, yargının tarafsız ve bağımsız olmasıdır. Yönetim karşısında bağımsız ve toplumsal kesimler karşısında tarafsız olan yargı kararlarında adaletin tahakkuk etmesi beklenir. Aksi hâlde yargı, iktidarın ya da bir kesimin diğerine karşı kullandığı bir tedip (edeplendirme), tenkil (düşmanı ortadan kaldırma) ve hizaya getirme, öç alma aracına dönüşür.

Hukuk devleti olma çabasındaki Türkiye’nin bu alanda kat ettiği mesafeler ibretlik hikâyelerle doludur.

Tek parti zamanında (1923-1950) yargının yeri ve misyonunu bir dönem Adalet Bakanlığı yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt (ö.1943) şöyle açıklamıştır: “Devrimleri hayata geçirmek, Türk yargısının yegâne gurur kaynağıdır.”

Görüldüğü gibi yargı, bu dönemde taraftır. Taraf olması ile de gurur duymuştur. Bu gururu sadece Bozkurt’un kişisel bir tercihi olarak düşünmek yersizdir. Çünkü Ocak 1923’te Kemal Paşa, İzmit’teki basın toplantısında yazılı olmayan “bir inkılap hukukundan” söz etmiştir. Tek parti idaresinde yargı çoğu kez yazılı olmayan inkılap kanunları ile tedip ve tenkil yaparak yoluna devam etmiştir.

Yazılı olmayan inkılap hukukunun uygulamasını sadece İstiklâl Mahkemelerinde aramak yeterli değildir. Her kademedeki mahkemeler, iktidarın tek partinin öngörüleri doğrultusunda bir tedip ve tenkil aracı olarak kullanılmışlardır.

Yargının giderek bağımsız bir güç durumuna gelmesi, özellikle adlî yıl açılış törenleri ile iktidardan hesap sormaya heveslenmesi ya da iktidara karşı meydan okuma gösterisi 1950 Seçimlerinden sonra ortaya çıkmıştır. İlk adlî yıl açılış töreni 1943’te yapılmıştır. Bu törenlere tek parti idaresi 1943’te neden ihtiyaç duymuştur? Tek parti diktatörlüğünün yol açtığı bunalımları ve İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği geçim derdinden dolayı halka karşı yargı yoluyla kendini güçlendirme isteğinin bir sonucu mudur? Yargıyı tedip ve tenkil etme aracının dışında, tek parti idaresinin bir propaganda aracı olarak kullanma beklentisinden midir? Belki her ikisinin bir sonucu olarak 1943’te adlî yıl açılış törenleri başlatılmıştır.

İlk adlî yıl açılış töreninde konuşan Yargıtay Başkanı Halil İbrahim Özyörük, “Müsaade buyurunuz da sözlerime başlarken buradan, Cumhuriyet Hükûmetimizin beni Sayın Temyiz Heyetinin en yüksek mevkiine getirmekteki lütufkâr teveccühünden ötürü duyduğum bahtiyarlığı ve şükranı da arz edeyim.”

Bir sonraki adlî yıl açılış töreninde aynı Yargıtay Başkanı Halil İbrahim Özyörük, “Bu tatlı hatıraların en nadide ve en çok gurur verici olanı, milletimizin Büyük Şefinin Temyiz Mahkememizi ziyareti teşkil ediyor. Bu suretle hâdiseyi temyiz için uğurlu bir devir başlangıcı saymaktayız. Ve çünkü biz biliriz ve takdir ederiz ki, devlet reisinin bu işe gösterdiği yakın ve sıcak ilgi, milletçe yükselme yolunda bulunduğumuzun müsbet ve münakaşa kabul etmez delili ve teminatıdır.”

Görüldüğü gibi Yargıtay Başkanı, “Milletimizin Büyük Şefi” dediği İsmet İnönü’nün bir yeri ziyaretini uğur sayan bir anlayışın sahibidir. Şef, Yargıtay’ı ne kadar çok ziyaret ederse, uğur da o kadar artacaktır. Doğal olarak ziyaret etmez ise, Yargıtay, hatta bütün adliye için uğursuzluk olacaktır. İnönü’ye hitap şekli de, “Milletimizin Büyük Şefi” diyerek bir parti delegesi aksanındadır. Efendi-kul ilişkisi düzeyindedir. Yargıtay Başkanı, her türlü iyiliği efendide gören, bağlılığını sunmak için bahaneler arayan bir kul durumundadır.

