Yardıma katkı veren herkes başımızın tacıdır

Depremi bekliyorlarmış. Beklerken bazılarında hararet epey yükselmiş. “Böyle bir fırsat kolay bulunmaz” deyip atağa geçtiler hemen. O kadar çok yalan haberle karşılaştık ki saymak zorlaştı. Her saat içinde üç dört tane yalan haber üretmeyi başardılar. Ortak nokta malûm, devlet ve millet düşmanlığı.

İLKOKUL ders kitaplarında Kızılay ile ilgili konular işlenirdi. Neredeyse asır kadar geçmişte kalan o konuları hatırdan çıkarmak mümkün değil.

Fotoğraflar da vardı ama renkli resimler daha güzeldi. Deprem, sel gibi afetler yaşandığında Kızılay hemen yardıma koşar, çadırlar kurardı. Ateş yakıp kazanlarla yemek yapar, afetzedelere dağıtırdı. Öyle öğrenmiştik.

Ressamlar tepesi sivri, üçgen biçiminde beyaz renkli küçük çadırları o kadar güzel çizmişlerdi ki çocuk aklımızla özenmeye yaklaşırdık. Depremin, selin ne olduğunu tam anlamadan, bilmeden…

Bugünün çadırları ise daha geniş, daha kullanışlı, daha sağlam. Soğuk ve sıcağa karşı daha mukavim olduğunu da tahmin edebiliriz.

Fakat tahminden öte, çok iyi bildiğimiz bir şey var: Allah kimseyi çadıra mecbur etmesin!

Çadırda hayat kurmanın zorluğu bir tarafa, öncesinde yaşananların ne kadar ağır, ne kadar acı olduğunu son günlerde hep beraber gördük.

*

“Maraş’tan bir haber geldi

Dediler ki Meyrik öldü…”

Pazarcık Damlataş köyü kaynaklı bu Âşık Mahzuni Şerif türküsü, “Keşke Meyrik ölmeseydi” diye devam eder.

Biz, “keşke”den sonra başka türlü devam etmek durumundayız bugün. Keşke tek ölen o olsaydı. Nice canlar gitti Kahramanmaraş merkezli depremlerde ve biz nice ölüm haberi aldık.

Bir beyefendi, Anadolu ereni, irfan bekçisi, zarafet timsali, dost, gerçek bir aydın Ahmet Doğan İlbey de eşiyle beraber depremde can teslim etti.

Arkadaşlarımız, tanıdıklarımız, akrabalarımız…

Çoğu değil, hepsi evsiz barksız kaldı.

Konteyner ve çadırlardan mahalleler kuruldu da adına “çadırkent” denildi.

Asya’nın ortalarında değiliz ve bu zamanda çadırlardan kent olmaz ama böyle ifade ediliyor.

Erzincan Depremi

27 Aralık 1939’da, gecenin 2’sinde, Erzincan’da 7,9 büyüklüğünde bir deprem oldu. O zamanlar adı “zelzele” idi. (Bizde kelimeler çabuk eskir. Bir müddet sonra değiştirme alışkanlığı vardır.)

52 saniye sürdü. 116 bin 720 bina yerle bir oldu.

32 bin 968 can kaybı, 100 bin yaralı!

Ayakta kalan tek bina, gar binasıydı, hemen hastaneye çevrildi.

Sıcaklık sıfırın altında 30 dereceye kadar indi. O soğukta insanın ağzından çıkan sözler bile donar.

Kurtarma çalışmalarına cezaevindeki mahkûmlar da katıldı.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü deprem bölgesine gitti. İncelemelerde bulundu.

O sırada yaşlıca bir kadın geldi, cumhurbaşkanına sarıldı.

Sıfırın altında 30 derece görünen bir yüz ifadesiyle, heykel gibi duruyordu İnönü.

Ne bir şefkat, ne bir tepki. El, kol veya baş hareketi de yok. Tam bir donukluk! Aşırı soğuktan mıdır nedir, fotoğraf gibi, resim gibi, heykel gibi dikiliyordu. Zaten daha sonra o sahnenin heykelini yapıp diktiler Erzincan’a.

Devlet o zamanlar “çatık kaş” demekti. Sıcaklık gösterilemezdi. Cıvıklık sayılırdı.

Nereden biliyoruz? Orada mıydık?

Yok, değildik. Çekim yapılmış, görüntüleri seyretmiştik vaktiyle. Bir süre önce tekrar baktık. Yanlış hatırlamıyoruz.

Yalan furyası 7/24

Depremi bekliyorlarmış. Beklerken bazılarında hararet epey yükselmiş. “Böyle bir fırsat kolay bulunmaz” deyip atağa geçtiler hemen.

O kadar çok yalan haberle karşılaştık ki saymak zorlaştı.

Her saat içinde üç dört tane yalan haber üretmeyi başardılar.

Ortak nokta malûm, devlet ve millet düşmanlığı. Önce Hükümet’e vuruluyor görüntüsü ile karşılaşıyor yalan haberlere maruz kalanlar. Biraz kurcalayınca, asıl hedefin Hükümet’ten de öte, Devlet ve millet olduğu anlaşılıyor.

Kimi içeride, kimi dışarıda…

Var güçleriyle 7/24 çalışıyorlar.

Hayatta kalınabileceğine inansalar, nefes bile almayacaklar.

Bazıları zenginliğine güveniyor, bazıları şöhretine. Uzun boyunu avantaj belleyenler bile var. “Koçum benim” diyesi geliyor insanın bunlara, “Şu koca dünya nice zenginler gördü. Nice meşhurlar geldi geçti”.

Boy meselesi ise en komik olanı tabiî. Tamamen psikolojik. Tamamen yanılgı. Sırıkta da boy var ama ceviz dokumaktan başka bir işe yaramıyor.

Hepimizin iyi tanıdığı bir “Provokatör Dr” var.

İşi gücü sığınmacılara çatmak. Oradan puan toplayacağını sanıyor. Zavallı mahlûk.

Bir genci hırsızlık yapmakla suçladı. “Arap” dedi, “Suriyeli” dedi; Türk çıktı. Hem de kurtarma çalışmalarına katılan gönüllülerden…

Kendi cebindeki telefonu çıkartıp diğer cebine koymak isteyen delikanlı, suçlama karşısında şaşırdı, kızdı falan ama iyi oldu.

Şimdi dâvâ açacak. Kazanacağı tazminatı da depremzedelere bağışlayacak.

Ha gayret, yeni iftiralar için hazırlık yapıla!

Garo

Garo, paylanmış. Paylayan, bir depremzede. Yalana, suiistimale tahammül edemediği için haykıran bir vatandaş… Kendisini kullandırmak istememiş. Devlet’e iftira atmak için alet olmayı kabullenmemiş ve Garo’ya bağırmış.

Helâl olsun!