“GELDİ, geliyor” derken,
ABD nihâyet, görünüşte Rusya’dan S-400 sistemlerinin alınması nedeniyle
Türkiye’ye bazı yaptırımlar uygulama kararı aldı. Bu yaptırımların nihâyet Cumhurbaşkanlığı
Savunma Sanayi Başkanlığını hedef aldığı görüldü. Bu bağlamda Savunma Sanayi
Başkanı İsmail Demir ile başkanlık yetkililerinden Mustafa Alper Deniz, Serhat
Gençoğlu ve Faruk Yiğit de yaptırım listesine eklendi.
Aslında
2 Ağustos 2017’de yürürlüğe girdiği hâliyle CAATSA, ABD’nin ulusal güvenliğine
tehdit olarak gördüğü Rusya, İran ve Kuzey Kore’ye karşı yaptırım tedbirleri
almasını öngören bir yasaydı. Bu yasanın 231’inci maddesi, Rusya ile savunma ve
istihbarat alanlarında çalışan kişilere karşı da yaptırım öngördüğü için,
ABD’nin Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanlığını bu madde uyarınca yaptırım
kapsamına aldığı anlaşılıyor.
Ancak
dikkatli bir göz, ABD’nin bu yaptırıma, Türkiye’nin NATO’dan yani kendisinden
kopuk ve bağımsız bir savunma sanayi ve savunma konsepti kurmasından duyduğu
rahatsızlık nedeniyle başvurduğunu rahatlıkla görür. Türkiye’nin savunma
sanayiinde yerlilik oranını yüzde yetmiş seviyelerine çıkarması ve bu güç ve
özgüven ile kendi çıkarları doğrultusunda bir etki alanı oluşturması ABD’nin en
son isteyeceği şeydir.
Bu
yaptırım tehdidini, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alma
sözleşmesi yaptığı 25 Temmuz 2017 tarihinden itibaren ABD tarafından ilişkilerin
seyrine bağlı olarak ısıtılıp ısıtılıp masaya sürüldüğünü biliyoruz. Ancak
Trump’un Türkiye’ye karşı herhangi bir yaptırıma sıcak bakmaması, bu
yaptırımların S-400 sisteminin teslim edilmeye başlandığı 15 Temmuz 2019
tarihinden sonra bile uygulanmasına mâni olmuş ve bir anlamda bu tehdit, olayların
akışına bırakılmıştı.
Ne
var ki, Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz, Libya ve son olarak da Dağlık
Karabağ’da öngörülemez stratejik adımlar atması ve bölgede yeni ve etkin bir
oyuncu olarak kendisini göstermesi hem Avrupa’da, hem de ABD’de alârm çanlarının
çalınmasına neden oldu.
ABD’deki
Kasım 2020 seçim sonuçlarına göre, muhtemel başkanın Biden olacağının
anlaşılması üzerine ABD Kongresi, ABD derin devletinin yönlendirmesi
doğrultusunda soğumaya bırakılan bu yaptırımı yeniden sahaya sürdü. Bendeniz bu
yaptırımların giderayak Trump döneminde uygulamaya konulmasının ABD derin
devleti ve Bıden ekibinin işbirliğiyle kotarıldığını düşünüyorum.
Adı
konulmasa da Türkiye, bu yaptırımlarla Afrin Harekâtı’ndan beri yüzleşiyordu. Bugün
itibariyle sahneye konan şey, zaten örtülü olarak uygulanan yaptırımların
adının konulmasından ibârettir. Türkiye, yaptırımların sadece bu kadarını değil
-muhtemelen Mart 2021’de AB’nin de katılımıyla- daha fazlasını öngörerek
kendisine engel olacak bütün kalemlerde yeni üretim ve tedarik hatları oluşturma
konusunda pozisyonunu almıştı.
Dikkat
edilirse, bir savunma ürününde bize karşı ithalat yasağı konulduğunu
öğrendiğimizde, Türkiye’nin en kısa zamanda o ürünün yerli ve millîsini
ürettiği açıklanıyor. Bilmeyenlere çok şaşırtıcı gelebilir, ancak Devletimiz,
saldırı gelecek noktaları tek tek tespit ederek bunları telâfi edecek
mekanizmaları çoktan oluşturmuştu.
Aziz
okurlar, şu husustan emin olsunlar: Bu yaptırımlar, ne Türkiye’nin hızını
kesecek, ne de ABD’nin bizden istediklerini elde edeceği yaptırımlardır.