Dönemin Yargıtay başkanının sözlerini yalnızca kendi duygularını açıklayan cümleler olarak anlamak gerçekçi olmaz. Muhtemelen adliyenin ezici çoğunluğunun duygularına tercüman olmuştur.

Yargıtay’ın ve adliyenin bu uğurlu yılları zamanla göstermiştir ki, koyu bir istibdat ve mutlakıyet yaşanmıştır. Milletin yükselmesi yoluna değil, istibdadın yoluna hizmet etmiştir. Belki bazılarının kişisel ikbâlleri için efendilerine kendilerini takdim etme fırsatı verdiğinden ilerlemelerine sebep olmuş ise de asla milletin ilerlemesine katkısı olmamıştır. Aksine, milletin karamsarlığını arttırmış, adliyeden umudunu kesmesine yol açmıştır.

***

Dönemin Yargıtay Başkanı, 1949’daki adlî yıl açılışında, “Yargı erki, başlı başına mevcut ve bağımsız bir kuvvettir. Onun bu bağımsızlığı, Devlet içi diğer kuvvetlere zıd bir varlık olması demek değildir. Bilâkis diğer kuvvetlerin gereği gibi iş görmesini kolaylaştıracak bir istikrar unsuru olacağı demektir” ifadesini ileri sürmüştür. Yargının bağımsız ve ayrı bir güç (erk) olduğu fikri nihayet ortaya çıkmıştır.

Ancak yargının ayrı bir güç olması, iktidara karşı, CHP’ye karşı bağımsız olmak anlamında değildir. Diğer kuvvetlerin yani yasama ve yürütmenin gereği gibi iş görmelerini kolaylaştıracak bir unsur durumundadır. Yardımcı kuvvettir. Zaten parti şefinin Yargıtay’ı ziyaret etmesi de yargı için bir uğur değil midir?

Türkiye’de yargı mensuplarının, özellikle de yüksek yargı mensuplarının hukuk bilincine ulaşmaları, bir çeşit hidayete ermeleri 14 Mayıs 1950 Seçimlerini CHP’nin kaybetmesi ile mümkün olur. Birdenbire yargının yasama ve yürütmeye karşı ayrı bir güç olduğundan, hatta yasama ve yürütmeye karşı bağımsız bir güç olmasından söz etmeye başlamışlardır. Nitekim Eylül 1950’deki adlî yıl açılış töreninde dönemin Yargıtay Başkanı Mustafa Fevzi Bozer, “Yargıç var, güven ile göğüslerini şişirerek hükümdarlarına meydan okuyan milletler, her zaman medeniyet sahasının ön safında yer alacaklardır. Millete bu ruh haleti yaratmaya muvaffak olan yargıç, millete bu ön saftaki yeri hazırlayanların başında gelir. Bu mazhariyete ermek, adlî hayatımızın son gayesi ve yegâne şeref pâyesidir. Salim vicdanlarınızın bütün heyecanıyla bu gayeye doğru yürürken hepinize parlak başarılar dilerim” beyanında bulunmuştur.

Özgür seçimle Kemalizm’in iktidarını kaybetmesi yargının tadını kaçırmıştır. O güne kadar “hükümdarın/iktidarın devrimlerini hayata geçirmeyi” gurur bilen yargı, birdenbire seçilmiş iktidara karşı göğüs şişirmekle övünme dönemine girmiştir.

Tek parti müstebitlerine karşı hatırlanmayan göğüs şişirme, milletin seçtiklerine karşı hatırlanmıştır. Bu göğüs şişirmenin “bağımsız ve tarafsız yargı” bilinciyle oluştuğuna inanmak için bir neden yoktur. Yargının bu dönemde önceliği değişmiştir. Önceden tek parti icraatı (devrimler) için tedip ve tenkil misyonuyla hareket eden yargı, 1950’den sonra tedip ve tenkil kapsamına iktidarı (seçilmişleri) da almıştır.

Yargı, milletin seçtiklerini inkılaplar hususunda ülke için birer tehdit saymıştır. Ne idüğü belirsiz bir medeniyet söylemi ağızlara ve yargı kararlarına pelesenk olmuştur. Aslında buradaki medeniyet vurgusu tek parti istibdadının siyâsî hedefleri ve milleti Batılılaştırma takıntısıdır. Yüksek yargının “medeniyet” dediği, Batılılaşmanın militan bir tetikçisi gibi davranmaktır. Bunun somut örneği, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra “Yüce Dîvan” adıyla kurulan Yassıada tiyatrosudur.

