Yaratılış ayarlarımıza geri dönmek üzerine mülâhazalar

Rabbim Kadir-i Mutlak’tır ve gerçek hüküm sahibidir. Adaletine ve rahmetine sığının, kalbinizi teslim edin Sahibine. Kim bilir, belki bir gün siz, o, ben, yeniden inşâ ederiz saadet yurdunu yeryüzüne…

HER şeyin ifrat derecesinde çok olduğu bu (modern) zamanlarda, aslında çokluğun bir nimet olmadığını fikir ediyor insan. Yokluk kadar çokluk da cinnet sebebi imiş demek. “Haz, hız ve zevk” diyor şimdi tüm tatminsiz ruhlar. Haz anlık, hız baş döndürücü, zevk sadece göstermelik…

Ruha dokunan, içe/öze sirayet eden bir şey yok aslında. Birileri ile yarış, başkalarına gösteriş zannetme ve zanna uğrama arasında unutulmuş hakikatler... İnsan olabilme, insanca yaşama, doğaya, yaratılmış her canlıya ve eşyaya hikmet gözü ile bakabilme, yardımlaşma, fark etme, hatta hayret etme bile tarihin tozlu sayfalarına geçti bu asırda.

Bizi yöneten bir üst gücün esiri olduk sanki. Medya baronları ve silah tacirleri internet, televizyon, telefon, sinema, reklâm, moda ile bize neyi, niçin, ne zaman, nasıl ve ne kadar yapacağımızı bir güzel enjekte ediyorlar. Bizi yönetecekleri bir hayat için; hem de zehri şerbet tadında sunarak… Artık her şeye hikmet ve hayret gözüyle bakmıyoruz kendimizden başka: “Sen özelsin, sen güzelsin! Sadece sen varsın, sen varsan dünya var! Kendini sev, sev, sev! Öyle ki, kendi tanrını yarat kendin olmayan kendinden. Her şeyi kendinle ölç, biç, tart! Senin terazine uygun olmayanı reddet, sorgulama, yok say! Sana hizmet etmeyeni ezip geç! Sadece al, hiç verme ve hep sana verilsin.”

Bu gidişe “Dur!” diyemezsek içi boş küçük tanrıcıkların birbirini yediği ve bunu izleyen bâtılın yarattığı kaosu, nefsini doyurmuş bir hayvan rehavetiyle seyredeceği günler yakındır ne yazık ki: “Al, bugün kullan, yarın at! Modanın rengi bu ay yenilendi, demode kalma. Sev, ama seni severse… En ufak bir yanlışta kaldır at kullanılmış mendil gibi. Gez ama etrafı sen değil, senin karenden başkaları izlesin, çatlasınlar kıskançlıktan. Kendine özen göster. Ama yaratılmış en güzel hâlde olduğunu unut. Yaptır her yerini, kestir, biçtir, boyat, tıraşla, boz özgün ve eşsiz seni Yaratan’ın sana emanet ettiklerini. Kendini yeni baştan yarat, yaratılmış insanların eline teslim et, tüm dünyada tek olan senin nasıl aynılaştırıldığını seyret. Az çalış, çok kazan ki zevkin için harcayasın. Öyle ya, dünya senin için var ve her şey sana, her şey senin olmalı. Helâl haram arama, sana dokunmayan yılan bin yaşasın! Yediğin, kullandığın her şey helâldir sana. İsrafın dibine vur tüketirken. Sensin tek ve önemli olan bu dünyada, gerisi teferruat! Sana alkış tutması, seni kutlaması, seni onaması gereken diğer zevat…”

Bu gidişe, bu çılgınlığa, bu ifrata “Dur!” deme zamanı şimdi değilse ne zaman? Her birimiz dilimizin dokunduğu, aklımızın el verdiği, uzanabildiğimiz her cana dikkatle, şefkatle, sevgiyle değmeye başlasak mı artık? O parmak sallayıp üst perdeden nutuklardan vazgeçme zamanımız gelmedi mi? Kafa sallayıp kınayarak düzelmez bu gidiş. Bilen bildiğini, Bildirenin lütfuyla bilmekte değil midir? Öyleyse bu caka kime?

Her birimiz kendimizden başlayarak her gün en az beş vakit namazımızda muhasebeye çeksek mi kendimizi? Kusurlarımızı, egolarımızı, nefsimizi terbiyeye, başkalarını beğenmeme ve eleştirme kolaylığından sıyrılıp çuvaldazı batırsak mı nefsimize? Her çıkan cerahati gömsek mi derin kuyulara, temizlesek, paklasak ve yargısız bakmaya hazırlasak mı yüreğimizi? Sonrasında dokunsak mı en yanımızdakine? “Bugünkü nasibim” deyip, “ben” demeden “biz” demeye alıştırsak mı nefsimizi?

“Bizim” ifadesinin hacmini genişletsek mi? “Oğlum, kızım, anam, babamdan gayrısı da var benimle aynı zaman ve mekânı paylaştığımız” desek mi? Bıraksak mı “Bana ne dünyanın hâlinden, ben kendime bakarım” demeyi?

Savaş başka bir ülkede olsa da yaksa mı canımızı gerçekten? Açlık başka evde de olsa acıtsa mı yüreğimizi derinden? İnançsızlık ve gayretsizlik başka canda da olsa yaşartsa mı gözümüzü? Elimizde, evimizde, kesemizde, kasamızda, yüreğimizde, gönlümüzde olanı sadece Allah’ın rızasını önceleyerek gösterişsiz paylaşsak mı? Yargılamadan, kınamadan, küçümsemeden dinlesek mi kendimizden başka yüreklerin serencamını? Çoğaltamaz mıyız iyilikleri yeryüzünün her bir köşesine? “Bütün bunlar hayâl” mi diyorsunuz tebessüm ederek? Çevirin kalp gözünüzü bin 400 yıl önceye, tek bir İnsanın yok olmaya yüz tutmuş tüm hakikatleri, tüm iyilik ve güzellikleri nasıl yeşerttiğine bakın! Sevgili Resul-ü Ekrem’in hayatına akıversin gönlünüz. Kendinize bir sahabeyi rol model seçin, araştırın, izleyin, deneyin ve yaşayın ki yaşatasınız.

Rabbim Kadir-i Mutlak’tır ve gerçek hüküm sahibidir. Adaletine ve rahmetine sığının, kalbinizi teslim edin Sahibine. Kim bilir, belki bir gün siz, o, ben, yeniden inşâ ederiz saadet yurdunu yeryüzüne…