Kimi
Avrupa başkentleri ve Türkiye’ye hasım bazı çevrelerin beklentilerinin aksine,
Biden ve ekibi Beyaz Saray’a geçtiğinde Türkiye’yle ilgili sıfır sorun ve yeni
bir sayfa üzerinden ilişki başlatmak niyetinde görünüyor. Çünkü masa üzerindeki
bütün kartların Biden’in yönetime gelmesinden önce Trump’un topal ördek
döneminde açılması bu anlama geliyor.
Armut
da toplarız, hava savunma sistemi de
Biden
ve üçkâğıtçı ekibinin bu mânâda elindeki üç kartı da açtıkları görülüyor.
1. Yaptırım kartı.
2. Obama döneminde
ABD çıkarları için çalışmış Gezi tertipçisi Osman Kavala ve 6-8 Ekim tetikçisi Selahattin
Demirtaş gibi iki kuklanın tutukluluk hâllerine son verilmesine ilişkin sahte
demokrasi kartı.
3. Cumhur
ittifakının dağıtılması kartı.
Peki,
ABD’nin yeni dönemin işâret fişeği olan bu kartları açık etmesine karşı Türkiye
ne yaptı?
1.
Türkiye, ABD yaptırımlarının millî savunma sanayii faaliyetlerini durdurması
bir yana, daha da hızlandırılacağı yönünde çok kesin bir tavır sergiledi.
Yaptırım kararının daha dumanları dağılmadan, 16 Aralık 2020’de Niğde-Ankara
otoyolunun açılış töreni esnasında “Hisar A+” hava savunma sisteminin son test
atışı, Başkan Erdoğan’ın konuşması eşliğinde gösterilerek seri üretime geçeceği
müjdesi verildi. Ayrıca Başkan Erdoğan, buradaki konuşmasında savunma sanayii
çalışmalarının iki katına çıkarılacağını da ilân etti. Bu ilân, Türkiye’nin ABD’ye
kendi bağımsız duruşundan ve kendi güç eksenini oluşturmaktan bir adım bile
geri adım atmayacağına dair çok kararlı bir mesaj idi.
2.
Türkiye birinci kartı gördükten sonra ikinci karta da süratle cevap verdi. İlk
olarak Gezi olaylarının finansör ve tertipçisi olan Soros piyonu Osman
Kavala’nın tutukluk hâlinin devamına karar verdi. Bu karar ve etkili duruş, ABD
çıkarlarının kuklası Demirtaş için de aynı netîceyle sonuçlanacak bir duruş
anlamına geliyordu.
3.
Biden kanadının estirdiği bir diğer rüzgâr ise, AK Parti’nin Cumhur İttifakı’nın
diğer bileşeni olan MHP’den koparılarak kendi dizayn ettiği Atlantik ittifakçısı
partilerle yakınlaşma içine girmesi beklentisiydi. ABD bu amaçla Bülent Arınç
ve şürekâsından oluşan birtakım işbirlikçileriyle bu temennisini dillendirdi. Ancak
bu sahibinin sesi teşebbüsleri, Cumhur İttifakı’nı oluşturan her iki parti
tarafından da kuvvetle reddedilerek Cumhur İttifakı’nın 2023 yılındaki
başkanlık seçimlerine aynı yapıyla gidileceği açıklandı.
Türkiye
bu üç karta mukabil, cevabına ekstra olarak bir de Çin bonüsü ekledi. Çin’in
Bir Kuşak Bir Yol Projesi bağlamında İstanbul’dan kaldırdığı ihracat trenlerini
Çin’e yönlendirerek Türkiye’nin tek bir kutba mahkûm olmadığını göstermiş oldu.
Türkiye’nin
bu üç karşı cevabı, Biden’in daha yönetime gelmeden estirdiği rüzgârın önüne
geçmek için verdiği akıl dolu ve direnç dolu cevaplardı. Dolayısıyla Biden
Beyaz Saray’a oturduğunda hangi karakterde bir Türkiye’yle karşılaşacağını çok
iyi biliyor.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ni izlemeye devam edin!
Bütün
bu tavırlar, Biden ve ekibine Türkiye’nin eski Türkiye olmadığına dair çok
kuvvetli uyarılar idi. Ayrıca Biden’in dünya ölçeğinde izleyeceği muhtemel
politikalara bakılınca, Türkiye’yle çok fazla dalaşacağını sanmıyorum. Zaten 15
Temmuz sonrası, ABD ve Avrupa’nın Türkiye içinde istedikleri an operasyon yapma
kabiliyetleri büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Artık ellerinde ne FETÖ, ne PKK,
ne DEAŞ, ne TSK’da kuklaları, ne de etkin STK’lar var!