Aynı Mustafa Fevzi Bozer, 1951’de, “Yargıçlara tam teminat verilme lâzımdır. Devletlerin en aslî vazifesi adalet dağıtmaktır” demiştir. Bu görüşün temeli ise adaleti yargıçla eşit görmektir. Yargıçlara istenen teminat, doğrudan yargıç vesayetinin bir safhasıdır. Çünkü yargıçlar bu teminat ile seçilmişlere karşı göğüslerini şişirebileceklerdir. Böylece bütün adlî yıl açılış törenlerinde bu içerikteki benzer konuşmalar ile yargı vesayeti kurulmaya, seçilmişlerin iktidarına “seçilmeden” de ortak olmaya çalışılmıştır.

27 Mayıs Askerî Darbesi’nden 20 gün sonra darbeciler tarafından Yargıtay Başkanı yapılan Ahmet Recai Seçkin, Yargıtay’da darbeci olmayanların tasfiyesine öncülük etmiştir. 1 Eylül 1960’daki adlî yıl açılış törenlerinde Seçkin, yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatının bir teamüle dönüşmesinden dolayı darbecilere şükranlarını sunmuş ve 27 Mayıs darbe yönetimiyle hukuk devleti olma yoluna kesin olarak girildiğini ileri sürmüştür.

Milletin seçtiklerini devirerek millet egemenliğini gasp eden bir darbe yönetimiyle hukuk devleti olma yoluna kesin olarak girildiğini iddia etmek, dönemin yüksek yargı mensuplarının hâlâ Mahmut Esat Bozkurt ile aynı kumaştan olduğunu göstermesi bakımından ibretlik bir örnektir.

Darbeden sonra teşekkül ettirilen HSK benzeri kurumlar ise yargı vesayetini teminat altına almış, yargı üzerinde Adalet Bakanlığı’nın (dolayısı ile seçilmişlerin) tasarruflarını ortadan kaldırmıştır. 1961 Anayasası (madde 137) ile yargıda “devrim muhafızlığı” söyleminin yerini “kutsal adalet muhafızlığı” ifadesi almıştır. Bu dönemde sosyal ve siyasal hayatın her alanında son sözün yargıçlara ait olmasının vurgulanması, yargı vesayetinin zirvesidir. Böylece yargı, seçilmeden seçilmişlerin iktidarına ortak olmuştur. Böylece yargı, demokrasinin önünde bir engel durumuna gelmiştir.

1960’a kadar Yargıtay başkanı hükûmet tarafından atanırken, 1960’dan sonra darbeciler tarafından atanmıştır. 27 Mayıs cunta lideri Cemal Gürsel’in Yargıtay’a yaptığı ziyaret esnasında Ahmet Recai Seçkin’in yaptığı konuşma da bir efendi-kul ilişkisi mahiyetindedir ve “darbeciler ile yargı arasındaki ontolojik ilişkiyi” göstermektedir.

***

“Millî Birlik Komitesi” denilen darbe yönetimi kararı ile (22 Ağustos 1960) yeteri kadar sabit ve gezici “İnkılap Mahkemelerinin kurulacağı” ilân edilmiştir. Yassıada tiyatrosu da işte bu kararın sonucudur!

1950 Seçimlerinin ardından yargıda başlayan normalleşme, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra terk edilmiş ve “yargı yeniden militanlaşmıştır”. Militanlaşma, adaletten ve rasyonaliteden uzaklaşan, kin ve nefrete dayalı bir uygulamadır. Yani tedip ve tenkil faaliyetidir. Milletin egemenlik hakkına ortak olmak veya gasp etmek demektir. Milletin seçme hakkının önünde, “yargı” adıyla bir duvar inşâ edilmiştir. Bu duvar ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yıkılmıştır.

 

Adli Yıl Açılış Konuşmaları

https://www.yargitay.gov.tr/kategori/74/adli-yil-acilis-konusmalari.

Prof. Dr. Osman Can, “Adli Yıl Açılış Konuşmaları”, Liberal Düşünce, Yıl: 19, S.75, Yaz 2014, s.81-91.

Doç. Dr. Mustafa Taşkın, “Adli Tatilin Yargısal Verimliliğe Etkisi”,   

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/155598.

Kemal Özeren, Türk Hukukunda Adli Yıl Açılış Konuşmalarının Sosyolojik Analizi (1943-2001), Yüksek Lisan Tezi, Ankara 2020.

Vural Savaş, Militan Demokrasi, İstanbul 2000.

Yıldıray Oğur, “Bugün O Konuşmalar Yapılabilir mi?”, Karar Gazetesi, 02-09-2019.