Yaralı orkide

Hepimiz hem öğrenci, hem de öğretmen olarak var oluyoruz varlık ve anlam dünyasında. Hepimiz yaralarımızdan fazlasını görebilecek insanlar arıyoruz. Peki, yaralardan fazlasını görmeye niyet ediyor muyuz?

“ORKİDELERİN kokusu, onu armağan edenden geliyormuş” diye bir yalan uydurmuştum. Bu kadar güzel görünen çiçeklerin nasıl olur da keskin, bariz bir kokusu olmaz? “Madem öyle, ben de onu gönderenden bir şeyler katar, hayâlî bir koku bulurum” diye düşünmüştüm. Uçuş uçuş, saydam ve bütün çiçeklerin geldiği o yerin kokusu gibi kokarlar. Bütün çiçeklerde biraz olan o ortak koku gibi… Bu, benim orkide kokum.

Orkideler… “Hediye çiçeği” diyorum onlara; hediyelik çiçekler… Yeni iş, doğum günü ve sair durumlar için yaratılmışlar sanki. Benim de odamda orkidelerim var. Her sabah ve her akşam gözüme ilişiyor ve sanki benden ilgi bekliyorlar. Sohbet istiyorlar. Çoğu zaman tek tek çiçeklerini ve tomurcuklarını seviyorum, ölmemeleri için ricada bulunuyorum. İki aydır ricamı kırmıyorlar. Yeni yeni çiçekler açıyorlar ve beni sevindiriyorlar. İlk günkü gibi bakıyorlar gözlerimin içine. Ben de onlara çok özeniyorum. Seviyor, yeteri kadar su veriyor, daima hayran oluyorum. Onlara özenmek, onları hediye edene özenmek gibi geliyor. Dostluğa özenmek, arkadaşlığa, sevgiye özenmek… Ve iki aydır -hiç canlı çiçek bakmayı beceremememe rağmen- canlı ve parlak duruyorlardı ki bugünlerde bana bir hayat dersi vermeye karar verdiler.

Çiçeklerim, varlıklarıyla bana “Muhyi” olanı hatırlatırken, ölüm ile de “Mumit” olanı hatırlatıp hayatıma anlam katarak solup gittiler. Varlıklarının anlam katması yetmemiş olacak ki yokluklarıyla da bir şeyler ifade ederek solup gittiler yeniden açacakları vakte kadar. Hayatımız da böyle değil mi zaten? Yaşarken başka anlamlar, öldükten sonra bambaşka…

Çiçeklerim 14 yerden filizlenmişlerdi. 14 ayrı yerden gönlüme dokunuyorlardı. Hepsini ayrı ayrı seviyor, mutlaka temas ediyordum. Fakat bir tanesi yaralı gibiydi. Ortasında küçük delikler, kenarlarında kuru kuru soyulmalar ve kararmalar vardı. İlk onun solmasını bekliyordum. Çünkü onun yaraları çok ve derindi. Devam edemeyeceğini, onu koparmak zorunda kalacağımı düşünmüştüm. Peki, ne oldu dersiniz?

İki ayın sonunda bütün çiçeklerim birer birer soldu ve onları koparmak zorunda kaldım. Derken 13 çiçeğim de sırayla öldü. Kim kaldı dersiniz geriye? Kim hiç solmadı ve parlaklığından bile hiç ödün vermedi?

Şimdi bu satırları yazarken bilgisayarımın arkasından ona bakıyor, hayretimi tazeliyorum. Ölen çiçeklerimin güzelliğine güvenirken bir bir düştüler saksılarının dibine doğru. Fakat yaralı olan hâlâ benimle ve bana anlatmak istediklerini dinliyorum hafif yağmur eşliğinde. Hayat da böyle değil mi? İnsanlar da böyle değiller mi?

Kendimizi güçlü, parlak ve daima güzel sürüyoruz piyasaya. O hâlde katılıyoruz hayat maratonuna. İhtişamımız bizden önce gidiyor çoğu zaman. Fakat sebebini bile bilmezken başkaları, bir bir düşüyoruz. Sebeplerimizi kalbimize gömerek, onları gizleyerek sürpriz yapıyor ve her şey güzel görünürken birden düşüyoruz hayattan. Teker teker soluyor, mevsimimiz gelince iyileşip tekrar açıyoruz. Peki, ya en yaralı olanımız, ümitsiz olduğumuz, zarar görmüş olanımız? O, bizi işte böyle ters köşe yapıyor. Yaralar ve izler bizi böyle güçlü yapıyor. Çiçeğim gibi öyle bir tutunuyor ki köküne, öyle bir sarılıyor ki hayata… Çünkü onun yaraları var ve o, acıyı biliyor. O ölmedi ama hüznün kokusunu aldı; hatta üzerine sindi. En baştan beri diğer orkidelerin kokusunu yakıştıramamıştım ona. “Eğer belirgin bir kokusu olsaydı o daha da kesif kokar” diye düşünüyordum. Yanıldım. Utandım. Üzerine sinmiş yaşanmışlık ve yıpranmışlık kokusu ona bu dayanıklılığı kattı belki de. Köklerinden sarsıldığında, ölüme yaklaştığında ve o yaraları aldığında, diğerlerine göre daha kötü göründüğünde, o bir tutunma savaşı veriyordu. Bir var olma savaşı… Her şeye rağmen hayatın yakasına tüm gücüyle ve sarsak hâliyle yapışmış meğer ben ondan çoktan vazgeçmişken.

Şimdi bu satırları yazarken dimdik duruyor karşımda. Yapraklarının köşeleri hâlâ koyu ve ortasında hâlâ delikler var. Fakat bu köklerde şu an yalnızca o dalgalanıyor. Güç belâ tutunabildiği o hayatın minerallerini yalnızca o alabiliyor.

Çiçeğim bana bir ders vererek tutundu dallarına. İnsanlar da bir ders olarak tutunuyorlar hayatlarına. Yaralarını ve noksanlarını görmekten bir adım öteye geçebilirsek eğer, alacağımız birer ders olarak yaşıyor herkes. Hepimiz hem öğrenci, hem de öğretmen olarak var oluyoruz varlık ve anlam dünyasında. Hepimiz yaralarımızdan fazlasını görebilecek insanlar arıyoruz. Peki, yaralardan fazlasını görmeye niyet ediyor muyuz?