
HER şeyin ifrat
derecesinde çok olduğu bu (modern) zamanlarda, aslında çokluğun bir nimet
olmadığını fikir ediyor insan. Yokluk kadar çokluk da cinnet sebebi imiş demek.
“Haz, hız ve zevk” diyor şimdi tüm tatminsiz ruhlar. Haz anlık, hız baş
döndürücü, zevk sadece göstermelik…
Ruha
dokunan, içe/öze sirayet eden bir şey yok aslında. Birileri ile yarış,
başkalarına gösteriş zannetme ve zanna uğrama arasında unutulmuş hakikatler...
İnsan olabilme, insanca yaşama, doğaya, yaratılmış her canlıya ve eşyaya hikmet
gözü ile bakabilme, yardımlaşma, fark etme, hatta hayret etme bile tarihin
tozlu sayfalarına geçti bu asırda.
Bizi
yöneten bir üst gücün esiri olduk sanki. Medya baronları ve silah tacirleri
internet, televizyon, telefon, sinema, reklâm, moda ile bize neyi, niçin, ne
zaman, nasıl ve ne kadar yapacağımızı bir güzel enjekte ediyorlar. Bizi yönetecekleri
bir hayat için; hem de zehri şerbet tadında sunarak… Artık her şeye hikmet ve
hayret gözüyle bakmıyoruz kendimizden başka: “Sen özelsin, sen güzelsin! Sadece
sen varsın, sen varsan dünya var! Kendini sev, sev, sev! Öyle ki, kendi tanrını
yarat kendin olmayan kendinden. Her şeyi kendinle ölç, biç, tart! Senin
terazine uygun olmayanı reddet, sorgulama, yok say! Sana hizmet etmeyeni ezip
geç! Sadece al, hiç verme ve hep sana verilsin.”
Bu
gidişe “Dur!” diyemezsek içi boş küçük tanrıcıkların birbirini yediği ve bunu
izleyen bâtılın yarattığı kaosu, nefsini doyurmuş bir hayvan rehavetiyle
seyredeceği günler yakındır ne yazık ki: “Al, bugün kullan, yarın at! Modanın
rengi bu ay yenilendi, demode kalma. Sev, ama seni severse… En ufak bir
yanlışta kaldır at kullanılmış mendil gibi. Gez ama etrafı sen değil, senin
karenden başkaları izlesin, çatlasınlar kıskançlıktan. Kendine özen göster. Ama
yaratılmış en güzel hâlde olduğunu unut. Yaptır her yerini, kestir, biçtir,
boyat, tıraşla, boz özgün ve eşsiz seni Yaratan’ın sana emanet ettiklerini. Kendini
yeni baştan yarat, yaratılmış insanların eline teslim et, tüm dünyada tek olan
senin nasıl aynılaştırıldığını seyret. Az çalış, çok kazan ki zevkin için
harcayasın. Öyle ya, dünya senin için var ve her şey sana, her şey senin olmalı.
Helâl haram arama, sana dokunmayan yılan bin yaşasın! Yediğin, kullandığın her
şey helâldir sana. İsrafın dibine vur tüketirken. Sensin tek ve önemli olan bu
dünyada, gerisi teferruat! Sana alkış tutması, seni kutlaması, seni onaması
gereken diğer zevat…”
Bu
gidişe, bu çılgınlığa, bu ifrata “Dur!” deme zamanı şimdi değilse ne zaman? Her
birimiz dilimizin dokunduğu, aklımızın el verdiği, uzanabildiğimiz her cana
dikkatle, şefkatle, sevgiyle değmeye başlasak mı artık? O parmak sallayıp üst
perdeden nutuklardan vazgeçme zamanımız gelmedi mi? Kafa sallayıp kınayarak
düzelmez bu gidiş. Bilen bildiğini, Bildirenin lütfuyla bilmekte değil midir? Öyleyse
bu caka kime?
Her
birimiz kendimizden başlayarak her gün en az beş vakit namazımızda muhasebeye
çeksek mi kendimizi? Kusurlarımızı, egolarımızı, nefsimizi terbiyeye,
başkalarını beğenmeme ve eleştirme kolaylığından sıyrılıp çuvaldazı batırsak mı
nefsimize? Her çıkan cerahati gömsek mi derin kuyulara, temizlesek, paklasak ve
yargısız bakmaya hazırlasak mı yüreğimizi? Sonrasında dokunsak mı en yanımızdakine?
“Bugünkü nasibim” deyip, “ben” demeden “biz” demeye alıştırsak mı nefsimizi?
“Bizim”
ifadesinin hacmini genişletsek mi? “Oğlum, kızım, anam, babamdan gayrısı da var
benimle aynı zaman ve mekânı paylaştığımız” desek mi? Bıraksak mı “Bana ne dünyanın
hâlinden, ben kendime bakarım” demeyi?
Savaş
başka bir ülkede olsa da yaksa mı canımızı gerçekten? Açlık başka evde de olsa
acıtsa mı yüreğimizi derinden? İnançsızlık ve gayretsizlik başka canda da olsa yaşartsa
mı gözümüzü? Elimizde, evimizde, kesemizde, kasamızda, yüreğimizde, gönlümüzde
olanı sadece Allah’ın rızasını önceleyerek gösterişsiz paylaşsak mı? Yargılamadan,
kınamadan, küçümsemeden dinlesek mi kendimizden başka yüreklerin serencamını? Çoğaltamaz
mıyız iyilikleri yeryüzünün her bir köşesine? “Bütün bunlar hayâl” mi
diyorsunuz tebessüm ederek? Çevirin kalp gözünüzü bin 400 yıl önceye, tek bir İnsanın
yok olmaya yüz tutmuş tüm hakikatleri, tüm iyilik ve güzellikleri nasıl
yeşerttiğine bakın! Sevgili Resul-ü Ekrem’in hayatına akıversin gönlünüz.
Kendinize bir sahabeyi rol model seçin, araştırın, izleyin, deneyin ve yaşayın
ki yaşatasınız.
Rabbim
Kadir-i Mutlak’tır ve gerçek hüküm sahibidir. Adaletine ve rahmetine sığının,
kalbinizi teslim edin Sahibine. Kim bilir, belki bir gün siz, o, ben, yeniden
inşâ ederiz saadet yurdunu yeryüzüne…