ABD’nin
elinde, kala kala Millet İttifakı gibi benzemezlerin oluşturduğu birkaç ucube
parti kaldı. Nihâyetinde bunların üreteceği etki, cirimleri kadardır. Ayrıca
yeni dönemde güneydoğuda HDP’nin siyasal baskısının zayıflaması sonucu, Türkiye
geneliyle uyumlu yeni bölgesel partiler ve emperyalizmle işbirliği içinde olan
CHP’ye tepki olarak sosyal demokrat cephede daha yerli, millî ve Kuvvacı sol
partiler kurularak Millet İttifakı’nın zayıflatılacağını değerlendiriyorum.
ABD
yeni dönemde Pasifik’te Çin, Kafkaslar, Orta Doğu ve Akdeniz’de ise Rusya’ya
karşı etkinlik göstermek isteyecektir. Onun yapmaya çalıştığı bu etkinliklerden
birisi dolaylı olarak, diğeri de doğrudan Türkiye’ye bağlıdır. Türkiye’yi
karşısına alan bir ABD’nin düşündüğü politikaları hayata geçirecek bir güç ve
kudretten yoksun olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
ABD’nin
Kafkaslar, Akdeniz ve Libya’da Rusya’ya karşı alacağı tavır, onun karşı bir
blokla durdurulması ve geri itilmesine ilişkin olacaktır. Reel-politiğe
bakılırsa Türkiye’nin Rusya’yı Kafkaslar, Suriye ve Libya’da zaten karşı bir
blokla durdurmuş olduğu görülür. ABD’nin yapmak istediğini Türkiye’nin fiilî
olarak hem de tek başına kendi güç ve kudretiyle yaptığı görülecektir. ABD bu olgu
karşısında Rusya’nın önünü açamayacağına göre, dolaylı veya doğrudan
Türkiye’nin yanında yer almak zorundadır. Eğer ABD bu cephelerde Türkiye’yi
zayıflatma yönüne giderse Rusya’ya gün doğar. Bu durumda Rusya, ABD’ye Orta Doğu
ve Afrika’yı kapattığı gibi, Libya’da kuracağı muhtemel hava ve deniz üsleriyle
Akdeniz’de NATO ve ABD deniz gücünü ciddî şekilde tehdit edecektir. ABD bu
ihtimâl karşısında kerhen de olsa Türkiye’yle işbirliğine gitmek zorundadır!
Pasifik’te
Çin’i durdurmak isteyen ABD’nin, Çin’in can damarı olan Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin
boğazının Türkiye’nin elinde olduğunu görmemesi imkânsızdır. Türkiye, İstanbul
Boğazı’nda Çin’in boğazını tuttuğu an, Bir Kuşak Bir Yol Projesi resmen çöp
olur. Çünkü Çin, ABD’nin denizlerdeki ablukasından kurtulmak için Avrupa’ya
Türkiye üzerinden ulaşmayı plânlayan bu projeye tarihinin en büyük yatırımını
yaptı. Çin’in ekonomik ve askerî bir dünya gücü olma projesinin denizdeki engelleyicisi
ABD, karadaki engelleyicisi ise sadece Türkiye’dir.
Şayet
Atlantik İttifakı, Suriye’de kukla devlet oluşturmaya fazla bel bağlamaz,
Avrupa’da Fransa kanadının küçük hesaplarına kapılarak Yunan-Rum üzerinden
Türkiye’ye hareket çekmeye çalışmaz, kukla devlet ve örgütlerle bizim birlik ve
beraberliğimizi tehdit etmezse, Çin’e karşı Doğu Türkistan ittifakı, Rusya’ya
karşı da Kafkas ittifakı oluşturarak nüfûz ve liderliğini pekiştirir.
Ancak,
böyle bir işbirliği netîcesinde Orta Doğu, Akdeniz ve Kafkaslarda bağımsız
hareket eden ve büyük bir güç merkezi hâline gelecek olan Yeni Türkiye’yi de
içine sindirmek zorundadır. Hoş, Türkiye bu gücü, ABD bizimle çalışsa da, çalışmasa
da mutlaka oluşturacaktır. Şu farkla ki, ittifak yapılırsa 3-5 yılda, ittifak
yapılmazsa 10-15 yılda…
Çok
değil, bir on yıl içinde dünya, Asya’yla Avrupa arasında kendi eksenini kurmuş,
kendi oyununu oynayan, hak ve hukuku yücelten bir cihan devleti olarak Büyük
Türkiye’ye tanık olacaktır.
Vesselâm...